KAPAK – Ramazan Kayan İle Söyleşi

KAPAK – Ramazan Kayan İle Söyleşi

“Bir Milattır Mavi Marmara”

 

İlkadım : Sizi tanıyabilir miyiz?

Ramazan Kayan : 1956 yılında Malatya’da doğdum. İlkokulu bitirdikten sonra Malatya İmam Hatip Lisesi’ne kayıt yaptırdım. İmam Hatip Lisesi’ni 1976’da bitirdim. Daha sonra İmam Hatiplik görevine başladım. İmam Hatiplik görevi yaparken İnönü Üniversitesi İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’ne devam ettim. 1982 yılında bu okuldan mezun oldum. 1983 yılında İmam Hatiplikten ayrıldı ve serbest ticaretle uğraşmaya başladım. İslami ilimler üzerinde araştırmalarınımı sürdürmekteyim. Evli ve üç çocuk babasıyım. Halen radyo programcılığı ve aylık Özgün İrade Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini yapmaktayım.

İlkadım : Bu yolculuğa hangi duygularla katıldınız?

Ramazan Kayan : Rachel Corrie adındaki Amerikalı genç bir kız kilometrelerce yol aşıyor, geliyor, Filistin’in mazlum halkı için o genç bedenini İsrail tanklarına karşı siper ediyor. O görüntü hiç gözümün önünden gitmezdi. Yine belli başlı entelektüellerden Edward Said kalkıyor, Amerika’dan yola düşüyor, İsrail tanklarına bir taş atmak için epey yol kat ediyor. En son George Kallawi İngiltere’den kalkıyor, “Gazze için ne yapabilirim” diye yola düşüyor. Bunların dini ayrı, milliyeti ayrı, geldikleri uyruk belli ama bu nasıl bir vicdan ayaklanmasıdır ki ta oralardan harekete geçiriyor ve bizim insanımız için kendilerini ortaya koyuyorlar. Onları hatırladıkça kendimi affedemiyordum. Gazze için, Filistin için daha fazla bir şey yapamaz mıyım düşüncesi sürekli zihnimi kurcalıyordu. Şehit Şeyh Ahmet Yasin’in vasiyetindeki “Allah’ım, ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum.” cümlesi hep kulaklarımda çınlıyordu. Ümmet-i Muhammed’in bir müntesibi olarak, mensubu olarak bu şikâyetlerin muhataplarından biri de benim. Bu şikâyet sadece bu dünyayla da sınırlı değil. Bunun bir de ahirete yansıması var. Vereceğimiz hesap üzerinde etkisi var. Filistinli bir kız çocuğun “A’run aleykum” diyerek çığlıklarla okuduğu şiirin de yine muhatapları bizdik. “Utanın” diyordu. Zindandaki babamı kucaklayamayacak mıyım öpemeyecek miyim diye. Bu çocuğun çığlığı da yüreklerimizde yankı buluyordu. Nisa Suresi 75. ayet yakamıza yapışıyordu. “Rabbimiz! Halkı zalim olan şu ülkeden bizi kurtar. Katından bize bir yardımcı gönder.” diyen zavallı erkekler, kadınlar, çocuklar için ne diyelim? Bu ayet tüm sıcaklığıyla Kuran-ı Kerim’i açtığımda karşıma çıkıyordu. Yine Tekvir Suresi’nde şu ayeti okudukça farklı bir dünyaya gidip geliyordum. “Diri diri toprağa gömülen kız çocuğu hangi günahından dolayı öldürüldü diye sorulduğu zaman”. Bu soru bana da geliyordu. Yani Kuran’ı Kerim müşriklerin kız çocuklarının ızdırabını bile gündemimize taşırken Gazze’deki yetimlerin, çocuklarımızın, ümmetin evlatlarının hali karşısında eli kolu bağlı kalamazdık. Dolayısıyla gemi fırsatı doğunca inşallah bu sorumluluklarımızı hafifletmek, görevlerimizi bir nebze yerine getirmek için bir fırsattır diye değerlendirdim ve böyle bir şeyi tercih ettim. Hatta giderken bazı arkadaşlar buradaki sorumluluklarımızı, görevlerimizi hatırlattılar ama saydığım gerekçelerden dolayı gemide bulunmamın da gerektiği hatta İslami literatürle vacip olduğu kanaati hasıl oldu ve Rabbim nasip etti. Eğer katılmamış olsaydım kendim için büyük bir nasipsizlik olurdu. Hamdolsun o havayı teneffüs etmek nasip oldu. Ancak gemideki iyiler kanatlanıp gittiler. Biz arkalarında kaldık.

