KAPAK – Mevlam Neylerse, Güzel Eyler

Arzularımızın, emellerimizin mihveri, ana merkezi Anadolumuz, canım ülkemiz üzerinde kötü arzular besleyen ve taşeronluk arzusuyla dolu kişiler ve gruplar var. Bu nedenle ülkemiz bugün, kötü emellerin ve öz varlığının devamındaki çekişmeyi yaşamaktadır.
Türkiye üzerinde kötü emeller besleyenlerin başında Ermeniler gelmektedir. Ermeniler sözde Ermeni katliamı iddiasıyla intikam duyguları içerisinde PKK’yı taşeron olarak kullanmakta ve desteklemektedir.
Ermeniler bu yolla bir taşla üç dört kuş vurmak istemektedirler. Zira dillerine doladıkları sözde soykırım hadisesinden büyük ölçüde Kürt aşiretlerini sorumlu tutmakta ve öç almak istemektedirler. İkinci olarak PKK vasıtasıyla bölgedeki nüfusun göçünü ve azalmasını gerçekleştirmek arzusu gütmektedirler. Kürtlerden bu şekilde intikam alma arzusuyla olayın her gün biraz daha tırmanmasını sağlamayı amaçlamaktadırlar. Doğu ve Güneydoğu topraklarımızda tehcir ve terörle nüfus azalmalarını sağlayarak bilahare yerleşmelerine uygun hale gelmesini hedeflemekte ve ummaktadırlar. Daha sonra bu bölgeye yerleşecek Ermeniler bu suretle nüfus bakımından çoğunluk imkânına sahip olabilecektir. Doğrudan tedhiş ve terör örgütlerine katıldıkları da söylenebilir. Nitekim öldürülen teröristlerden bazılarının sünnetsiz olduğu haberleri zaman zaman basında yer almaktadır. Üçüncü olarak terör olaylarının neticesinde bölgedeki arazilerin ucuzlaması sağlanacak ve bu da emellerine kavuşmalarını kolaylaştıracaktır. Zira Filistin topraklarına Yahudiler de bu plan üzere sahip olmuşlardı. Dördüncü olarak bu tedhiş hareketiyle devletimizin ekonomik gücü eritilecek ve ilerlemesi engellenecektir. Zira Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki terör olayları için harcanan para o bölgelerimizdeki şehirleri ve en küçük yerleşim alanlarını en modern şekilde yeniden kuracak miktardadır. Heba olan insan gücü ve geçen zaman da cabası…
Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemiz için Ermeniler madalyonun bir yüzüdür. Diğer yüzünde ise İsrail vardır. Yahudiler de bu bölgede ve Kuzey Irak’ta yer alan Kürtçü hareketleri desteklemektedir. Yahudi Prof. Dr. Yona Sabar’ın “Kürdistan Yahudilerinin Halk Edebiyatı: Antoloji = The folk literature an anthology” isimli eserinde Barzanî ailesinin Yahudi asıllı olduğu ispat edilmiştir. Ancak Barzanî deyince bütün Barzanî aşiretini anlamak gerekmez. Barzan Kuzey Irak’ta bir bölgedir. Bu yörede ikamet edenlerin tamamına da Barzanî denilmektedir. Saddam Irak’ı İsrail’le çekişmeli hale gelince Kuzey Irak Kürtleri hem nesep, hem Saddam, hem de bölgedeki menfaatleri açısından İsrail’in ilgisini çekmiştir. Arz-ı Mev’ud da yakın bir bölgedir. Hatta Kuzey Irak Kürtlerini bu nedenle askerî eğitime tabi tutmuşlar ve maddi yönden desteklemişlerdir. Şimon Peres Kürtlerin Avrupa’daki temsilcisi Dr. Kamuran Ali Bedirhan ile gizlice bir araya gelmiştir. Bedirhan 1940-1950’li yıllarda İsrail adına muhbirlik de yapmıştır. İsrail ve Kuzey Irak arasındaki bu ilişki devam ede gelmiş, Mossad görevlisi David Kimch ve daha sonra Mossad’ın Yahudi göçmenleriyle ilgili kolunda görevli İsrail kabinesi üyesi Eliav Kürt ayaklanmacıların karargahına gizlice gitmiştir. Yanında üç doktor ve üç hemşireden oluşan seyyar bir hastane de vardı. Eliav burada Molla Mustafa Barzani ile görüştü ve altın bir madalyon hediye etti. İsrail, Kürt devleti ve halkının kalkınması için askeri, ekonomik ve teknik yardım sözü verdi. İsrailliler her ay mutad 50,000 dolarlık yardımların dışında ekstradan 50,000 dolarlık paketler halinde yardımlarla Kuzey Irak’ta etkinliğini devam ettirdi.
