KAPAK-İnsan ve Arayış

KAPAK-İnsan ve Arayış

İnsan, çağlar boyunca hep merak edilen, araştırılan bir muamma olarak karşımıza çıkmıştır. İnsanı, Aristo; düşünen bir hayvandır, Sokrates; sorgulayan bir hayvandır, Platon; toplumsal bir hayvandır diyerek tanımlamıştır. Bakıldığında, bu isimler insanı tarif ederken onun zamanlar içinde, basit bir dönüşüm ile düşünen, sorgulayan ve çevresine çeki düzen veren bir canlı olarak meydana geldiğini anlatmaya çalışmışlardır. Bu minvalde düşünen birçok insan, kendini bulma arayışlarını her şeyin üstünde ve tartışılamaz olarak gördükleri fikirleri ile sürdürürken, ilahi öğretilere kulaklarını ve gözlerini kapatarak onları yok saymaları sebebiyle insanı zamanın içinde şuursuzca yer almış bir varlık tanımına hapsetmişlerdir. Epikür’ün ‘’ben varken ölüm yok, ölüm varken ben yokum’’ sözü bunu en güzel şekilde tarif etmiştir. Bu onu, insanın başında ve sonunda yaratıcı bir varlığın olmadığı, yaşadığı hayatın bir varlık tarafından kendisine bahşedilmediği, bu sebeple herhangi bir varlığa vefa duyulmaması gerektiği, hayatın alelade yaşanıp bitecek olması sebebiyle bir hesabın olmayacağı, teşekkürü kendisini meydana getiren zamanın ve doğanın hak ettiği gibi söylemlere götürmüştür.

Yukarıda anlattığımız insan tiplemeleri hayatlarını terennümler içinde geçirirken Rabbimiz, basit bir hayvan seviyesine indirgenip öylece yaşanıp bitecek bir hayat şeklinden çok daha ötesini Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur;

‘’Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın tek ilah olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiğine dair) deliller vardır.’’ (Bakara, 164) Rabbimiz, onların da en çok övündükleri ve ilahlaştırdıkları akıllarına hitap etmiş ki tefekkür edilsin, derin bir arayış içerisinde doğruya ulaşılsın ve tatmin olmuş bir kalp ile Rabbimiz bulunsun.

Peki, bir bakalım Rabbimiz kendini en doğru şekilde bulmamız için eserden müessire giden yolda bizden nasıl bahsetmiş:

‘’İnsanın üzerinden öyle uzun bir zaman gelip geçti ki, daha henüz o adı sanı anılmaya değer bir şey bile değildi.’’ (İnsan, 1) Yüce Rabbimiz kâinat sarayının en değerli varlığı insanı yaratma kararını verir. Fakat ete kemiğe bürümeden önce dehr olarak adlandırılan; uçsuz, bucaksız bir zaman diliminin belirsizliğinden bahsederken aynı zamanda ‘’Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne Yüce’dir.’’ (Araf 54) ayetiyle de uzun olarak adlandırdığı yılları rakamlar ile sınırlayarak zamanın kendi için ne kadar kısa olduğunu anlatmıştır.

Peki, ‘hin’ adı verilen kısa bir zaman diliminde kâinatta yer alacak kulunu Rabbimiz nasıl tarif etmiştir? ‘’Ey insanlar! Öldükten sonra dirilme konusunda en küçük bir şüpheniz varsa şunu bilin ki biz sizi başlangıçta topraktan, sonra bir nutfeden, sonra rahim cidârına yapışan bir hücreden, sonra esas unsurlarıyla yaratılışı tamamlanmış ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki size kudretimizi gösterelim. Dilediğimizi rahimlerde belli bir süreye kadar bekletir, sonra sizi bir bebek olarak dünyaya çıkarırız. Sonra güçlü kuvvetli çağınıza ulaşmanız için sizi besleyip büyütürüz. İçinizden kimi erkenden, hatta çocuk yaşta ölür. Kimi de ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılır da daha önce bazı şeyler öğrenmişken artık hiçbir şey bilmez hâle gelir. Ayrıca yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz üzerine yağmur indirdiğimizde o kıpırdanır, kabarır, her türden göz alıcı, gönül açıcı bitkiyi erkekli-dişili bitirir.’’ (Hac, 5)