İlkadım : Farklı inançtan farklı düşünceden bu gemiyi doldurmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ramazan Kayan : Bu gemi bir milattır. Bu gemi öncesi ve gemi sonrası diye insanlar konuşacaklar. Bu gemi bir çizgidir. Bu çizginin içerisinde insanlık var, onur var. Çizginin dışında ise tecavüz var, cinayet var, işgal var, sömürü var, zulüm var, istibdat var, zillet var, zulmet var. 1900’lerde yıllarca Titanik gemisi konuşuldu. Ama milenyumun başında da Mavi Marmara gemisi dünyanın gündemine oturdu. Konuşuluyor, bundan sonra da konuşulacak. Benim için bu gemi çok öğretici oldu, bir mektep oldu. Bir yönüyle baktığımızda bizim için küçük bir adım. Fakat sonuçlarına bakıyorum insanlık için büyük bir adım oldu. İnşaallah o gemi Davut’un Calut’a attığı küçük taştır. Siz Allah için çıktığınız yoldaki küçük adımlarınızı önemsiz görmeyin. Neticede katına gidilecek olan Allah(cc)’tır. Hz Musa’nın annesinin Nil’e bıraktığı sanduka neyse inşallah bu gemi de aynı misyonu aynı etkiyi bırakacaktır. Gemide 5 gün kadar kaldık. İsrail müdahale ettikten sonraki 10 saat kadar esir kaldık gemide. Sanki zaman dürüldü, bir ömür o 5 güne sığdırıldı. Bir tarafta bakıyorsunuz ki o geminin içerisinde kardeşlik var, adanmışlık var, fedakârlık var. İsrail’in müdahalesinden sonra bakıyorsunuz aynı gemide cinayet var, kan var, gözyaşı var, hukuksuzluk var, çılgınlık var, cinnet var. Yani sanki bir zaman dilimi, bir asır dürüldü bir yere sığdırıldı. Gemiye bir anlamda çok önemli şeylerin yüklendiğine tanıklık ettik. Bu bakımdan bu gemi oldukça öğreticidir. Nuh’un mektebi de diyebiliriz ve bence ilhamını Nuh(as)’un gemisinden aldı. Nuh’un gemisiyle birlikte yeryüzü temizlendi, yeni bir dünya inşa edildi. İnşallah bu gemi ve bu gemidekiler yeni bir medeniyetin inşası için mimarlar olarak tarihe geçeceklerdir. Çünkü oradaki samimiyete şahit oldum. Yıllarca özlemini çektiğim huşuyla namaz kılmak nedir ben orada gördüm. Hele hele o Arap kardeşlerimizin yaptığı kunut duaları… Gözyaşı içerisindeki dualar nedir ben orada gördüm. Öyle etkili ki bizim dua saatinde, teheccüd saatinde o gayr-i Müslimler etrafımızda toplanıyorlar, dalıp gidiyorlar. Ve arkasından Peter Wagner isimli İngiliz, Müslüman oldu. “Ne seni etkiledi?” denildiğinde “Şu Müslümanların dua halindeki gözyaşları.” diyor. Çünkü onun geldiği dünya seküler bir dünya, fizik dünyası, metafizik olarak hiçbir bağlantısı yok. Alabildiğine bireyci, akılcı bir dünyadan geliyor. Bir insan durup dururken neden ağlar, onu çözebilecek durumda değil. Ya canı acıyacak ya da bizim bildiğimiz ağlamayı gerektiren zahiri dünyadaki sebepler olacak.  Adam etkilendi ve hemen orada Kur’an öğrenmeye başladı. Yine bir gün akşam namazı kılıyoruz, safa geçmişiz, baktık Vatikan’dan gelen başpiskopos geldi bizimle birlikte safa girdi. Biz de şaşırdık yani, aniden medyanın odağı haline geldi. O kendi dinine göre duasını yaptı, biz de namazımızı kıldık. Öyle bir kolektif ruh var ki o birliktelikte; kenarda kalmayı içine sindiremedi papaz. Öyle bir çekim gücü var yani. Herhalde dedim Hılf-ul Füdul’un güncellenmiş bir tablosuyla karşı karşıyayım. İsviçre’den katılan bir profesör vardı, mikrofonu uzattık, duygularını sorduk. Niçin bu gemidesin dedik. Profesörün bize verdiği cevap şu: “Her gün aynaya bakınca yüzüm kızarıyordu, kendimden utanıyordum, çocuklarımın yüzüne bakamıyordum. Gazze’de çocuklar bu halde iken hala sen bir şey yapmayacak mısın?”. Bu bana da çok öğretici oldu. Toplumu yeniden tahlil etmem gerektiğini, beşeriyeti yeniden okumam gerektiğini öğrendim. Önceden ön yargılarımız vardı, şablonlarımız vardı, keskin bir takım çizgilerimiz vardı, toptancı yaklaşımlarımız vardı. Ama orada böylesine bir ısınma oldu ki… Bir Yunan, Dimitrius bize hitap ederken Es Selamu Aleykum deyip besmele çekerek bize hitap ediyor. Hâlbuki İslam’la hiç ilişkisi yok. Oranın cazibesine akışına öyle kendisine kaptırmış ki. Sonra papaza gazeteciler sordular: “Sen Müslümanlarla safa durdun, duygularınızı alabilir miyiz?”  Papaz kalktı bize: “Duygularımı Kuran’dan bir ayetle dile getireceğim.” dedi ve Maide Suresi 82. ayeti Arapça olarak okumaya başladı. “İman edenlere düşmanlık etmede insanların en şiddetlisinin kesinlikle Yahudiler ile Allah’a ortak koşanlar olduğunu görürsün. Yine onların iman edenlere sevgi bakımından en yakınının da “Biz Hıristiyanlarız” diyenler olduğunu mutlaka görürsün. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar.” Dedim ki bu adam dersini çalışarak gemiye binmiş, bizim gibi apar topar gemiye binmemiş. Buradan şuna gelmek istiyorum, yine bu gemide Ebu Talib’leri gördüm. Ben sanıyordum ki Ebu Talib Peygamber(sav) zamanında yaşadı gitti. Ve biz daha çok Ebu Cehiller kıtalar dolaşıyor diyerek gündem oluşturuyorduk, Ebu Taliplerin de orada kıtalar dolaştığına şahit oldum. Tabi onların hidayeti için dua ediyorum.

