KAPAK – Ramazan Ayı ve İnfak

Ramazan ayı; rahmet, bereket, mağfiret ve ateşten kurtuluş ayıdır. Rasulullah (sas) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “Ramazanın, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da ateşten kurtuluştur.’’[1] Bu kurtuluşun mükâfatı ise, bir başka hadis-i şerifte şöyle müjdelenmiştir. “Şüphesiz ki cennette bir kapı vardır, ona REYYAN kapısı denir. Kıyamet gününde o kapıdan sadece oruçlular girer, onlardan başka hiçbir kimse o kapıdan giremez. Oruçlular o kapıdan içeri girince kapı kapanır ve başka hiçbir kimseye o kapıdan girmeye müsaade edilmez.”[2]
Ramazan ayı, şeytanların bağlandığı, cehennem kapılarının kapandığı ve cennet kapılarının sonuna kadar açıldığı aydır. Cenab-ı Hakk’ın Şeytana “Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.’’[3] buyurduğu aydır. İnsan, dünyada şeytan ve yardımcılarının tuzaklarına düşmeyip, dünyadaki varlık nedeni olan kulluk vazifelerini yerine getirirse ve orucunu gayesine uygun olarak tutarsa, cennet ve cemalullah’la mükâfatlanacaktır. Rasulullah (sas) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Oruç tutan için iki sevinç vardır. Birisi, iftar ettiği zaman, ikincisi ise Rabbi ile buluştuğunda.’’[4]
Ramazan ayı, fitre ve zekât ayıdır. Müslümanlar, öteden beri bu ayda yapılan amellerin sevabının diğer aylara nispetle kat kat fazla olduğunu bildikleri için, zekâtlarını bu ayda vermeyi tercih ederler. Ameller ise niyete göredir. Allah (cc) amellerini, tercihlerini ve niyetlerini mübarek eylesin.
Ramazan ayını hakkıyla eda etmenin en önemli adımlarından biri de infak konusunda Muhammedi bir hassasiyete sahip olmaktan geçmektedir.
Tevhid dini olan İslam’da toplumsal yapının ve hayatın en temel özellikleri de tevhittir. Tevhide inanan insanlar her şeyin olduğu gibi malın da Yaratıcısı ve gerçek sahibinin Allah olduğunu bilirler. İslam insana sınırsız bir hürriyet tanımayarak sahip olduğu tüm varlığını nasıl kullanacağını da bildirmiştir. Yaratıcımız bizleri başıboş bırakmamış, malımızı nasıl tasarruf etmemiz gerektiğini de bizlere bildirmiştir. Daha vahyin geldiği ilk günlerde infak konusu ele alınmıştır. İnfak bütün insanlara yönelik bir emirdir; zekât ve fitre ile karıştırılmamalıdır. Zekât ve fitre sadece zenginlerin üzerine bir vecibe olmasına rağmen infak zengin fakir herkesi ilgilendirir.
Aslında yardımlaşma tüm kâinatta görülen bir kanundur. İnsan da bu yardımlaşma şuuruna ererse kâinatla uyumu yakalamış olur. Toprak, su, hava ve sıcaklık birleşir, bitkilere yardım eder, bitkiler hayvanların gelişimine yardım eder. Bu ikisi birden insana yardım ederler. Kanımızdaki hücreler bedenin ihtiyaç duyulan her yerine yardım götürürler.
İşte insan hayatının da aksamadan, hastalanmadan devam etmesi için aynı yardımlaşma nizamını Rabbimiz toplum hayatına da koymuş ve bunu bizim sorumluluğumuza havale etmiştir. Allah insanları toplu halde yaşamaya mecbur etmiş aralarında iş bölümü yaptırmak suretiyle herkese bir görev yüklemiştir.
