KAPAK – Sokak ve Parklara Mescit

Arapçadan gelen Cami; cem (toplanma, bir araya gelme) kökünden gelen “toplayan, bir araya getiren yer, toplanma yeri” demektir. Beş vakit namazda cuma ve bayram namazlarında mü’minleri bir araya topladığı için bu isim verilmiş olmalıdır. Yani cami ve cemaat birbirinden ayrılmaz ikilidir. Büyük camilere selâtin camisi, üstü açık namaz kılınan yerlere namazgâh denilmiştir.
Mescit ise yine Arapçadaki secd(e)’den türemiş “secde yeri, namaz yeri” demektir. Genellikle mescitlerde minber olmaz, çünkü oralarda Cuma namazı kılınmazdı. Zamanla ibadet edilen küçük yerlere mescit, büyüklere cami denilmiştir. İbadet edilen yer, tapınak anlamında “ma’bed” ve çoğulu “meâbid” de kullanılır. Türkler Anadolu’da, ibadethanelerin büyük yapıda olanlarına “cami” küçüklerine ise “mescit” adını vermişlerdir.
Günümüzde genellikle minaresiz küçük camilere veya bazı kurum ve kuruluşlarda ibadet için ayrılmış ufak mekânlara da mescit denilmektedir. “Ramazan ayında İstanbul’un hemen her konağının bir köşesi bir nevi mescit hâline konurdu.” diyor Samiha AYVERDİ. Demek ki namaz için secde edilen her yer “mescid”dir.
Genel anlamda Müslümanlar mescit ve cami yapmaya çok önem vermişlerdir. Çünkü İslam cemaat dinidir. Bazı ibadetler cemaatsiz yapılamaz. Millet olarak da bu konudaki hassasiyetimiz dikkat çekicidir. Hemen hemen her yerleşim bütününe (sokak, site, kampus gibi…) mescit ya da cami yapmayı asli bir görev olarak görmüşüz. Bu camileri de çok görkemli ve genellikle külliye olarak düşünen milletimiz para ve emekten de çekinmemiştir. Cami bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda bir semboldür. Minare ezanın daha uzak yerlere ulaşması gibi bir ihtiyaçtan doğmuş olmasına karşılık şimdi ihtiyaç değil ama semboldür. Orda cami olduğunu, Müslüman olduğunu gösteren bir semboldür.
Müslüman dünyası camiyi İslam’ın haşmeti olarak görmüş ve ihtişamlı camiler inşa etmiştir. Ecdadımız da ihtişamın yanına “Allah güzeldir, güzeli sever” sözünün gereği olarak ‘sanat’ tarafını da ön plana çıkaran camiler yapmıştır. Hakikaten tüm dünyanın şapka çıkarttığı eser ve şaheserler ecdadın güzele, estetiğe verdiği önemin işaretleridir.
Ancak Cumhuriyetin ilanı sonrası camilere yan bakıldığı hatta yeni cami yapılmadığı gibi eskilerin de ibadet dışı amaçlarla (depo, at ahırı…) kullanıldığı görülür. Özellikle şeflik döneminde bunu görmekteyiz. İslam ve Müslümanların hakir görüldüğü, horlandığı, âlimlerin, imamların yargılanıp suçsuz yere mahkûm edildiği, yıldırıldığı hatta işkence edildiğini düşünürsek camiye giden cemaatin de psikolojik baskı sebebiyle azaldığı bir gerçektir. Zaten yeni camii inşa etmek mümkün değil neredeyse. Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti’nin Ankara’ya “Mabetsiz Şehir” demesi boşuna değildir.
Onlar da daha öncekilerin olduğu gibi Allah’ın nurunu söndüremediler ve Allah Müslümanların önünü tekrar açtı. İnşallah ufuklarını da açar. Hem cami hem cemaat mahkûmiyetten kurtuldu. Bir şehre renk veren, orada medfun İslam büyükleri ve büyük camilerdir. Ondandır ki bir şehre damga vurmanın yollarından biri de şehrin hâkim tepe ve yerlerine cami yapılmasıdır. Ecdat bunu uygulamıştır.
