KAPAK- İnsan İhsana Mağluptur

Kur’an’ın hedeflerinden birisi, bireyler arasındaki ilişkilerin iyilik esasına dayalı olduğu bir toplum modeli oluşturmaktır. Fakat en kusursuz toplumda bile “kötülüğün” bütünüyle ortadan kalkmadığı bilinir. İşte Kur’an az ya da çok toplumda ortaya çıkan “kötü” fiillerin bulaşıcı bir şekilde birbirini izleyip yaygınlaşmaması için “kötülüğü iyilikle savma” prensibini getirmiştir. Eğer kötülük süreci benzeri bir kötülükle karşılık bulup giderse kötü fiillerin yaygınlaşmasına zemin hazırlarız. Kötülük, daha önce yapılan bütün iyiliklerin silinip gitmesine sebep olabilir. Kötülüğe af ve iyilik ile değil de kötülükle karşılık verilmesi kin, öfke ve nefret duygularının kök salmasına sebep olan davranış tarzıdır. “Nerede olursan ol, Allah’tan sakın. Kötülüğe karşı iyilik yap ki, kötülüğün kökünü kesesin. İnsanlara karşı da güzel ahlâk ile muamele et!” (Kütüb-i Sitte, c.5, s.304)
Bizden nefret eden insanlara karşı sıcak duygular besleyemeyiz, bu normal bir tepkidir. Ama onlara karşı iradeyi devreye alarak, iyiliklerde bulunabiliriz. Müslümanlar olarak kendi kişiliğimize, nefsimize yönelik sıkıntıları, olumsuzlukları, çekişmeleri, hatta gerektiğinde haksızlıkları bile görmezden gelebilmeliyiz. Bu tutum bizi küçültmez, bilakis onurlandırır. Bir hadiste Ebu Hureyre’nin rivayetiyle Rasulullah şöyle buyurmuştur: “… Başkalarını bağışlayan bir kulun şeref ve izzetini Allah daha da artırır. Yüzü yerde olup mütevazı davrananı Allah yükselttikçe yükseltir.”
Affedici olmanın, hakkından feragat etmenin, intikam almaya imkânı varken bağışlamanın kolay bir seçim olmadığı, güçlü bir şahsiyet ve sağlam bir iman gerektirdiği açıktır ve Rabbimizin rızası gözetilerek yapılabilecek bir davranıştır. Dikkat çekici olan ise Rabbimizin rızasını elde etmeye yönelik olan bu gibi tavır ve davranışlar muhataplarımız hakkında bizim bilmediğimiz hayırlı sonuçlar elde etmemize neden olabilmektedir.
Nitekim Hicretin yedinci senesinde Mekke’de kuraklık ve kıtlık baş göstermişti. Allah Resulü, kendisine yirmi senedir amansız bir şekilde düşmanlık ve eziyet eden, kimi zaman aç kimi zaman susuz bırakan, psikolojik ve ekonomik zorluklarla hayatı zorlaştıran Mekkelilere, altın, arpa ve hurma göndererek yardımda bulundu. Ebu Süfyan, bunların hepsini teslim alıp Kureyşlilerin fakirlerine dağıttı. Allah Resulü’nün Mekke fukarasına yaptığı bu infaktan dolayı Ebu Süfyan“Allah, kardeşimin oğlunu hayırla mükâfatlandırsın! Çünkü O, akrabalık hakkını gözetti!” diyerek duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Yapılan bu yardımlar karşısında pek çok insan İslâm ile şereflenmiştir. Şu bilinmelidir ki “İnsan, ihsana mağluptur.”
Kur’an-ı Kerim’de; “İyilikle kötülük bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir de bakarsın, seninle arasında düşmanlık olan kişi, candan sıcak bir dost oluvermiş. Ama kötülüğe karşı iyilik hasleti ancak sabredenlerin karıdır, faziletten yana nasibi bol olanların karıdır. Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürterse hemen Allah’a sığın. Çünkü O, her şeyi işitir, her şeyi mükemmel tarzda bilir.” (Fussilet, 34-36) buyrulmaktadır.
