KAPAK- İslâm Kendine Has Bir Nizamdır

KAPAK- İslâm Kendine Has Bir Nizamdır

 

İslâm dini kendine has bir nizamdır. İlâhîdir. Rabbanîdir. İnkılâpçıdır. Islahatçıdır. İslâm dini, insanlık tarihinin en büyük inkılâbıdır. O bakımdan İslâm demokrasisi, İslâm sosyalizmi gibi söylemlerle, İslâm nizamını başka sistemlerle bağdaştırmaya veya onlarla izah etmeye çalışmak çok yanlış ve sakim yaklaşımlardır.

İslâm nizamı, tevhid akidesine dayanmaktadır. Bütün peygamberler bu inancı yerleştirmek, ulûhiyet ve rubûbiyet iddiasında bulunan tüm tağutları ve tağutî düzenleri, bu zulüm sistemlerini ortadan kaldırmak için mücadele etmişlerdir.

Tevhid akidesinde Allah Teâlâ’dan başka hiçbir fert, yönetici, zümre hükümranlık ve kanun koyuculuk hakkına sahip değildir. Kanun koyucu sadece Allah Teâlâ’dır ve hâkimiyet Allah’ındır. Mülk O’nundur. Tağutlar ve tağutî düzenler istiyorlar ki, hâkimiyet ve kanun koyuculuk ellerinden alınmasın. Zulüm ve vahşet çarkları durdurulmasın. İnsanları Allah Teâlâ’nın vazettiği ahkâma göre değil, kendi saçma düzenlerine göre idare etsinler. Ülkülerini, ilkelerini halka zorla kabul ettirsinler. Bu ülkü ve ilke sahiplerini Rab ittihaz etsinler, ilahlaştırsınlar. Allah Teâlâ’nın iradesi değil, kendi iradeleri geçerli olsun. İslâm dünya işlerine, yönetimlerine müdahale etmesin. Din kalplerde, mescitlerde mahkûm kalsın. Düşünceden hayata geçirilmesin. Allah Teâlâ şirk kokan bütün bu arzu ve isteklere set çekiyor ve şöyle buyuruyor:

“Allah ile birlikte başka bir ilaha tapıp yalvarma. O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helâk olacaktır. HÜKÜM O’NUNDUR ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 88)

Böylece ulûhiyet, rubûbiyet ve hâkimiyetin Allah Teâlâ’ya ait olduğu kesin olarak ilan ediliyor. Peygamberlerle, ilahlık ve rablik iddiasında olan tağutlar arasındaki savaş bu noktada yoğunlaşıyor.

“De ki, ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda eşit bir kelimeye gelin. Şöyle ki: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi rabler edinmeyelim. Eğer kitap ehli bu kelimeden yüz çevirirlerse şöyle deyiniz: Şahid olun, BİZ GERÇEK MÜSLÜMANLARIZ.” (Âl-i İmran, 64)

İnsanlar zamanla tevhid akidesini bozdular. Dînî esasları tahrif ettiler. Kavramlar karıştı. Aslî manalardan uzaklaştırıldı. Hürriyet dediler, hürriyet adına tüm temel hak ve hürriyetleri yok ettiler. Müsâvât dediler, ne kadar soysuz, din düşmanı, hain varsa her türlü imkana, servet ve sâmâna kavuşturuldular. Yönetime sahip oldular, vatanın gerçek evlatları, gerçek Müslümanlar, her şeyden mahrum edildi, kanları emildi. Halkın idaresi dediler, halkın adına, idare ettikleri halkı insan yerine koymadılar. Millete yapmadıkları zulüm ve vahşet bırakmadılar. Yapılan en büyük zulüm ise dînî tedrisatın yasaklanmasıdır. Milletin dînî yönden cahil bırakılmasıdır. Bu özellik bütün tağutî düzenlerin ortak yönüdür. Milleti daha iyi sömürmek, kendilerine tapınırcasına bağlamak, yaptıkları kötülükleri, zulümleri, devam ettirmek için halkın cahil kalması gerekir. Dînî esasları, bilmeyenler dine karşı işlenen cinayetleri nasıl fark edebilir? İslâm’ın cihad farizasını, iyiliği emir, kötülükten men etmek vazifesini, zâlimlere karşı Hakk’ı haykırmanın bir Müslümanlık gereği olduğunu, dinin, insan hayatının tamamını kapsayan bir nizam olduğunu bilmeyen bir toplum, din dışı uygulamalara ve tağutlara karşı nasıl mücadele edebilir? Dini bilmeden, vecibelerini bilmeden, imanını nasıl muhafaza edebilir?