Bakınız bu gemi temelinde insaniyetin olduğu, insanın gerçekten önemsendiği yeni bir dünya bakışı ortaya koydu. İrlanda’dan bir insan kalkıp Gazze’deki bir çocuk için harekete geçiyorsa; Türkiye’den onlarca anneyi orada gördüm, kendi çocuğunu birine emanet etmiş, Gazze’deki çocuk için gidiyor, bu nasıl bir şefkat hareketidir? Yani bir anneyi ucu bucağı belli olmayan bir sefere nasıl ikna edebilirsin? Tam aksine anneler bana şunu anlattılar: “Çevremizi, ailemizi ikna etmek için akla karayı seçtik.” Bu bakımdan bu geminin sonuçları, öğretisi çok ciddi. Aynı zamanda bu gemi bize yeni bir yaşam biçimini, hayat tarzını sundu. Gemideki bütün insanlar dünyalık hesaplarından, yüklerinden ellerini çekmişler, bu gemiye binmişler. Bu kolay bir şey midir? Hepsi iş güç sahibi, çoluk çocuk sahibi. Allah da bunun bereketini verdi. Kendisini bulunduğu mezheple, cemaatle, STK ile sınırlayanlar, birden dünyanın gündemine oturdular, yeni bir perspektif sundular. Gemide bir sohbetimiz olmuştu. Sohbetimiz aynı zamanda Arapça’ya, İngilizce’ye de çevriliyor. İngiliz bir bayan geldi yanıma, “Konuşmanızı dinledim. Bu konuşmaların, bu tespitlerin İngiltere’de de gündeme getirilmesi gerekir. Sizi davet etsem, beş ilde organize yapabilecek imkanımız var, katılır mısınız? dedi. Tabi şaşırdım. Ben yıllarca kendimi Malatya ile sınırlamıştım. İstanbul’a geldik biraz daha Türkiyeli olduk. Ama gemi benim dünyalı olduğumu, dünyada beni bekleyen sorumluluklar olduğunu hatırlattı. Ve şimdi bakıyoruz Türkiye’de hiçbir zeminde  buluşamayan kitleler, gemi ortak paydasında birlikte oldular. Gemide de bunu gördük, maşeri bir vicdan vardı, toplu bir akıl vardı, ortak bir yürek vardı ve bunu her karesinde yaşadık, hissettik. Bu bakımdan geminin toplumsal, askeri, siyasi, iktisadi sonuçları önümüzdeki günlerde kendini daha etkin biçimde ortaya koyacak. İsrail ilk defa Birleşmiş Milletler tarafından kınanma durumunda kaldı. Ve şu an İsrail’in aleyhinde davalar açılıyor, İsrail’i sorgulama noktasında.

