KAPAK – İsraf İflâs’a İnfak İhsan’a Yoldur

İsraf, beşeriyet tarihi kadar uzun bir olgudur. Birçok medeniyet, israf içinde yok olup gitmişlerdir. Aslında onlar tüketirken sanki tükenmişlerdir. İsraf, Seyyid Şerif Cürcani’ye göre şöyledir: “Bir şeyi ihtiyaç duyulan miktarın dışında gereğinden fazla sarf etmektir. Eğer bir şey gereksiz yere sarf edilirse buna tebzir denir.”
İsrafın hayatımızda olmasının birçok sebebi vardır. Taklit ve özenti, fantezilerin ihtiyaç haline gelmesi, bencillik ve sefâhet, dünyevileşme gibi nedenler bunlardan bazılarıdır.
Dünyevileşme bir taraftan israfa giden sebeplerden biri iken bir taraftan da israfa giden sebeplere yol açan bir sebeptir diyebiliriz. İnsanın bedensel ve zihinsel güçlerinin bir sınırı vardır, beklentilerinin ve isteklerinin ise hiçbir sınırı yoktur. Dünyevileşme, insanı ihtiyacı olmayan şeylere muhtaç kılan, belki bazı eşyaların ismini duymasa hayatını sürdürecekken birtakım eşyaları öğrenmesiyle onsuz hayat sürdüremez kılan bir haslettir. Geçmiş zamanlarda olduğu gibi şimdi de inananlar, inandıkları değerlere içtenlikle bağlananlar, sonu gelmez isteklerin estirdiği fırtınadan yara almadan kurtulurlar.
Dünyevileşmenin getirdiği en büyük sorun ise tüketim kültürü olmuştur. Şarktan garba bu böyledir. İsmini hiç kimsenin bilemeyeceği bir kasabada artık insanlar kendini birçok şeye muhtaç görmektedir. Tüm dünyaya ihraç edilen bu tüketim kültürü ile açgözlülük, savurganlıkla sürekli büyütülerek toplumların muhtaç olmadığı istekler vazgeçilmez ihtiyaçlara dönüşmüşlerdir. Artık insanlar gerçek ihtiyaçlardan daha çok, yapay ihtiyaçların peşinde koşmaya başlamışlardır.
Dünyevileşme israfı, israf ile yaşanan hayat ise sonu gelmeyen istekleri oluşturmuştur zamanımızda. İsteklerin ihtiyaçların önüne geçmesi, insanların iç dünyalarını yoksullaştırırken, dış dünyalarını büyük bir savaş alanına çevirmiştir.
Bütün sorunların kaynağı savurganlıktır. Hep vurgulanmıştır; üreten ellerin tüketen ellerden daha üstün olduğu. Rene Guenon “Modern Dünyanın Bunalımı” kitabında şöyle der; “İnsanlar rüyalarında bile göremeyecekleri bu tüketim ürünleri yokken, pekala bunlarsız yapabiliyorlardı. Şimdi ise işler tersine dönmüştür. Artık bu tür ürünleri, zorunlu saydıkları için, bunlarsız yapamamakta, bunlardan yoksun oldukları zaman mutsuz olmaktadırlar.”
İnsanlar israf ederek dünyevileşirler, dünyevileşerek israf ettikleri bir hayat sürdürürler. Bir paranın iki yüzü gibi israf ve dünyevileşmeyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Artık insanlar için önemli olan değer değil, fiyat olmuştur. Eşyanın faydalı ya da zararlı olması değil, eski ya da yeni olması önemli bir kriter olmuştur. Bu döngüye dur diyecek insanlar, “Eski eski olduğu için atılmaz, faydasız olduğu için atılır. Yeni de yeni olduğu için alınmaz, faydalı olduğu için alınır” diyen, Mehmet Âkif gibi düşünmüşlerdir.
O halde, bir ahlâka sahip olmak lazımdır değil mi? Bu kadar tüketime son dedirtecek, isteklerinin ihtiyaç haline gelmesine hayır dedirtecek, hemen ölecekmiş gibi tüketim sağlattıracak, hiç ölmeyecekmiş gibi üretim yaptıracak ve bu üretimin olması için, iki günün birbirinden farklı olmasını bildirecek, seküler Batı dünyasındaki tüketim çılgınlığının aksine aza kanaat ettirecek bir ahlak…
Kur’an dünyevileşmeyi kendi elleriyle insanların kendilerini tehlikeye atması, kendi kendilerini helake sürüklemesi olarak tasvir etmektedir. Bu tehlikeye bir çözüm olarak ise infak erdemini tavsiye eder. Evet, israfa karşı İslam’ın önerdiği çözüm ve alternatiflerden birisi infaktır: “Allah yolunda malınızı infak edin de kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın ve hep güzel davranın. Çünkü Allah güzel hareket edenleri sever.” (Bakara, 2/195) buyrulur.
Dünya malına düşkünlük, dünyevî şeylere karşı aşırı hırs ve tutku, kişileri ahlakî ve dinî açıdan yozlaştırmakla kalmaz, kişinin kendi dindaşlarına ve inançlarına korkunç zararlar verdirir. Peygamber Efendimiz “mala ve makama düşkün insanı aç kurtlara benzetmiştir: “Bir koyun sürüsünün içine salıverilmiş iki aç kurdun o sürüye verdiği zarar, mala ve mevkie düşkün bir adamın dinine verdiği zarardan daha büyük değildir.” buyururlar. Nebevi beyandaki teşbih dikkat çekicidir. Bir tarafta doyacağı kadarıyla yetinmeyip açlık hırsıyla ihtiyaç giderme adına ihtiyacından fazlasını zayi eden bir kurt, diğer yanda dünyevi hırsı, tutkusu ve açgözlülüğü karşısında mala, mülke, servete, makam ve mevkie mağlup olmuş bencil ve muhteris bir kul.
Dünya bu, eşyanın değeri bazen artar bazen eksilir. Her insanın kolayca ulaşabildiği eşyalar bir vakit gelir sadece bir kısım insanın elinde bulundurduğu eşyalar olur. Peki, Müslüman kişinin anlayışı değişir mi, eşyanın bu denli iniş çıkışı hususunda? Müslüman bir insan iki gününün birbirine eşit olmaması kadar üretici olması gerektiğine inanan, eşyayı ihtiyaç halinde kullanması gerektiğini bilip bana bu kadar yeter, bundan gayrisi ihtiyaç sahibine diyen kişidir.
Eşyaya bu gözle bakan bir insanın eşyanın piyasaya çıkışına karşı anlayışı değişir mi? Evet, insanlar eşyaya zam geldiği gün değişirler, aslında buna da ihtiyacımız yoktu derler. Belki bu birkaç günlüktür, sonra gene israfın merkezde olduğu bir tüketim çılgınlığına devam ederler… Ancak inanan bir insan eşyanın ne ilk çıktığı vakit ne de sonra ona dair anlayışı değişmeyen insandır. Bu yüzden toplumların ekonomik yapılarının sağlamlaştırılmasında, kültürel dokularının güçlendirilmesinde, dış dünyanın zenginliklerinden daha çok iç dünyanın derinlikleri belirleyicidir…
Kaynaklar
-Tüketim Kültürü İsrafın Sebep ve Çareleri, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 18, Sayı 30, Temmuz-Aralık 2013
-Görünmeyen Üniversite, Ersin Nazif Gürdoğan