KAPAK- Merhamet Üzerine Bazı Tespitler

Allah’ın (azze ve celle) nurundan üfleyerek yarattığı insanoğlu, O’nun birçok sıfatını sınırlı düzeyde de olsa taşır hale gelmiş; bu yönüyle de eşref-i mahlûkat olma, yaratanın halifesi olma gibi çok önemli vasıflarla bizzat yaratan tarafından vasıflanır hale gelmiştir. Bu bağlamda insana bahşedilmiş en önemli duygulardan birinin de merhamet olduğu belirtilmelidir.
Allah Teâlâ’nın her bir isminin önemi ile insana ve yaşama yansımaları ayrı olmakla birlikte insanların O’nu anarken belki de en çok öne çıkardığı isimlerin en başında “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin gelmesi özel bir önceliğinin olduğu şeklinde yorumlanabilir. Nitekim İsra suresinde “İster Allah diye ister Rahman diye dua ve ibadet edin” (ayet: 110) denilirken bu en özel ismi olan Allah ile yan yana zikredilmesi ve ona yöneliş açısından bir farkın olmadığının vurgulanması da dikkate değerdir.
Diğer taraftan her hayırlı işin başı olarak nitelenen besmele cümlesinde bu iki ismin telaffuz edilmesi ve Kur’an’da Tevbe suresi dışında bütün surelerin başında besmelenin yer alması, anlam itibarıyla yapılacak yeni ve güzel başlangıçlarda O’nun bizlere acıma duygusuna sığınarak o zeminde ilerlemek vurgusunun yapılması da dikkate şayandır. Ayrıca kul olarak bizlerin, din gününün sahibi olarak Allah’a (azze ve celle) yalvarışında adaleti yerine rahmeti ile muamele etmesinin, vefat edenlerimize rahmet dilememizin, canlılar için can vesilesi yağışa rahmet adının verilmesinin ardında, kul olarak bizler açısından merhametin ne denli öncelikli olduğunu yansıtması açısından dikkat çekici olarak nitelenebilir.
Allah’ın (azze ve celle) rahmetini bu denli uman, bekleyen, dualarının da temel muhatabı olarak dillendirme ihtiyacı hisseden kulların, aynı zamanda bu vasıf ile vasıflanmasının; başka bir ifade ile Allah’ın boyası ile boyanmanın (Bakara: 138) biz Müslümanlar açısından altı özenle çizilmesi gereken bir durum olduğu belirtilmelidir. Allah Resulünün (aleyhisselam) “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” ikazının, bu çerçevede özel olarak üzerinde durulması gerekir. Başka bir ifade ile merhameti bir değer olarak yaşayıp yaşatmayan, o renk ile renklenmeyen bir insanın başta Allah’ın (azze ve celle) o renk ile kendisine görünmesi olmak üzere diğer insanlardan da kendisine merhamet etmelerini beklemesinin çok makul olmadığı, ayrıca sünnetullaha da uygun olmadığı söylenebilir.
Özetle merhamet, hem inanç ve yaşam sistemimiz olan İslam’ın bir gereği hem de insan olmamız nedeniyle sınırlı ve aciz bir varlık olmamızın doğal bir sonucu olarak düşünce, duygu ve eylemlerimize yön ver şekil vermesi gereken temel bir değer özelliği taşımaktadır. Buna göre her birimizin merhamet değerini, değer dünyasının temel bir bileşeni haline getirmesinin; söylem ve eylemlerimizde, tutum ve yönelişlerimizde merhametin kendisini belirgin şekilde hissettirmesinin, Allah (azze ve celle) için yapılması durumunda bir ibadet vasfı taşıdığı söylenebilir. Diğer taraftan namaz ya da oruç gibi sadece şahsımıza ya da zekât gibi sadece başkalarına yönelen bir ibadet değil, kendimize, diğer insanlara ve canlılara yönelen çok yönlü bir ibadet özelliği taşıdığı da söylenebilir.