İmanın sahih ve makbul olabilmesi için üç şart vardır:

1. İman ye’s halinde olmamalıdır.

2. Zaruret-i dînîyeden olan bir şeyi inkâr veya tekzip etmemelidir.

3. Dinin bütün ahkâmını beğenerek kabul etmeli ve hiçbir hükmünü küçümsememelidir.

İmanın fayda verebilmesi için, kişinin ömrünün sonuna kadar iman üzere yaşaması ve iman üzere ölmesi gerekir. Zira itibar sonadır. Bu güzel sonu elde etmek iman ile Rabbe ulaşmak için evveliyetle düşüncemizi ve yaşantımızı İslâmlaştırmak mecburiyetindeyiz. Bu sağlam iman ve tevhid akidesi iyi bir niyet, sâlih bir amel, tam bir teslimiyet ile takviye edilmelidir. Ölçülerimiz, eğitimlerimiz, tebliğimiz, yaşantımız, diğer insanlarla ilişkilerimiz hizmet anlayışımız, gâyemiz, her şeyimiz Tevhid Akîdesi’nden, İslâm inancından hayat bulmalıdır. Çünkü Müslüman ancak ve ancak, Tevhid Akîdesi ve İslâm dini ile hayat bulabilir. Onsuz yaşamak hayat değil, bir ölüm, manevî bir yok oluştur. Müslüman, Tevhid Akîdesi’nin ve İslâm dininin dışındaki, ona mugayir olan her şeyi reddetmek ile mükelleftir. Müslümanın hayatı işte bu ret ve kabulden ibarettir. Tüm tağutları ve tağutî düzenleri reddetmek. Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı kabul etmek. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin önderliğinde, İslâm’ı hayata hâkim kılmak… İşte Müslüman bunun için yaşar, bunun için ölür. İşte o zaman yaşamak da güzel, ölmek de güzeldir.

“İman edenler Allah yolunda savaşırlar. İnanmayanlar ise tağut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın düzeni ve tuzağı zayıftır.” (Nisa, 76)

Öncelikle İslâm’ı öğrenmek ve yaşamakla mükellefiz. Sonra bütün insanlara tüm imkânlarımızı kullanarak İslâm’ı tebliğ etmek, İslâm’ın aydınlık iklimini bütün coğrafyalara taşımakla mükellefiz.

İnsanlık semasını aydınlatacak, insanlığa huzur, sükûn, adalet, saadet bahşedecek bu gâyeyi gerçekleştirmek için, Müslümanların bütün düşünce, söz ve amellerinde, hizmetlerinde, teşkilatlanmalarında İslâmî ölçülere tam olarak uymaları gerekir. İslâmî ölçülere uymayan her düşünce, söz ve hareket sadece sahibine değil, savunduğu dâvâya da zarar tevlid eder. Ölçüsüzlük, taşkınlıkları, aşırılıkları, çirkinlikleri ve yanlışları beraberinde getirir. Müslüman ölçülü insandır.

Her şey mûtedil iklimlerde neşvünemâ bulur. Güller, çiçekler, itidal ortamında açarlar. Ağaçlar böyle bir iklimde meyveye dururlar. Allah Teâlâ bütün varlık âlemini bir ölçü ve bir nizam üzerine yarattı. Âlemdeki bu ölçüyü ve dengeyi muhafaza etmek, insanlar arasında adaleti hâkim kılmak için peygamberler ve onlarla beraber Rabbanî ahkâmı içeren kitaplar gönderdi. Son Peygamber ve son şeriatla nizam tamamlandı. Ölçüler ve dengeler bütün berraklığı ile ortaya konuldu.

“And olsun biz, peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti yerine getirmeleri için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah’ın dinine ve peygamberine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür.” (Hadid, 25)

İtidal üzere olmak, orta yolda, dengeli hareket etmek Ümmet-i Muhammed’in vasfıdır. Müslümanlar bu özelliklerini korudukları müddetçe huzur bulacak ve faideli hizmetler yapacaklardır.

“İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasûlün de sizin üzerinizde bir şahit olması için sizi orta (dengeli) bir ümmet kıldı…” (Bakara, 173)

Ölçülü, dengeli ve itidalli bir hayat yaşamak, faideli ve bereketli hizmetler yapmak, kulluğumuzun gereğini yerine getirmek ve bu kulluğun bir neticesi ve bir meyvesi olan ahlâki üstünlükleri elde etmek İslâm’ın ikliminde, onun itidal vasatında yetişip, olgunlaşmakla mümkündür.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.