Kullukta, yüceltmenin iki kanadı vardır. Birisi kuldan Allah’a uzanan namaz, diğeri ise kuldan kula uzanan infaktır. Bu husus ilk inen surelerden olan Maun suresinde ifade edilmektedir. Bu surede hem namaz hem de infak birlikte ele alınmış ve ikisinin de gösterişten uzak olarak yerine getirilmesi din olarak tarif edilmiştir.
Tevhid inancı sağlam olunca yani iman sağlam olunca infak kolaylaşır. Mülk kimindir? Allah’ın. İnsanlar sadece mülkün geçici bekçileridir. O’nun verdiğini kimse alamaz; O’nun aldığını kimse veremez. Veren de Allah; “VER” diyen de Allah; verdirende Allah… İnsanların tüm kazandıkları Allah’ın verdiğidir. Onun için infak ederken, yoktan var ettikleri servetten değil; Allah’ın yarattığı ve herkesin ortak yararlanmasına sunduğu tabiattaki zenginliklerden harcadıklarını bilmeleri gerekir. Aksi halde “Allah’ın sana ihsan ettiği gibi sende ihsan et”[5]emrine karşı, bu servet bana ancak benim bilgim sayesinde verildi diyen Karun gibi olurlar.
Âlimler, şu beş kişi aldanmıştır, der:
- Yaratıcının Allah olduğunu bilip de kulluk etmeyen.
- Rızkı verenin Allah olduğunu bilip de kendini huzur ve güven içinde hissetmeyen.
- Dünyanın geçici olduğunu bilip de hala ona aldanan.
- Varislerinin düşman olduğunu bildiği halde onlar için mal biriktiren.
- Bir gün öleceğini bildiği halde ona hazırlık yapmayan.
Peygamber Efendimiz sallallahu ve sellem arkadaşlarına ölümü çokça hatırlamalarını söylerdi. Sahabeden birisi; “Ey Allah’ın resulü benim kalbim ölümü hiç hatırlamıyor” deyince Peygamberimiz ona “Malın var mı diye” sormuştur “malım çoktur” demesi üzerine “işte sana ölümü unutturan odur; eğer onu hak yolunda harcamazsan ziyana uğrarsın” demiştir.
Allahu Teâlâ’nın Esmaül Hüsna’sını zikretmenin en faydalı yolu fiili zikirdir. İşte infak etmek Allah’ın Er-Rezzak esmasını fiilen zikretmek demektir. İnfakın farz olanına zekât; nafile olanına sadaka, ramazan ayına has olanına ise fitre denir. Zekâtın kelime anlamı artırmak, çoğaltmak ve temizlemektir. Demek ki zekâtı verilen mal; artmakta, çoğalmakta ve temizlenmektedir. Bu, vakti gelince üzüm asmasının budanmasına benzer; budanan asma hem temizlenmekte, güçlenmekte hem de üzüm vermekte ve bir artış gerçekleşmektedir.
Allahu Teâlâ faizi yasaklamış onun yerine zekâtı farz kılmıştır. Faizin kelime anlamı da artış demektir ama görünüşte malın miktarının artmasına rağmen gerçekte bereketini öldürmekte, eksiltmektedir. Zekât ise görünüşte malın miktarını azaltsa da gerçekte bereketini artırmaktadır. İnfak eden kimse aslında İnfak ettiği şeyini sureta vermiş görünüyorsa da hakikat da ahirette kendi hesabına göndermiştir. Allah rızası için verdiklerinin zayi olmayacağına tam inanan kişi infak etmekte zorlanmaz; eğer infakta zorlanıyorsak Allah inancımız tam ve doğru değildir; biraz münafıklık alametleri vardır. İnfak, bu açıdan tam inanan ile inanmayanı ayrıştıran turnusol kâğıdı gibidir.