Cumhuriyet sonrası meydana gelen başıboşluk da camilerin mimari ve sanatsal kalitesini düşürmüştür. Yine mimarlık fakültelerinde cami mimarisinin olmadığını geçtiğimiz yıllarda İstanbul’a yapılacak bir cami projesi üzerinden yapılan tartışmalardan öğrenmiştik. Sokak aralarına, mahalleye ihtiyaç görülüp yapılan camilerin hiçbir estetik kaygı güdülmeden yapıldığı görülür. Bunun yanında yine her yere büyük camilerin yapılması minareler dikilmesi de ayrı bir tartışmayı beraberinde getiriyor. Camilerin içinin dolmaması sebebiyle o kadar büyük ve şaşaalı cami ve minarelerin yapılması Müslümanların para ve emeğinin israfı, değerlendirilememesi kanaatini doğurmuştur.
Şehir planlamasında cami merkezdi. Camilerin giriş kapılarına ev yapılırken belli bir boşluk bırakılırdı. Caminin ana giriş kapısının ötesine kıble tarafına evler sokaklar Hilal biçiminde bina edilirdi. Cami merkezli şehir planlaması Osmanlılarda daha net görülür. Batı şehirlerini haç gibi düz sokaklarla oluştururken, Müslümanlar hilal biçiminde şehir oluşturur, evlerin çıkış kapıları ve içerileri birbirini görmezdi. Şimdi tarihi camilerin bulunduğu yerlerin trafiğinin bir türlü düzeltilememesinin sebebi Osmanlı şehir planının cami merkezli hilal şeklinde ve araç trafiğine göre olmamasıdır. Şu anda şehir planlaması Batı standartlarına göre yapılmaktadır. Ama yine de camilerin ana giriş kapılarının önünde boşluk bırakılmaya çalışılıyor.
Bu konuyu ehline (şehir planlamacılarına) bırakalım ve şimdi asıl konumuza gelelim ve şu hususları dikkatle okuyalım, değerlendirelim; Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığımızın dikkatine sunuyoruz.
1- Sadece teravih, cuma, bayram namazlarında dolan büyük camiler ve minareler sembolik değerinin dışında amacına ulaşamamaktadır.
2- Isınma masrafının karşılanma zorluğu cami görevlilerini cemaatten para isteme bakımından sıkıntıya sokmaktadır. Her hafta yardım isteyen görevli, “imam” olamaz, ona başka gözle bakılır. Veren el farkında olmadan bir üstünlüğe ulaşır. Cemaat imamı aşağı görmeye başlar. Bu da imamın ağırlığını ve hizmet aşkını kaybettirir.
3- Isınma masrafının karşılanma zorluğundan dolayı camilere ek camekân ve PVC yaptırılarak cami güzelliği zedelenmektedir. Güzel mimariyi, sanatı yapılan eklemeler yok etmektedir. Eğer ekler bir ihtiyaç ise bunlar bu işin ehline sorarak yapılmalıdır. Güzelliği ihtiyaç için katletmeyelim.
4- Şu anda cami cemaatinin kahir ekseriyeti emekli ve yaşlıdır. Engelliler de bayağı var. Bunlar hiç düşünülmüyor. Alt katı değerlendirmek (lojman ya da Kur’an kursu gibi) amacıyla merdivenle çıkılan cami yapılmaktadır. Asansör de yok. Peki yaşlı, engelli cemaat nasıl gelecek camiye? Yoksa birçoğunun tek sığınağı olan camilere gelmesinler mi?
Bunun vebali kime aittir, düşünülmesi gerekir. Ecdadın yaptığı camilerin hiçbirinde merdiven olmadığını, düzayak girildiğini herhalde görüyorsunuz. Kaldı ki esnaf bile dükkânını düzayak yapar. Çünkü iki merdiven bile girişi engeller, müşteriyi kaçırır diye düşünülür. Gizlenmesi, görülmemesi gereken yerler aşağı ya da yukarı merdivenli yapılır. Yoldan geçenler camilerin içini görebiliyorlar mı?
5- Camilerin müştemilatının alt kata değil de ecdat da olduğu gibi yanlara yapılmasının yolları aranmalıdır. Arsaya göre cami değil camiye göre arsa düşünülmelidir. Arsa bedava diye cami yapılmamalıdır. Her yeni cami büyük meblağlarla yapılacağından Müslüman kesim ve yaptırma dernekleri çok zorlanmaktadır.