Bunların yanında Amerika da Kuzey Iraktaki emelleri dolayısıyla bölgedeki bu faaliyetleri desteklemiştir. Amerika’nın petrol hırsı ve menfaatperestliği, İsrail’in Kuzey Irak’la bu ilişkileri, Saddam’ın hudutsuz hareketleri Irak’ın işgali ile sonuçlandı. Demokrasi, hürriyet, eşitlik nakaratlarıyla bir ülke tarumar edildi. Her gün yüzlerce insanın ölümü, katliam ve akan kan ayyuka çıktı. PKK da bu kargaşa ortamından faydalanarak bölgeye yerleşti.
Batı dünyası ve Siyonizmi birleştiren nedenler de Ortadoğu üzerinde etkili olmaktadır. 1095 yılında Haçlı orduları Kudüs’ü zapt edip büyük bir katliamla buraya yerleşmiş ve “Haçlı Krallığı” kurmuşlardı. 1187 yılında Taberiye gölü yakınındaki Hıttîn isimli tepenin eteklerinde Selahattin Eyyübi kumandasındaki ordu tarafından bu krallık müthiş bir bozguna uğradı. Selahattin Eyyübi miraç kandili sebebiyle Kudüs’e girişiyle umumi af ilan etmişse de, Hıristiyanlar bunu bir hile zannedip Akra kalesine sığındılar. 1291 senesinde Akra Kalesindeki Hıristiyanlar Memluk Emiri Sultan Halil tarafından kılıçtan geçirildi ve denize döküldü. Bu yenilgiler ve yok oluş o zamanki Hıristiyan dünyasında büyük bir korku ve endişe meydana getirmiştir. Haçlı ordularının kurdukları bu devlet oraya dışardan hulul sebebiyle kurulmuş ancak tutunamamış, yok olmuştur. Aynı şekilde Yahudiler de bu bölgeye dışardan hulul etmiş, devlet kurmuşlardır. İsrail Hıristiyanların başına gelen tarihteki bu olayların ve yok oluşun kendi başına gelebileceği korkusu ve endişesi ile yaşamaktadır. Mavi Marmara gemisi ile ortaya çıkan durum bu nedenle de korkuya ve paniğe neden olmuştur. Yoksa ortaya çıkan durumu milletler arası hukukla veya başka bir nedenle anlamak mümkün değildir. Bu korku Batı dünyası ve Siyonizm’i tarihin kıskacında birleştirmektedir. Demokrasi, eşitlik, hürriyet nakaratlarını sürdüre gelen Batı bu konuda samimi değildir.
Bu makale çerçevesinde Marmara yardım gemisinde cereyan eden müessif saldırıya Ermeni-PKK, Yahudi-Kuzey Irak, Amerika-Menfaatler, Kudüs’ün fethi-Batı, Siyonizm açısından değinmeye çalıştık.
Mavi Marmara gemisi ve dokuz mü’minin şehit oluşu gerçekten de bir milat mesabesindedir. Yeni gelişimlere gebedir.