Elimdeki 100 liranın 50’sini verdiğimde görünüşte 50 lira eksilmiştir ama kalan 50 liram bereketlenmiştir. Onu infak etmeseydin; belki evde ya da dışarıda pek çok lüzumsuz masraf çıkacaktı. Belki evde hasarlı kazalar olacak, bir şeyler düşüp kırılacak; belki telefonumuzu kaybedip yenisini almak zorunda kalacaktık. Ya da basit bir soğuk algınlığı ve yanlış ilaçlar yüzünden bronşit ilerleyecek; belki o da parayı düşürüp kaybedecektim. Gerçekte onu sadaka olarak verdiğimde kendimi korumuş oldum. En ufak bir bakıma bedenimizi ve malımızı sigortalatmak garanti altına almak demektir. Allah rızası için yapılan hayırları; Allahu Teâlâ borç olarak almıştır. Bize verilen emaneti asıl sahibine zamanında teslim etmeye çalışmalıyız; yoksa ölürken ister istemez teslim etmek zorunda kalacağız, hem de değersiz çer çöp yığını olarak.
Bakara 245’te; “Kim Allah’a güzel bir borç verir?” buyrulmaktadır. Allah’a borç vermek demek malını ihtiyaç sahiplerine dağıtmak demektir. Bizim başkaları için harcadığımız ne varsa onları; Allahu Teâlâ borç olarak almakta, bunu daha sonra bize geri ödeyeceğini bildirmektedir. Hem de kat kat katlayarak geri ödeyecektir. Bir de mallarını Allah yolunda harcayanların durumu “Yedi başak veren, her başakta yüz tane bulunan tohuma benzer. Allah dilediğine kat kat verir”[6] buyrulur.
Allah için vermek aslında vermek değildir, almaktır. Hem de maddi hesabı olmayan bir karşılığı vardır. İnfak etmek; ileride geleceği kesin olan zor günlerimiz için şimdiden Allah katında ihtiyaç duyacağımız şeyleri biriktirmektir. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem,“İnsanoğlu; malım malım der durur ama onun malı ancak; giydiği ve önden gönderdiğidir.” buyurur. Yediğimiz ve giydiğimiz şeylerin hesabı sorulacak ama önden gönderdiklerimizin hesabı olmayacaktır. Yine Peygamberimiz; “Senin asıl malın önden gönderdiğindir; biriktirdiklerin senin değil mirasçılarınındır. Malını miras bırakan, ahirette sorgu suale tabii olacak ve pişmanlık çekecektir.” buyurmaktadır.[7] Kişi dünyadayken zaten malı kazanmanın zahmetini çekmişti, ahirette de cezasını çekecektir.
Süfyan-ı Sevri şöyle demiştir; “Dünyanın en hayırlı varlığı kendisi ile imtihan edilmediğiniz şeydir; bu ise sadece elimizden çıkanlardır. Yani Allahu Teâlâ ahirette malımızı nereden kazanıp nereye harcadığımız konusunda bizi ince bir hesaba çekecek ama ifade ettiğimiz mallarımız hesap dışı kalacaktır. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ister zengin ister fakir olsun; kıyamet günü herkes “Ah ne olaydı dünyada ancak zaruri ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar bir rızkım olsaydı diye temenni edecektir.” buyurur.
Rabbimiz kalplerimizden iman kuvvetini, ruhlarımızdan cömertlik neşesini, vicdanlarımızdan infak huzurunu eksik etmesin. Hak Teâlâ cümlemizi yaratılan her şeye şefkat, merhamet ve tebessümle yaklaşan, ince ruhlu, kâmil müminlerden eylesin. Kalplerimizden iman muhabbetini, yüzlerimizden İslam’ın güler yüzünü eksik eylemesin, Ramazan ayını hakkıyla idrak eden nasipli kullarından eylesin. Âmin.
[1]Camius Sağir, 2818
[2]Buhârî, Savm, 4; Müslim, Sıyâm, 166
[3]Hicr Suresi, 42
[4]Müslim, Sıyâm, 164, I, 807; Tirmizi, Savm, 55, III, 136
[5]Kasas Suresi, 77
[6]Bakara Suresi , 260
[7]Müslim, Zühd 3-4. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 31, Tefsîrusûre(102) 1; Nesâî, Vesâyâ 1