İlkadım : Bir takım basın yayın organlarındaki olumsuz değerlendirmeler hakkında neler söylersiniz?

Ramazan Kayan : Psikolojik savaşa dikkat etmek lazım. İçimizdeki İsraillilere dikkat çekmek lazım, zihnen Yahudileşenlere dikkat çekmek lazım, işbirlikçilerine dikkat çekmek lazım. Bu kadar kan dökülmesini bu kadar vahşet yapılmasını görmeyip de halen insanlık yönü ayağa kalkan bir vicdan hareketini, bir insaniyet mektebini eleştirmeye dili varan varsa bunlar da canilerle işbirliği halinde olanlardır. 60 yıldır yapılan bir zulüm var. Halen bu zulüm devam ediyorsa, insanlar insanlıklarından utanmıyorlarsa hala buna son veremedikleri için kendilerini suçlamıyorlarsa bunlar ya hastalıklıdır, ya da zihinleri yerinde değildir. Başka türlü tanımlanamaz. Ve bu çok geç kalmış bir müdahale idi, bir hareketti. Hiç birinin üzerinde silah yok. Gemide 60 tane bayan var, 80 yaşının üzerinde insanlar var. Ben gemi içerisindeki insanların yaş ortalamasına da dikkat ettim. Yaş ortalaması 40’ın üzerinde. Bu insanlar bu noktada bunu yapmayıp da ne yapacaklardı yani? Oturup yıllarca yerimizde olayları yorumladık, izledik. Son yıllarda 11 Eylül ile birlikte İslamofobi, fundamentalizm, İslam’ı terörle eşitleme propagandaları yapılıyordu. Ama elhamdülillah İslami terör de çöktü, kimin terörist olduğu, hangi devletin terörist olduğu ortaya çıktı. Eğer bir dini terörle ilişkilendirecekseniz ben buna da aslında taraftar değilim. Çünkü tüm Yahudileri bu anlamda potansiyel suçlu olarak görmemiz de doğru değildir. Ama İsrail bu müdahaleyle birlikte sadece askeri olarak çökmedi, ahlaki olarak da çöktü, siyasi olarak da çöktü.

İlkadım : Saldırı anını anlatabilir misiniz?

