KAPAK- Kur’ân-ı Kerim’de Aşırılık ve Sonuçları

Normalin tanım ve tarifini yapmadan anormalin ve aşırının tespitini yapmak mümkün değildir. “Norm” Türkçemizde; kural olarak benimsenmiş, yerleşmiş ilke veya kanuna uygunluk durumuna denir. Normlara uygun olanlara da normal denir. Bu anlamıyla konuya bakınca ölçü ve kuralı belirleyen, ölçüsüzü, kuralsızı ve aşırıyı da belirleyendir.
Kur’ân kendi normalini, ilk insandan itibaren Allah’ın gönderdiği vahiy ve rehbere uygun yaşamak olarak tanımlar. Rabbimiz, Âdem, Havva ve İblis’i dünyaya gönderirken “Onlara şöyle dedik: ‘Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir.’ Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir.” (Bakara: 38) buyurmuştur. Bu rehber Allah’tan aldığı bilgileri kendisi uygulayıp diğer insanlara örnek olan, yaşamın normlarını ve normalini anlatan, orta yolu tavsiye eden bir peygamberdir.
Allah’ın hükümlerini inkâr edip başka yol ve yöntemler belirlemek en büyük aşırılık ve en büyük yanlışlıktır. Allah’ın verdiği uzun ömür ve diğer imkanlarla şımarıp haddini aşan, kibirli, bencil ve asi “İblîs dedi ki: Bundan böyle benim sapmama izin vermene karşılık ant içerim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra elbette onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın.” (Araf: 16,17) Böylece ilk nimet şımarığı, ilk aşırılık yanlısı İblis oldu.
Tarihte ölçüleri ve ölçüyü koyanı kabul etmeyen, kendisini rab ilan eden, insanları köleleştirip kendi normalini dikte eden, Allah’ın verdiği nimetlerle şımaran, kan dökücü ve her konuda haddi aşan aşırılardan biri de firavundur. İnançta aşırılıkta sınır tanımayıp, insanlara “Ben sizin en yüce rabbinizim! dedi.” (Naziat: 24) sonunda Allah’ın gazabına uğrayıp kızıl denizde bütün avenesi ile boğulup gitti.
Günümüzde olduğu gibi hâkim güçler, her çağda modern bireyler yetiştirdiğini iddia ederek insanlığın yaratılış fıtratı ile oynamaya çalışmıştır. Hoşgörü vs. safsatası ile kantarın topuzunu kaçırıp sosyal dengeleri ve ahlak kurallarını alt üst etmişler, sapkın ve aşırılara dahi saygı bekleyip gücü eline geçirenin diğerlerini hizaya sokmaya çalıştığı, haddini bildirdiği, kendinin normaline aykırı olanlara yaşama hakkı tanımadığı sözüm ona özgür bir dünya düzeni kurmak peşinde koştukları aşikardır.
Kur’ân’a göre ilk aşırılık, dinde taşkınlık ve sapma olarak ortaya çıkmaktadır. Allah’ın gazabı ile helak olan Âd Kavmi, Semûd Kavmi, Lût Kavmi, Nuh kavmi, Medyen Halkı ve Eykeliler ile bunlardan öncekilerin ve sonrakilerin ortak özelliği Allah’a iftira etmeleri, O’na oğullar, kızlar ve ortaklar uydurmalarıdır. Peygamberleri yalanlamaları, onlara işkenceler etmeleri, hatta bazılarını şehit etmeleri ikinci gazap sebebi iken sıralamada üçüncü ama merkeziyette birinci olan en büyük aşırılık kendilerini dünyanın sahibi görüp Allah’ın kullarını bırakıp insanlığa doğru yolu kendilerinin gösterme heves ve iddialarıdır.
İslam’a göre normali de aşırıyı da Allah’ın rahmet ve şefkat dolu ana ilkeleri, temel ölçü ve prensipleri belirler. Kur’ân’ın dinî, ahlâkî, sosyal ve hukukî hükümleri zamana ve yere göre değişmez sınırlardır. İfrat ve tefritten uzak orta bir yoldur. Bu yol nefsin terbiyesini ve bireysel ahlakı her türlü aşırılığın ilacı olarak ortaya koyar. Reçetenin en önemli maddesi kardeşliktir.