Peygamberimiz bir hadislerinde bu konuda ümmetine şu tavsiyede bulunuyor: “Kararsız olmayın. İnsanlar iyilik ederse biz de iyilik eder, haksızlık yaparsa biz de karşılık veririz demeyin. Kararlı olun (nefsinizi sabit tutun). İnsanlar iyilik yaparsa siz de iyilik yapın. Kötülük yaparsa mukabilinde siz kötülük yapmayın.” (Tirmizî, “Birr”, 63)
İyilik etmenin de üç şekli vardır: Birincisi, yapılan bir iyiliğe karşılık iyilik etmektir. Yapılan bir iyiliğe en azından teşekkür etmek ya da iyiliğe benzeri bir iyilikle karşılık vermek insanın en doğal görevidir. İkincisi, karşılık beklemeden iyilik etmektir. Şüphesiz böyle davrananlar birinci basamaktakilerden daha üstün bir seviyede olan kimselerdir. Üçüncüsü ise, kötülük edene iyilik etmektir ki, yapılan iyiliklerin en üst seviyesi de budur. Bu nedenle halk arasında “İyiliğe iyilik her kişinin kârıdır. Kötülüğe iyilik ise er kişinin kârıdır” denilmiştir. Maruz kalınan bir kötülüğü iyilikle savmak hiç de kolay değildir. İnsanın nefsine ağır gelir, derin hesaplaşmalara iter ama neticesi de çok güzeldir.
Kötülük yapanların af ve iyilikle ıslah edilişine dair Kur’an-ı Kerîm’de zikredilen en güzel örneklerden biri, Yusuf aleyhisselam’ın kardeşlerine olan muamelesidir. Kardeşleri kendisini çekemeyip kuyuya attıkları halde o, kardeşlerine en güzel şekilde ikramda bulunmuş, hatalarını yüzlerine vurmayıp onları affetmiş, bunun üzerine onlar da: “…Yemin ederiz ki Allah, seni hakikaten bizden üstün kılmıştır. Doğrusu biz, hataya düşmüşüz.” (Yusuf, 91) demişlerdir. Bu tavrın müminler için kazanç ve önemini Kur’an-ı Kerim’deki şu ifadede görebiliriz. “Sabretmelerinden dolayı onlara ödülleri iki kat verilecektir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan infak ederler.” (Kasas, 54)
Yine Kur’an-ı Kerim’de ifade edilen müminlerin vasıflarından biride şu şekildedir: “Yine onlar, Rablerinin rızasını dileyerek sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık olarak (Allah yolunda) harcayan ve kötülüğü iyilikle bertaraf eden kimselerdir. İşte onlar var ya, dünya yurdunun (güzel) sonu sadece onlarındır.” (Rad, 22)
İyilik yapanlara iyilik, fenalık yapanlara da fenalık yapmak meziyet değildir. Asıl meziyet, kötülük yapanlara da iyilik yapabilmektir. Zira iyilik yapılan kimse düşmansa dost olur; ortadaysa yakınlaşır, yakındaysa muhabbeti artar. Kötülüğüne iyilikle karşılık edilen kimse için bu iyilik, bir daha o kötülüğe dönmemesi için bir perde olur.
Nitekim İfk hadisesinde münafıkların, Hz. Ayşe’nin namusuna dil uzatan iftirasına bazı Müslümanlar da katılmıştı. Bunlardan birisi de Mistah bin Üsase idi. Daha önce Mistah’ın ailesine yardım eden Hz. Ebubekir, bu olaydan sonra kızı Ayşe’ye iftira eden Mistah’a yardım etmeyeceğine dair yemin eder. Ve ne olur biliyor musunuz? Bir ayet iner: “İçinizden faziletli ve servet sahibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere mallarından vermeyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.” (Nur, 24/22) Ayette geçen “Allah’ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız?” sorusuna gözyaşları içerisinde “İstemez olur muyuz ya Rab!” diye cevap veren Hz. Ebubekir, Mistah’ı affederek yardım etmeye devam etmiştir. Hem de eskisinden fazla olarak.
Hz. Mevlânâ bu nebevî ahlâkı şöyle izah eder:“Bilesin ki, Allah’ın rahmeti, her zaman kahrından üstündür. Bu bakımdan her peygamber, kendisine karşı gelen düşmanlarına galip gelmiştir. Belayı gidermenin çaresi, zulmetmek değildir. Onun çaresi; affetmek, bağışlamak ve kerem eylemektir.”