Ramazan Kayan : O anı tarif edeyim. Gemide 60 civarında bayan var, yaşlılar var, gençler var, 35 civarında ülkeden insan var, Türkiye’de 50’nin üzerinde ilden gelen insanlar var. Bunların çoğu entelektüel, kanaat önderi, ciddi insanlar. İsrail fırkateyn, hücum bot, savaş gemisi, helikopter, insansız uçak bunların hepsini devreye soktu. Biz o sırada sabah namazındaydık. Üst katta böyle bir durum olma durumunda nöbet tutan insanlar vardı. Canlı kalkan durumunda orada bulunuyorlardı ve kendilerini savunacak hiçbir şeyleri yoktu, süpürge sapları vardı ellerinde. 5 dakikada gemiyi teslim alacaklardı. Bir saatten fazla sürdü. Çünkü o insanlar üzerilerindeki emaneti sahiplerine ulaştırmak üzere yola çıkmışlardı. Bu yük bize emanettir. Kendi hayatlarını emanetler zayi olmasın diye, emanete ihanet olmasın diye tehlikeye attılar. Yaralılar gelmeye başladı, arkasından şehitler geldi. 600’e yakın insanın o metanetini göz önüne getiriyorum, müthiş bir olay. O gemideki sekineyi gördüm, Allah’ın gaybi yardımlarını gördüm. Başka türlü izah edilemez. Hani şurada sokakta bir kavga olsa, birinin başı yarılsa mahalle gürültüye, vaveylaya gider. Ama hiç mi bir ağlıyan, sızlayan, korkan, feryat eden, tedirgin olan insan olmaz? Emin olun ki rastlamadım. Adana’dan şehit olan Çetin kardeşim şehit olmadan üç saat önce eşiyle birlikte yanıma gelmişlerdi. Gündüz bir sohbetimiz olmuştu. “Mutlaka seni Adana’ya bekleriz, Adana’da evimizde misafir etmek isteriz” dediler. “İnşallah” dedim. Üç saat sonra kardeşimin şehit olan bedeni yanımda, karısı başında dimdik duruyor. Öyle bir duruş ki genç bir kadın kocasının cesedinin yanında. O metanet, o dirayet, o asalet, o haysiyet, o iffet, o izzet… Dün o bacımızı Adana’da ziyaret ettim. Bana söylediği şu: “Hocam bir sonraki gemiye de oğlumla katılacağım” diyor. 18 yanındaki oğlu yanında, ortada bacımız dimdik. Adana’da misafirlerini ağırlıyor. Bu bir örnek. Yaralıların tevekkülünü, metanetini göz önüne getiriyorum. Geride bacılarımız var, “Müsaade edin biz de üst kata çıkalım” diyorlar. Biz onları durdurmaya çalışıyoruz, “Siz burada yaralılarla ilgilenin” diyoruz. Biz bize düşen merhameti onlara gösterdik, onlar da kendi caniliklerini gösterdiler. Yakinen tanımak nasip oldu. Ve en önemlisi de dünyanın dört bir yanından gelen mü’minlerle kardeşlik potasında erimek, kardeşliğin tadını doya doya almak nasip oldu. İslam kardeşliğinin fotoğrafını orada doyasıya seyrettik. Esir edildikten sonra kardeşlerimin metanetini göz önüne getiriyorum. Elleri bağlı iken, esirken yerinden fırlayıp ezan okuyan kardeşim gözümün önünden gitmiyor. Yine elleri bağlıyken, kelepçeliyken namaz kılan, abdest alan o kardeşlerimin durumu. Mesela aramızda bir kardeşimiz vardı, beli kamburdu, fiziki olarak yani. Esir edildikten sonra o kamburunu göz önüne çıkarmamak için göğsünü nasıl göz önüne çıkarıyordu bir görseydiniz. Hacdaki tavaf esnasında sağ kolunu açıp da tavaf yapanlar aklıma geldi. Bu imanın izzetidir dedim. Bu, imanın insana verdiği enerji ve güçtür. Ve o güzel birliktelik ortamında Rabbim gaybi yardımlarıyla, rahmetiyle, nusretiyle bize yardım etti ve bizi o zalimlerin elinden çekti çıkardı. Şehitlerimize gelince, geçen yıl Gazze’de 1400’ün üzerinde şehitimiz vardı. Bu sene 9 şehidin etkisi 1400’den daha fazla oldu. Bunu iyi okumamız lazım. İnşallah bu şehitlerin bereketi, ümmetin ölü toprağı serpilmiş olan dirilişi için iyi bir vesiledir. Aynen tabiri caizse İsa’nın nefesi gibi yetişti bu şehitler ümmete, İsrafil’in sûru gibi yetişti. Üzerimizdeki ölü toprağı serpilmişliğinden kurtulmak için elhamdülillah çok güzel sonuçlarına şahit oldum. Ve size son aldığım bir duyumu ileteyim. Sadece Endonezya’dan yeni bir gemi seferi için, iştiraki için başvuran insanların sayısı 2 milyonu geçmiş.

İlkadım : Hocam İsrail hala ısrar ederse, hayır ben ambargoyu kırmayacağım, mücadeleme devam edeceğim ve bu Filistin halkına reva gördüğüm zulmü devam ettireceğim derse bundan sonra neler yapılabilir?