Kur’ân’a göre insanlar dil, din, renk ayırt etmeden anne baba bir öz kardeşlerdir. “İçinizden Allah’ın lütfuna ve âhiret gününe umut bağlayanlar, Allah’ı çokça ananlar için hiç şüphe yok ki Allah’ın Resulünde güzel bir örneklik vardır.” (Ahzab: 21) ayeti ile inançta, amel ve ibadetlerde, sevgi ve saygıda, öfke ve nefrette, düşmanlıkta ve savaşta, yeme ve içmede, mal mülk biriktirmede hayatın her alanında ifrat ve tefritten uzak orta yol olan Hz. Peygamberin hayatını örnek almayı esas alır. Bunun dışında kalan her söz ve hadsiz davranışı aşırılık sayar. Rasulullah (sav): “Aşırılar helâk olmuştur, buyurdular ve bunu üç kere tekrarladılar.” (Müslim)
Müfessirler, tarihte Yemen ile Umman arasındaki geniş bir beldenin adının Ahkâf olduğunu, burada Âd Kavminin yaşadığını ve “sahte cennet” diye isimlendirilen İrem şehrini kurduklarını söylerler. Onlar da günümüzün kibirlileri gibi halktan ve onun dertlerinden uzak yaşarlardı. Dünyalarında fakir ve muhtaca yer yoktu. Allah’ın verdiği yer altı ve yer üstü nimetleri daha çok zenginleşmek ve daha çok dünyalılaşmak için kullanırlardı. Kendi ırkından ve kendi inançlarından olan fakir halklara dahi hem kendileri zulmeder hem de başka zalimlerin zulmü altında inlemelerine aldırış etmezlerdi.
Muhteşem saraylara mallara, sürülere ve eşsiz bağ ve bahçelere sahiptiler. Bu yüzden gurur ve kibre kapıldılar. Putlara tapmaya, insanlara zulmetmeye başladılar. Peygamberleri Hz. Hûd’a (as) “İster öğüt ver ister verme, bizce birdir, fark etmez.” dediler. Günümüz aşırıları gibi onlar da nasihatçileri sevmezlerdi. İsyan ve inkârlarının cezası olarak Allah, önce yağmurlarını keserek kuraklık verdi. Ünlü İrem bağlarını kuruttu. Sonra sekiz gün süren kasıp kavurucu bir rüzgârla onları hurma kütükleri gibi bulundukları yerden söküp attı. Sanki orada hiç yaşamamış gibi oldular (Bk. Şuarâ, Hûd, Ahkāf).
Bunlara çok uzak olmayan bir yerde yaşayan Medyen halkı da günümüz modern! teröristleri gibi zalimce davranıyorlardı. Nasihatçileri olan Şuayb’ın (as) uyarılarına kulak asmıyor, insanlara zulmetmeye devam ediyorlardı. Şeytanın bile aklına gelmeyen bin bir çeşit hile ve tuzakla insanların mallarını alıyor, hortumluyor ve çalıyorlardı. Şuayb Peygamberi ve inananları yurtlarından, yuvalarından sürmekle, taşa tutmakla tehdit ediyorlar, suç ve cinayet işlemek için oluşturdukları çetelerle halkı canından bezdiriyorlardı. “Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar.” (Araf: 91)
Aşırılıkları sebebiyle helak olan kavimler hakkında Kur’ân’ın uyarıları bize ders olmalı çünkü aynı sebepler aynı sonuçları doğurur. Lokman, Hucurat ve Nisa sureleri gibi surelerde ifadesini bulduğu gibi “Hududullah’a” yani Allah’ın kurallarına karşı sesini yükseltenler, Peygambere saldıranlar, şehvetlerinin peşine düşüp salyalarını akıtarak LGBT hayatı öven edepsizler, zayıflara karşı eşekler gibi anıranlar, inananlara tepeden bakıp küçük dağları ben yarattım gibi yürüyenler, kasılgan kibirliler, Allah’ın ipinden kopup “Biz koptuk.” “Hayatı uçlarda yaşıyoruz.” diyen kopuklar, çağdaş medeniyetin kurucusu değil, İslam Medeniyetinin kurutucularıdır.