“Bir kötülüğün cezası, ona denk bir kötülüktür. Kim de bağışlar ve sulhu temin ederse, onun mükâfatı Allah’a aittir…” (Şûra, 40)
İnsanlığa ışık tutan bu ayette ister sebepsiz yere, isterse bir kötülüğe karşılıkta sınırı aşmak suretiyle olsun, başkalarına haksızlık edilmesi Allah’ın hoşnut olmadığı bir davranıştır. Şayet cezalandırma yolu seçilmişse, kötülüğü yapan kişi o eylemin kötülüğünü kendisine hissettirecek nitelikte ve ona denk bir karşılıkta olmalıdır; ama konu şahsi bir hakla ilgiliyse bağışlama ve düzeltme yolunun seçilmesi hak sahibini ziyana sokmaz, onun Allah katındaki mükâfatı mahfuzdur. Öte yandan haksız saldırıyı önlemeye çalışmak ve meşru müdafaa ölçüleri içinde karşılık vermek, kınamayı ve cezayı gerektiren bir eylem değildir, hatta yukarıda belirtildiği üzere yerine göre bir erdemdir; fakat olabildiğince sabredip af yolunu tutmak daha büyük bir erdemdir.
Hata ve kusurları affetmenin de ötesinde, barış, muhabbet, dostluk ve kardeşliğin tesis edilebilmesi için kötülüğe dahi iyilikle muamele edebilmek, peygamber efendimizin en belirgin vasıflarındandır. Mekke fethedildiğinde, yıllardır kendisine ve iman edenlere yapmadık eza-cefa bırakmayan, yurtlarından yuvalarından çıkaran, Medine’de dahi rahat bırakmayıp defalarca savaş için karşısına dikilen ama artık güçsüz, kuvvetsiz, silahsız ve esir Mekkelilere, Peygamberimiz “Bugün size kınama yoktur! Allah sizi affetsin. O merhamet edenlerin en merhametlisidir. Gidiniz, sizler serbestsiniz!” buyurdu. Mekkeliler, kötülüklerine karşı iyilik görünce, yaptıklarından pişmanlık duyup utandılar, kalpleri yumuşadı ve akın akın Müslüman oldular. En güzel af, cezalandırabilecek güç elindeyken affetmektir ve en büyük iyilik, kötülüğe karşı yapılan iyiliktir. O’nun ümmeti olarak bizler de bu hasletlere sahip olmalıyız.
Şunu da hatırlatmak gerekir ki, her türlü kusur karşısında affa yönelmek, fazilet zannedilmemelidir. Affetmek ve bağışlamak, affedecek kişinin şahsına karşı işlenen suçlarda mevzubahistir. Dini, milli ve mukaddesata yönelik, toplumun hukukuna saldırı mahiyetinde olan durumlarda, affetmekten çok cezaya başvurmak, adaleti sağlamak ve doğru ile yanlışı açıkça ilan etmek gerekmektedir. Zira böyle bir suçlu affedildiğinde, bunun daha büyük haksızlıklara yol açacağı, dolayısıyla topluma zulmedileceği muhakkaktır.
Nitekim Hz. Ayşe validemiz, Peygamber Efendimiz’in bu husustaki halini şöyle ifade buyurmuştur: “Kendisine fenalık yapan kimseden intikam almadı (yani cezalandırmadı). Yalnız Allah’ın yasak ettiği şeyler çiğnenince, o yasağı çiğneyenden Allah adına intikam alır (onu cezalandırır)dı.” (Ebu Davud, Edeb, 4)
Yersiz öfke, fitne ve fesat getirdiği gibi, öfkenin gerektiği yerde öfkelenmemek de aynı neticeyi doğuran bir ahlak zaafıdır. Gerektiğinde Allah için buğz edebilmek de iman gerekliliğidir. Eğer saldırı ve küçümseme, Yüce Allah’ın hakkına, dinin ilkelerine yönelik olursa buna karşı elden geleni yapmaktan geri kalınamaz. Kötülüğe karşı yapılacak iyilik, dinin esaslarına, ahlaki olgunluğa ve insanlığa aykırı bir tarzda olmamakla beraber dini hassasiyetlerde de gevşekliğe sebebiyet verilmemelidir. Din, böyle bir duruma asla izin vermez.
Velhasıl, insanları Hakk’a ve hayra yöneltmek için daima onların kalbine giden bir damar bulmak icap eder. Bunun da en kestirme yolu; cömertlik, şefkat ve affedebilmektir. O halde bir Müslüman’ın yapması gereken; Kur’an’ın öngördüğü bu ahlaki güzelliğe ulaşabilmek için çaba göstermek, affı, merhameti, hoşgörüyü ve kayıtsız şartsız iyilik yapmayı hayatının temel prensibi haline getirmektir. Topluluk halinde huzur içerisinde yaşayabilmek ve iyilikleri hâkim kılabilmek için buna özellikle ihtiyacımız vardır. Ancak bu güzel anlayış ve uygulamanın istismar edilmesine ve amacı dışında kullanılmasına da fırsat verilmemeli; ölçüsü ve dozajı iyi ayarlanmalıdır.