Şu anda camiye değil cemaate ihtiyacımız var. Cemaatin oluşturulması için de yeni çalışmalar ve aktiviteler yapılmalıdır.
Şimdi şu soru herkesin aklına gelmiştir. Cami yapmayalım mı, yaptırmayalım mı? Hayır yaptıralım. Hem de daha büyük, daha muhteşem, daha estetik olanı yaptıralım. O halde… Dünyanın en kolay işi eleştirmektir. En zoru da çözüm üretmektir. Biz hem o kolay yolu hem de zoru seçtik. Teklifimiz şunlardır:
1- Dolmayan camiler yerine mescitler yapmalıyız. Cuma ve bayram namazları için büyük bir cami o mahalleye yeter. Hem de daha geniş bir cemaat birbiriyle görüşür, muhabbet eder, kaynaşır. Cemaatin çokluğu herkesi mutlu eder. Kalabalık cemaatin içinde bulunma ihtimali daha fazla olan muttakilerin duaları cemaati bereketlendirir.
2- Mescitler daha çabuk ulaşılan yerler olacağından her vakit görüşen Müslümanların da kaynaşmasına vesile olur. Düzayak ve yakın mescitlere yaşlı ve engelli olanlar da rahat ulaşır. Oturup sohbetlerini rahat yaparlar. Bunu için belediyelerin yaptığı parklar çok uygun. Her sokağa ya da birkaç sokağa bir park yapılıyor. Bu parkın bir köşesine 20-30 kişilik bir mescit iyi olmaz mı? Parka gelen büyükler ve çocuklar mescidi, namazı, ezanı daha yakından hisseder ve yaşar.
3- İmamlar, mescitler daha sıcak ve sevimli mekânlar olacağından cemaatle daha çok ilgilenir. Cemaat isterse mescitte kalır ve ibadet eder. Kur’an’ını okur, çıkar dışarıda sohbetini yapar.
4- İhtiyaca göre birkaç sokağa bir mescit yapılmalıdır. Mescit imamları, cemaati ve çevreyi daha yakından tanır ve onlara her bakımdan önder olur. Mescit cemaatinin çocukları ile tanışma, ilgilenme imkânı artar. Hemen sokağının yanında veya parkın içinde mescidi, imamı, namaz kılanları ve camiye gelenleri gören anne, baba, dede, nine ve çocuklar oraya daha rahat gireceklerdir. Böylece küçük mekânlar büyük işler başaracaktır.
5- Isıtma, soğutma, aydınlatma azalacağından israf yok olur. İmamların üzerindeki para isteme işi neredeyse biter. Her cemaat mescide sahip çıkar, onu benimser, temizliği, tertip ve düzeniyle ilgilenir.
6- Müezzin problemi çözülür. Her cemaat, kamet getirir, yetiştirilir ve müezzinlik yapabilir hale gelir.
7- Bu mescitlere -uygun görülürse- bilgisayar ve yazıcılar konur, çocukların ihtiyacı görülür, ilgisi çekilir. Küçücük kütüphaneler oluşturulabilir.
8- Yürüme mesafesinde olacak bu mescitler cemaati çoğaltır kanaatindeyim.
Bunlar kişisel tespit ve değerlendirmelerdir. Doğrularım da yanlışım da olabilir. Üzerinde düşünülmesini ve teklifin geliştirilmesini istiyorum.
Müslümanlar olarak şikâyet ve eleştiri yerine İslam’ı, Müslümanları daha iyi, daha etkileyici anlatacak, sevdirecek yeni atılımlar, alternatif çıkışlar bulmak zorundayız. ”Yeni şeyler söylemek lazım cancağızım” diyen boşuna dememiş bunu.
Cami ve cemaat konusunda da en -belki de tek- yetkili Diyanet İşleri Başkanlığımız olduğuna göre bu kurum hiç kimseden korkmadan (İslamî kesimden) cami, cemaat ve mescit konusunda yeni projeler geliştirmek zorundadır. Tartışılmalıdır.