Ortadoğu’da kurulan devletçikler cetvelle çizilmiş sınırlarla birbirinden ayrılmaktadır. Tabii bir oluşum tarzı ile tebeyyün etmediği açık bir şekilde bellidir. Ne Irak’ta, ne Suriye’de, ne Ürdün’de, ne Suudi Arabistan’da, ne de Kuveyt’te millet olabilmenin gereğine göre oluşmuş bir devlet vardır. Bunlar kah mezhep, kah ırk veya aşiret temeline göre oluşturulmuş devletlerdir. İngilizler çekilirken zayıf, birbirleriyle ihtilaflı, birinin diğerine güveni olmayan devletçikler oluşturmuşlardır. Hatta yakın tarihte 1975 yılındaki çatışmalarla Lübnan, Hıristiyan, Marunî, Müslüman Sünnî, Müslüman Alevî, Dürzî gibi unsurlara dayalı beş bölgeye ayrılmıştır. Bütün bu oluşumlar Siyonizm ideali içindir.
Güçlü bir Osmanlı yerine parça, bölük bu oluşumlar İsrail’in işine gelmektedir. Yukardan beri anlatmaya çalıştığımız durumlar, bölgede güçlü bir Türkiye’nin olmasına da engel için temel sebeptir.
Bir devletin cihanşümul bir devlet olabilmesinin üç temel vasfı vardır: Birincisi cihanşümul bir mefkure, ikincisi geniş ve stratejik bir kara kütlesine hükmetme arzusu, üçüncüsü, nitelikli bir nüfustur. Amerika bu niteliğin üçüne de sahip olduğu için tarih sahnesinde büyük ve güçlü bir devlet şeklinde yerini almıştır. Cihanşümul ideolojisi kapitalizm ve idealizmdir. Geniş bir ülkeye, Amerika kıtasına hükmetmesi ile dahi yetinmemekte, Afganistan, Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Somali gibi bölgelerde arz-ı endam etmektedir. Yeşil kart ile nüfus göçü sağlama çabasındadır. Rusya da bir zamanlar böyleydi. Komünizm idealini Maoculuğa, Çin’e kaptırınca eski gücü kalmadı. Bu yönüyle Çin, uyanan bir dev niteliğindedir. Osmanlı İmparatorluğu da büyük bir devletti. Cihanşümul mefkûresi olan İslam önderliğinde insanlık, hak ve adaleti inşa etmişti.
1520’de Kanuni Sultan Süleyman tahta geçtiği zaman Osmanlı devletinin yüz ölçümü 13 milyon km2 idi. Üzerinde yaşayan nüfus da 40 milyon kadardı. Kanuni’den sonra ülkenin genişliği 24 milyon km2 ye nüfusu da yaklaşık olarak 60 milyon civarına ulaşmıştı. Birinci cihan harbinde nüfus tekrar 13 milyona düşmüş, daha sonra da sürekli toprak kaybı ile ülkemizin genişliği 780 bin km2 ye nüfusu da 10 milyona düşmüştü. Ülkemizin cihanşümul mefkûresi de dumura uğrayınca toprak kaybı ve nüfus azalması ile güçlü bir devlet görünümünü kaybetti. Bundan sıyrılışın ilk adımlarını 1974 Kıbrıs harekatı ile toprak alanında genişlemeyle yapmıştır. Bu nedenle Kıbrıs harekatı hükmedilen kara kütlesinin artmasının ifadesidir.
“Mavi Marmara” gemisi ise fark gözetmeksizin yardım seferberliği ile Türk, Fransız, İngiliz, Alman… demeksizin cihanşümul mefkure uğruna canhıraş bir katılımın ifadesidir.
“Mavi Marmara” gemisi ile;
Cihanşümul bir mefkure mi?
Büyük bir kara kütlesine hükmetme duygusu mu geri geliyor ?
“73 milyon” diplomasi alanındaki dirayeti, gücü ile nitelikli bir nüfusun mu habercisidir?
Gece karanlığı şafağın habercisi değil midir?
Şehit canlar bir zafer başlangıcının mı müjdecisidir ?
“ Ve mekerû ve mekerallah. Vallahu hayrul makirin”. “İnsanlar plan yapar, Allah’ın da bir planı vardır: muhakkak ki, eninde sonunda O’nun planı galip gelir.”