Bununla birlikte merhameti rastgele bir değer olmaktan öteye taşıyıp ona bir ibadet formatı verebilmek için özellikle kime ya da neye karşı, ne zaman, nasıl ya da ne şekilde gösterilmesi gerektiği konusu önemli bir sorun alanını oluşturmaktadır. Belki de bugün gerek yakın ya da uzak çevrede gözlediklerimiz ve yaşadıklarımız, gerek farklı medya platformlarında izlediklerimiz, okuduklarımız ve yapılan uygulama ve tartışmalar, merhamet değerinin bir Müslüman perspektifinden uzak mecralarda biçimlendiği ya da yozlaştırılma gayreti içinde olunduğunu düşündürmektedir. Bu durum, merhametin doğru bir zeminde tanımlanıp çerçevesinin doğru çizilmesini zorunlu kılmaktadır. Zira merhamet, yukarıda da ifade edildiği gibi insan olmanın ve Allah’ın (azze ve celle) nurundan üflenmiş olmanın doğal bir sonucudur. Her insanda merhamet duygusu doğal olarak bulunmaktadır. Buna karşılık bu duygunun belirginleştirilmesi, içeriği ve yöneldiği durumun farklılaşarak yozlaşması ya da yanlış bir kapsama evrilmesi söz konusu olmaktadır. Belki de bugün, temelde yaşanan sorun budur.
Her ne kadar sözlüklerde “acıma” kelimesi ile ilişkilendirilse ve anlamlandırılsa bile bunun sınırlarının, yine Allah’ın (azze ve celle) ayetleri, yaşayan Kur’an olarak Peygamber Efendimizin (aleyhisselam) sünneti ve hadisleri ile peygamberlerin varisleri olan ilmi ile amil, takva ehli âlimlerin belirledikleri ölçülerle netleştirilmesi gerekir.
Öncelikle, “Niçin merhamet edilmelidir?” sorusu netleştirilmelidir. Sorunun cevabı net, kısa ve kesin olarak “Allah (azze ve celle) için” şeklinde verilmelidir. “Benim namazım, ibadetlerim, yaşamam ve ölümüm hep alemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’am: 162) ayet-i kerimesi uyarınca her şeyde olduğu gibi merhamet de Allah (azze ve celle) için olmalı; O’nun çizdiği sınırlar içerisinde ve emrettiği/önerdiği şekilde gösterilmelidir. Burada niyetin, başka bir ifade ile gayenin, Allah (azze ve celle) ve O’nun rızası olduğunun altı önemle çizilmelidir.
Diğer taraftan ikinci sorun alanı ise kime merhamet edileceği konusudur. “Kime karşı merhamet edilir ya da edilmelidir?” sorusunu genel olarak canlı olan bütün varlıklar olarak cevaplamak mümkündür. İnsan, hayvan ya da bitki, Müslim ya da gayrimüslim, doğrudan ya da dolaylı bilişip tanıştığın varlıkların tamamı bu kapsamda değerlendirilebilir/değerlendirilmelidir. Bununla birlikte elbette daha sıkı iletişim ve etkileşim içerisinde olduğumuz kişi ya da varlıklara karşı daha öncelikli ve daha sık şekilde merhamet edilmesi gerektiği belirtilmelidir. Allah (azze ve celle) “And olsun, size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız O’na ağır gelir, size çok düşkündür, müminlere karşı şefkat ve merhamet doludur.” (Tevbe: 129) buyurarak peygamberin, dolayısıyla da O’nu örnek alması gereken bizlerin İslam ümmetine karşı şefkat ve merhamet dolu olmamız gerektiğini belirtmektedir. Başta mü’minler ve Müslümanlar olarak, yine yakınlarımızdan başlamak üzere muhataplarımıza merhamet etmeli, merhametli davranmalıyız. Ama bunun sadece bu kesimlerle sınırlı olmadığını unutmamalı, tüm insanlık ve dünya kadar geniş bir perspektifle merhametli olmamız gerektiğini unutmamalıyız. Zira Hz. Peygamber âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, Allah’ın (azze ve celle) tüm insanlığa merhametinin bir sonucu olarak görevlendirilmiştir.
