KAPAK-Mustafa Yasir Demirkol – İhtilaf Etmek Zorunda mıyız?
“Birbirinizden nefret etmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun. Bir Müslümana din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helâl olmaz!”[1]
Hamd; âlemlerin Rabbi olan, insanları farklı şâkile ve tabiatlar üzere yaratan ve insanlara gerek itikadî gerek fıkhî birtakım şerʿî serbestlikler tanıyan Allah Teâlâ’ya; hamd ü senâlar, farklı şeriatlarla gönderilmiş peygamberlerin[2] sonuncusu, Fahr-i Kâinât Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’yadır.
Allah Teâlâ kulları yaratmış; kulların, içerisinde bulundukları bu dünya hayatı layık-ı veçhile yaşamaları için de kendilerine, yine kendileri gibi bir beşer olan peygamberi önder olarak göndermiştir. Bu peygamber, Fahr-i Âlem Efendimiz Hazretleri (sallallâhu aleyhi ve sellem), kullara hem Cenâb-ı Hakk’ın ezelî-kadîm sıfatı olan kelâmını Kur’ân-ı Kerîm olarak tebliğ etmiş hem de kendisi kullar için birtakım hükümler vazetmiştir.
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan âyet-i kerîmler gerek Nebiyy-i Zîşân Efendimiz’in fem-i pâklerinden sâdır olmuş hadîs-i şerîfler, fıkhî ve ahlâkī muhtevalı olabildiği gibi itikada ilişkin de vârid olmuşlardır. Öte yandan bu âyet ve hadîslerin neyi nasıl ifade ettikleri de farklılaşabilmektedir. Söz gelimi, “… yapın/edin” şeklinde “emir” kipi içeren her cümlenin muhtevasıyla mutlak surette amel edilmesi gerekmemekte, bu “nass” ile amel etmeyen kimse her durumda bir farzı terk etmiş duruma düşmemektedir.
Yine bir kimse, birbiriyle aynı anda amel etmesi mümkün olmayan iki hadis rivâyetinden birini bir gerekçeyle tercihe şayan görebilmekte ve tercihe şayan görmediği diğeri rivâyeti amele bağlayıcı surette konu etmeyebilmektedir.
Burada verilen iki örnek ile diğer usûlî meseleler, nassa muhatap olan çeşitli kimselerin hakkında farklı anlayış biçimi geliştirdikleri ve buna göre diğerlerinden ayrıldıkları meselelerdir.
Bu farklı anlayış biçimini ise tarafların muhatap olduğu nassın bizzat kendisi gerektirmektedir.[3] Başka bir deyişle, nassa muhatap Müslümanların nassları anlama noktasında farklılaşması, yani ihtilaf etmesi bizzat nassın gereğidir. Nassların bu yapıyı Cenâb-ı Hakk’ın iradesinden bağımsız bir surette kazandığı görüşünde olmadığımıza göre nassları anlayış biçiminde vuku bulan ihtilafın bizzat Cenâb-ı Hakk’ın iradesi dahilinde olduğunu söylemek mümkündür.
İhtilafın bizzat nassın gereği olduğuna ilişkin kabule sahip olduktan sonra bu ihtilafların müncer olduğu sonuçların keyfiyeti üzerine düşünmek de mümkündür: Bu ihtilaflar rahmet midir yahut azap vesilesi midir?
Bu noktada Seyyidü’s-Sâdât Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) sahih bir nispeti bulunmayan “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” şeklinde şöhret bulmuş rivâyet akıllara getirilebilir.[4] Âlimler, bu rivâyetin Hazreti Muhammed Mustafa (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e nispet edilmiş (merfûʿ) ve nispeti doğru bulunmuş (sahih) bir tariki bulunmuyorsa da mânâsının hakikati ifade ettiğine ilişkin bir kanaate sahiptirler.