Allah (cc) kulunu ve onun bulunacağı ortamı muhteşem bir şekilde yaratarak; kendisinin ne kadar güç ve kudret sahibi olduğunu göstermiş, anlayabilmesi için kuluna üstün bir kavrayış ve meleke vermiştir. Yüce Rabbimiz bununla da kalmayarak sürekli, kendini bulma amacında olan kullarına kitaplar ve peygamberler göndererek yolunu aydınlatmıştır. ‘’Biz ona doğru yolu da eğri yolu da gösterdik. Artık isterse şükreder, doğru yolda gider; isterse nankörlük edip eğri yollara sapar.’’ (İnsan, 3) ayetiyle de kendi yolunu seçmekte kullarını bir nevi serbest bırakmıştır.

Sözün sonunu Kur’an’ın özeti mahiyetinde olan Asr suresi ile bağlarsak; insanların durumunu ve kurtuluş reçetesini daha net görmüş oluruz. ‘’Asra yemin olsun ki’’ (Asr, 1) ayetiyle sınırlarını ve sınırsızlıklarını ancak Mevla’nın bildiği dehr ve hin olarak isimlendirilen geçmiş ve gelecek tüm zamanlara yemin ederek söze başlayan Mevla’mız, bize geçmişin pişmanlığı, geleceğin umudu, anın şükrü ve isyanı ile tüm zamanların kendine ait olduğunu hatırlatarak bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu iliklerimize kadar hissettirmiştir. Hemen akabinde “İnsan mutlak ziyandadır.” (Asr, 2) diyerek uyarıda bulunmuştur. Gelin ziyanın ne olduğunu “Cehennemlikler, boyunlarında demir halkalar ve zincirler olduğu halde sürüklenecekler, kaynar suyun içine! Sonra da ateşte cayır cayır yakılacaklar.” (Mü’min, 71-72) ayetlerine bakarak anlamaya çalışalım.

Bu hüsrana, nefsini çok büyük görerek Rabbini unutmuş hatta yukarıda da belirttiğimiz söylemleri ile kendinden önce ve sonrayı hatırlamamak istemiş olması ve bununla birlikte kendisini kaptırdığı dünya telaşı içinde Rabbimizin ‘’Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka değildir! Ahiret yurdu ise Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?’’ (Enam, 32) ayet-i kerimesiyle irkilmemesi sebep olmuştur. Aynı hüsranın sahipleri, ömür isimli kendilerine verilen kısa zamanı kullanamamış, ölüm kapıya gelip çattığında ise Mevla’nın ‘’Nihayet onlardan birine ölüm gelince, ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki terk ettiğim dünyada salih bir amel yapayım’ der. Hayır! Bu, onun söylediği (boş) bir sözden ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardır.’’ (Müminun, 99-100) uyarısını aklına getirmeyerek kurtuluştan uzaklaşmıştır.

Rabbimiz sureyi bitirirken; ‘’Ancak, iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna’’ (Asr, 3) ayetiyle hüsrana uğramamanın reçetesinin olduğunu ifade eder. Bunun da muhteşem eseri görerek onun kendiliğinden olamayacağını idrak etmek suretiyle Rabbinin emir ve yasaklarını severek, isteyerek, yeri geldiğinde sabrederek yerine getirmekle mümkün olduğunu söylemiştir.

Aynı zamanda peygamberimizin “kişi, arkadaşının dini üzeredir” sözünü kılavuz edinerek arkadaşlarına, ailesine hakkı ve sabrı tavsiye etme neticesinde kurtuluşa erenleri şöyle müjdelemiştir; ‘’Resulüm! İman edip sâlih ameller işleyenleri şöyle müjdele: Altlarından nehirler akan cennetler onlar içindir. Ne zaman kendilerine cennet meyvelerinden bir şey ikram edilse her defasında ‘Bu, daha önce dünyada yediğimiz şey!’ derler. Oysa bu rızıklar, renkte ve şekilde birbirinin benzeri, fakat tatta ve keyfiyette çok yüksek kıymette olmak üzere kendilerine ikram edilecektir. Orada onlara tertemiz eşler verilecek ve orada ebedî kalacaklardır.’’ (Bakara, 25)

Rabbimiz bizi ayetindeki müjdeye ulaşanlardan eylesin. Amin.

Selam ve dua ile.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.