Aciz bir varlık olan bizler, nasıl ki Allah’tan (azze ve celle) merhamet istiyor ve bunun için dua ediyorsak bize göre daha aciz ve muhtaç olan bütün varlıklara merhamet edilmesi gerektiği de ifade edilmelidir. Bu nedenle kendimiz ve yakınlarımız başta olmak üzere bütün varlıklara, öncelikle merhamet nazarından bakılmalı; tercih, tutum, davranış ve yönelişlerimizde merhamet eksenli olmalıyız. Zira yukarıda da ifade edildiği gibi merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Üçüncü olarak ve belki de en fazla üzerinde durulması gereken sorun; “nasıl ve ne kadar” sorusudur denilebilir. Zira ne için ve kime sorusunun net cevapları bulunmaktadır. Nasıl ve ne kadar sorularını, cevabının birbirini düzenlemesi ve durum ve şartlara göre farklılaşabilmesi nedeniyle bu kadar net cevaplamak mümkün görünmemektedir. Her ne kadar “nasıl” merhamet etmeli sorusu genel olarak “nasıl merhamet edilmek istiyorsak öyle merhamet etmeliyiz” şeklinde cevaplanabilse de bilgi, öngörü gibi eksiklerimiz nedeniyle zaman zaman beklentilerimizde önemli eksik ya da yanlışlıkların olabildiği; bu nedenle de ayarlamalarımızda her zaman hata edebileceğimiz göz önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan bir örneklik kapsamında merhamet edilmesi gerektiği de söylenebilir. Allah (azze ve celle) ve Peygamber (aleyhisselam) nasıl ve ne şekilde merhamet etmişse o şekilde merhamet etmeli ya da edilmelidir. Allah’ın (azze ve celle) inanan ve inanmayan bütün insanlara merhamet edici olması (Rahim), kendisine karşı bu denli isyankâr davranabilen insanlara karşı bile tövbe ve istiğfar kapısını açık tutması, tarih içerisinde istisnai olarak gerçekleşen helak edilme dışında mühlet tanıması; O’nun Resulünün eşlerine ve çocuklarına, dost ve arkadaşlarına, hatta kendisine ve inancına düşmanlık edenlere (Taif halkı), hayvanlara ve bitkilere merhamet içerikli söz, tutum ve davranışları ile ilgili verilebilecek yüzlerce örneğin yazılı olduğu tarihi bilgi ve kayıtlar birlikte ele alındığında merhametin nasıl olması gerektiği ve kime karşı olabileceği konusunda önemli ipuçlarını yakalamak mümkündür.
Tüm bunlarla birlikte nasıl ve ne kadar sorularının, özellikle ölçülerle ilişkilendirilerek cevaplandırılması gerektiği belirtilmelidir. Tüm tutum, tavır ve davranışlarda olduğu gibi merhamet konusunda da ölçüler ve ölçütlerin kaynağı Kur’an ve sünnet olmalıdır. Kime, ne zaman, nasıl, ne şekilde ve ne kadar merhamet edileceği ile ilgili kararlarda, başta Allah’ın (azze ve celle) emir ve yasaklarının (Kur’an) sınırlamaları ve çerçevesi olmak üzere onu en iyi yaşayan Allah Resulü (aleyhisselam) ve peygamberi örnek alan ilim ve hal ehlinin söz, tutum ve davranışlarını temel ölçü ve ölçütler olarak almak gerekmektedir. Bu nedenle Kur’an’ın ve onun tefsirinin, Hz. Peygamberin sünnet ve hadislerinin, bu iki kaynaktan beslenen ilim ve hal ehlinin söz ve eylemlerinin tekrar tekrar incelenmesi, okunması, anlaşılması ve onların rengi ile renklenmeye gayret edilmesi gereklidir.
Ya Rab, sen affedicisin, ikram edensin, affetmeyi seversin, bizleri de affeyle. Günahkâr kulların olarak bizlere, sahibi olduğun din gününde adaletinle değil merhametinle muamele eyle. Amin, amin, amin.