Buna göre birtakım ihtilaflar bizzat rahmettir. Söz gelimi Müslümanların gündelik hayatta uygulayageldikleri pratiklere (fürûʿ) ilişkin farklı müçtehitler tarafından verilmiş çeşitli hükümler bulunmaktadır. Bu çeşitli hükümlerin, şerʿî hitabın muhatabı bulunan her bir Müslüman için bir rahatlık ve dolayısıyla bir rahmet olduğu izahtan varestedir. (Bir kimsenin bu çeşitliliğe “lâübâlî” bir tavırla yaklaşıp mezhepler üstü bir noktayı kendine mevki edinmesi de mümkündür. Bu durum o kimse için rahmet olmadığı gibi kendisini “dinsizliğe götürecek bir köprü” de olabilir. Ne var ki bu durum bazı ihtilafların rahmet olduğuna ilişkin sözü nefyedecek de değildir.)
“Ümmetimin ihtilafı rahmettir” şeklinde şöhret bulmuş rivâyete bakıldığında bizi “Her ihtilaf rahmettir” ve “Birtakım ihtilaflar rahmettir” şeklinde iki anlam karşılamaktadır. Bu anlamların ikincisi tercihe şayandır. Her ne kadar bu ikinci anlam “Birtakım ihtilaflar rahmet değildir” sözünü bizzat gerektirmiyorsa da bu sözü söylemekte de bir beis olmasa gerektir: “Birtakım ihtilaflar rahmet değildir.”
Peki, rahmet olmayan ihtilaflar hangileridir?
İtikada, Allah Teâlâ’nın zat ve sıfatları ile dinin asıllarına ilişkin ihtilaflar rahmet değil, hatta dalalettir. Zira bu noktada var olan ihtilaf kişinin mü’min-kâfir olmasına doğrudan etki etme potansiyelini haizdir. Bu noktada vuku bulacak bir ihtilafın kişinin ahirette ebedî bir azaba duçar olmasıyla sonuçlanması söz konusu edilebileceğinden ilgili azabın rahmet olmak bir yana bizzat dalalet olduğundan bahsetmek mümkündür. Fahr-i Kâinât Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ashâb-ı Güzîn (radıyallahu anhum ecmaʿîn) özelinde tüm mü’minleri Allah Teâlâ’nın zatına ilişkin tefekkür ve tartışmalara dalmaktan nehyedişini[5] de bu bağlamda okumak mümkündür.
Bu noktada akıllara şöyle bir soru gelebilir: Madem ihtilaf kaçınılmaz bir durum, o hâlde Müslümanların birleşmesi de (ittihad) mümkün olmayacaktır. Birliktelik olmadığında da herhangi bir güç doğmayacaktır.
Bu farazî soruyu Müslümanlar arasında var olan ayrışmanın sebebinin sahip oldukları farklılıklar ve ihtilaf değil, tefrika olduğunu beyan ederek cevaplamak mümkündür. İhtilaf kaçınılmaz bir durumsa da “ayrışma” mânâsındaki tefrika kaçınılmaz bir durum değildir. Rahmet de değildir. İhtilaf ittifaka mâni ise de ittihada mâni değildir. Tefrika ise hem ittifaka hem ittihada mânidir.
[1] Buhârî, “Edeb”, 62.
[2] el-Mâide, 5/48.
[3] Mezhepler, hususen fıkhî olanlar, hakkında yazılmış eserler ile fıkıh usûlü eserlerine göz gezdirildiğinde mezheplerin farklılaşmalarının temelinde nassın bizzat rol oynadığı sonuca varmak kaçınılmazdır.
[4] Bu rivayet hakkında bir değerlendirme için bk. Ebubekir Sifil, Sana Dinden Sorarlar-1 (İstanbul: Rıhle Kitap, 2022), 81-82.
[5] Bkz. Ali el-Müttakī el-Hindî, Kenzü’l-ʿummâl fî süneni’l-akvâl ve’l-efʿâl (Beyrut: Müʾessesetü’r-Risâle, 1985), 3/106.