Ramazan Kayan : Gemide İsrailli askerlerle yüzleştikten sonra İsrail’i de tanıma fırsatı oldu. Elhamdülillah, o bir avuç silahsız Müslüman karşısında İsrail’in yaşadığı paniği gördük. Nasıl ağladıklarını, en seçme komandolarının affedersiniz, altına kaçırdıklarını gördük. Bu bakımdan tarihin seyri değişmiştir. Bu bir dönüm noktası olmuştur. Bu gemi Gazze’yi çoktan geçti, aştı, Gazze’nin ötesine gitti. Mısır ördüğü duvarları yıkıyor, yerin altındaki çelik duvarları söküyor. İsrail korkunç bir telaş içerisinde, yalnızlaşıyor. İsrail tarihinde hiç bu kadar yalnızlaşmadı. Amerika bile artık İsrail’i sırtında yük olarak görüyor. Nasıl sırtından atabileceğinin hesabını yapıyor. İnşallah, biz kararlı olalım, tutarlı olalım, sabırlı olalım. Fakat sorumluluklarımızın farkında olalım. Uçakta gelirken oradaki kardeşlerimize de söyledim, dedim ki: “Kardeşlerimiz şehit oldu, bize de şahitlik düşüyor.” Şahitlik şehitlikten geri kalır bir şey değildir. Şahitlik belki daha da zordur. Şahitlik, sadece kendini değil, toplumu da kurtarmak için sorumluluk yüklenmek demektir. Şahitlik, yükümlülük demektir. Şahitlik, örneklik demektir. Şahitlik, öncü, özne ve önder olmak demektir. Belirleyici ve sürükleyici olmak demektir. Şimdi tüm kardeşlerimiz şahitliğin hakkını verebilmek için hareket halindeler ve bu şahitlik topluma yeni bir bereket, yeni bir hız, yeni bir rüzgar getirecektir. Ben şahsen bu rüzgarın etkilerini, izlerini gittiğim her yerde görüyorum, hissediyorum.  İnşallah şunu murat ediyorum; Allah bu ümmeti şehitsiz bırakmadı, şahitsiz de bırakmayacaktır. Sonuçta biz Müslüman’ız, Allah’a hesap vereceğiz. Kirlenmiş bir dünyanın temizlenmesi için çırpınıyoruz. Ateş topuna dönüştürülen bir dünya var. Kan gölüne dönüştürülen bir dünya var. Bu dünyada aslında 36 milyar insana yetecek zenginlik var ama 6 milyar insana dar geliyor. Kötü yönetildiği için, emperyalizm ve siyonizm yüzünden dünya bu hale geliyor. Talan ediliyor, adil bir paylaşım yok. İşte biz şahitliğimizi, halifeliğimizi icra edersek, bu dünya bize de bizden sonrakilere de yetecek bir dünyadır. En önemlisi bizden sonraki nesillere bir miras bırakıyoruz. Bir mücadele geleneği bırakıyoruz. Öncesinde hep şunu düşünürdüm: “Yıllardır hep çırpınıyoruz, didiniyoruz. Türkiye içinde bir çalışmamız var. Acaba yarın ölünce geridekilere bir gelenek, bir miras, bir mektep bırakabilecek miyim?” Tereddütlerim vardı ama artık elhamdülillah biraz müsterihim. Siyonizm’e karşı dik duran, sorumluluklarını kuşanan, sadece bir gençlik hareketi değil 7’den 70’e herkes tarafından paylaşılan bir mücadele geleneği başlatıldı. Yıllarca bizim mücadele algımız gençlik ekseni etrafında dönüyordu. Fakat bu gemiyle birlikte artık bizden sonrakilerin devralabilecekleri ve geliştirebilecekleri bir mücadele zemini olması beni daha çok umutlandırıyor. Bu gemi bir umut oldu, bir ufuk oldu, bir perspektif bize sundu. Ataletten, rehavetten kurtulmayı beraberinde getirdi. Bu açıdan ben şahsen sıradan bir gemi olayı olarak görmüyorum. Kapasitesinin üzerinde bir etki ile bir sonuçla bizi karşı karşıya bıraktı. Rabbim akıbetimizi hayretsin diyorum.

İlkadım : İnşallah Hocam, çok teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun.                                                  

Ramazan Kayan : Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.