KAPAK-Mehmet Akif Köse – (Ey insanlar, Ey ümmet-i Muhammed) Nereye Gidiyorsunuz?
Allah Zülcelal Teala ve Tekaddes Hazretlerinin, Celal Zatına ve Kemal Sıfatlarına layık hamd ü senalar olsun ki, insanları manen tek bir merkeze bağladığı gibi maddeten de tek bir varlıktan yaratıp bütün ihtilaf ve ayrılık kapılarını ebediyyen kapamıştır.[1] Bu vahdet insanlığın kurtuluşuna vesile olmaktadır. Bir düşünelim. Bizi tevhide, Allah Teala’ya götüren yol bir değil midir? Allah Teala’dan başka bir yere götüren yol da tevhidden uzaklaşma yani şirk değil midir? O halde yolun hedefi bellidir: Allah Celle celaluh.
Beş vakit namaz kılıyoruz. Her bir Müslüman farklı bir mekanda konumda kılıyor. Ancak tek bir noktada buluşuyor. Kıblede buluşuyor. Beytullahta buluşuyor.
Namazımızın üzerinde biraz duralım. Bizler namaz için bir hazırlık yapıyor, görünen ve görünmeyen pisliklerden temizlenip abdest alıyoruz. Evet, gerçekten hazırlanıyor muyuz? Bedenimizi temizlediğimiz kadar kalbimizi ve zihnimizi de temizleyebiliyor muyuz? Maalesef çok zayıf kalıyoruz sanki. Kimin huzuruna çıkacağımızı unutuyor, gündelik meşgalelere kendimizi kaptırıyoruz.
Devam edelim. Abdestimizi aldıktan sonra tekbir alıp namaza duruyoruz. Eğer ki cemaate yetişebildi isek imama uyuyoruz. Ve yolculuk başlıyor. İnsanın namazdaki miraç yolculuğu… İlk andan itibaren kalbimiz ve zihnimiz namazdan önceki hangi hal ve durumda ise o hal üzere devam ediyor. Görünürde namaz kılan bedenler bâtında her biri farklı yerlerde olan ruhlar topluluğu oluyor. Bu durumda kendini gerçekten hazırlayan, zihnini ve kalbini hazırlayan insan, hedefine/kıblesine doğru ruhuyla yolculuğunu/miracını tamamlıyor. Aksi halde olan ise namaz bittiğinde “Acaba namazda hangi sureyi okudum, kaç rekat kıldım, şu yapacağım iş vardı, borcum vardı, alacağım vardı, küstüm, barıştım… vs.” durumlar içerisinde kalmaktadır. Hedefine/kıblesine ulaşamamış, bilakis kaybetmiş bir insan olarak kalakalmış vaziyetteyiz.
Nasıl ki, namazın görünen şartları, farzları yerine getirilmeden namaz olmuyorsa görünmeyen kalbi ve zihni şartları da yerine getirmemiz gerekiyor. Bu hususta üç tane şart bizlere yol gösterecektir.
1- Organlarımızın amellerimize şahitlik edeceğinin, yaptıklarımızın hesabının olduğunun ne kadar farkındayız? Ahireti ve hesap vermeyi düşünüyor muyuz? Hayatımızı sadece dünya endeksli yaşıyor ve unutuyoruz. Bütün bir bedenle kıldığımız namazı kaliteli sahih bir hale getirmek için, namaz dışındaki gidişatımız da Allah Teala’ya yani emir ve yasaklarına uygun olmalı ki kalbimiz ve zihnimiz temiz kalsın. Namazda başka yerlerde olmasın. Bütün varlığımız ile bedenen ve ruhen Allah Teala’nın huzurunda olsun.
2- Kıble bilincini kaybetmemek… Görünende bir noktada birleştiğimiz gibi bâtında da birleşmeliyiz. Bize kıble olmuş Mescid-i Aksa, Kabe-i Muazzama gibi mekanlar nasıl ki bir varlık olarak semboldür. Her işimizde de kıblemizi belirleyen semboller olmalı. Kıblemiz para mı, ev mi, arkadaş mı, eş mi, araba mı, nefis mi, şöhret mi, benlik mi, idarecilik mi… vs.
3- Elest bezmindeki sözü unutmamak… Ve sözümüze sadık kalmak… Neye söz verdiğini iyice kavramalı ve sözün gereğini yerine getirmeliyiz. “Hatırlıyorum.” deyip gereğini yapmıyoruz. Sözün ne olduğunu bilmeden körü körüne iş yapıyoruz. Şartları ve farzları bilmeden namaz kılan bir çocuk gibi amel ediyoruz her işte.
Son sözümüz Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin olsun:
Buyruğun tut Rahmân’ın Tevhîde gel tevhide
Tâzelensün îmânın Tevhîde gel tevhide
Yaban yerlere bakma Cânın odlara yakma
Her gördüğüne akma Tevhîde gel tevhide
Mâsivâdan gözün yum Ne umarsan Hakk’tan um
Gitsün gönülden hümûm Tevhîde gel tevhide
Sen seni ne sanırsın Fânîye aldanırsın
Uş bir gün uyanırsın Tevhîde gel tevhide
Koyup kuru taklîdi Candan eyle tevhidi
Bulmağa her ümmîdi Tevhîde gel tevhide
Sûrete tapma sakın Ma’nâ yüzüne bakın
Olmağa Hakk’a yakın Tevhîde gel tevhide
Sakın nefse inanma Kendini bildim sanma
Şirk âteşine yanma Tevhîde gel tevhide
Olmaz sevdâlardan geç Mevti anar mısın hiç?
Yolcu gider kalma geç Tevhîde gel tevhîde[2]
[1] Ölümde Gömülü Hayat, Ahmet Yaşar.
[2] İslam İbadet İman, Osman Nuri Topbaş.