KAPAK – İman’ı Mağarada Saklamak

Mümin olmamız gereken unsurlardan biri olan Kur’ân-ı Kerîm, Müslümanca yaşamın yollarını gerek zımnen gerek sarahaten bizlere göstermiştir. Sarahaten iman esaslarını, birtakım emir ve nehiyleri barındırdığı gibi başta Sîret-i Rasûl (aleyhi’s-selâm) olmak üzere, zımnen de, geçmiş kavimlerden ibret dolu kıssalar aktarmış ve kıssaların herhangi bir masal olmayıp bilakis kendisine ittiba olunacak haberler olduğunu şu şekilde ifade etmiştir:
“Muhakkak ki, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için bir ibret vardır. (Kur’ân) Uydurulacak bir söz değildir, velâkin kendisinden evvelkini tasdiktir. Ve her şeyin mufassalan beyanıdır ve imân edecek olan bir kavim için bir hidâyettir ve bir rahmettir.”[1]
Kur’ân-ı Hakîm’in muhtevasında barınan pek çok kıssalardan biri de Kehf Suresinde[2] yer alan, Kur’ân’ın kendilerinden “Onlar genç bir zümre idiler. Rablerine iman etmişlerdi, biz de onların hidayetini artırmış idik.”[3] diye bahsettiği Ashâb-ı Kehf gençleridir.
Her ne kadar kıssanın mahiyeti hakkında uzunca konuşulup üzerinden farklı farklı dersler çıkarılabilecekse de; detayları tefsir kitabından takip edebilecek okuyucu için biz burada yalnızca bir konuyu ele almayı murad ediyoruz: İman ve onun muhafazası.
Kıssayı icmalen anlatacak olursak şöyledir ki: Dekyanus adında zorba, putperest bir hükümdar, halkını putperestliğe davet etmekte, bu uğurda halkı zorlamakta idi. Kıssanın konusu olan ‘mağara arkadaşları’nı da aynı şekilde putlara ibadete çağırmış ne var ki bu gençler kralın bu isteğini şu şekilde reddetmişlerdir:
“Ve onların kalplerini kuvvetlendirdik, o vakit ki kıyam ettiler de dediler ki: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir, ondan başkasına bir ilâh diye tapamayız. Diyecek olsak elbette ki, haktan pek uzak bir söz söylemiş oluruz.”
Bu cevap üzerine Dekyanus onlara bir süre mühlet vermiş, gençler de bu süre içerisinde şehirden uzaklaşıp mağaraya sığınmış ve “Ey Rabbimiz! Bize kendi katından bir rahmet ver ve bizim için işimizden dolayı bir muvaffakiyet hazırla.” diyerek niyazda bulunmuşlardır.
Zâlim Dekyanus, Ninova’dan dönmüş ve onların durumlarını öğrenmiş, hemen peşlerine düşerek saklandıkları mağarayı bulmuştu. Hiddetinden nasıl bir ceza vereceğini düşünürken Allah Teâlâ, onun aklına mağaranın ağzını kapatmayı getirdi.
Daha fazla düşünmeden askerlerine: “Mağaranın girişini kapatın! Açlık ve susuzluktan ıstırapla ölsünler; mağara onların kabirleri olsun.” diye emretmiş ve kendince onları ölüme terk etmiştir.
Devamında, o gençler mağarada uzunca bir uykuya dalmışlardır:
“Bunu müteakip onların kulakları üzerine mağarada senelerce -perde- vurmuş olduk. Sonra onları uyandırdık, iki taifeden hangisinin bekledikleri müddeti daha iyi hesab ettiklerini bilelim diye.”
Kıssayı bu şekilde icmalen zikrettikten sonra birkaç madde halinde kendimize hisse çıkarabiliriz:
- Rablerine iman etmiş bir grup ‘delikanlılardı’
İmanı muhafaza mücadelesi olarak adlandırabileceğimiz bu kıssada dikkat çeken mevzulardan ilki bu kimselerin genç olmasıdır. Önemlidir, zira genç neslin iman üzere müstakim bir hayat sürmesiyle aydınlanabilir ancak gelecek. Bunun sağlamasını, zarar görmesini sağlamak için üzerinde en çok plan yapılan yaş aralığını tespit ederek de yapabiliriz. Bilhassa sosyal medyadan neşet eden bir meseledir gençliğin iman mücadelesi. Hem itikadi hem de ameli kayboluşun ilk ayağı gencin elindeki sosyal oyuncaklarla baş başa kalmasıdır ne yazık ki.
Ashâb-ı Kehf’in ‘rablerine iman etmiş gençler’den oluşuyor olması ve Kur’ân’da adı geçmeyen peygamberler (aleyhimü’s-selâm) dahi varken onların bu şekilde Kur’ân’da zikredilmiş olmaları, İslâm davası güdenlerin evvela İmanlı bir gençlik için yatırım yapmalarının gerekliliğini tekraren gözler önüne sermektedir.
- 7 Kişilerdi
İkinci bir husus, bu gençlerin sayıca az olmasıdır. Kur’ân-ı Hakîm bize nice az toplulukların çok topluluklara galebe çaldığını bildirmiştir, Efendimiz’in (aleyhi’s-selâm) sîretinde de, belki İslâm Tarihinin çoğu yerinde bu hakikat aynıyla tahakkuk etmiştir. Burası bize, yukarda vurgu yaptığımız gençlik hakkında, gençler sayıca az olsa dahi yine de bir şeyler yapmayı öğütlemektedir. Zira “uyuyanları uyandırmak için bir tek uyanık yeter.” Yeter ki uyuyor taklidi yapılmasın, uyanmamakta ısrarcı olunmasın.
- Mustazaflardı
Kur’ân-ı Hakîm’de anlatılan kıssaların hakikat olduğu beşer tecrübesiyle de desteklenmiştir ki zorba olan kimseler küfrün yanında saf tutan kimselerken İslam olan kimseler genellikle zayıf ve mustazaf kimselerden olmuştur. Allah Teâlâ o kimseler hakkında şöyle buyurmuştur: “Biz de o yerde zayıf düşürülmeleri istenilen kimselere lütfetmek ve onları ileri gelenler kılmak ve onları (o yere) varisler kılmak diledik.”[4]
Kasas Suresinin muhteva itibariyle Hazreti Mûsâ (aleyhi’s-selâm) ve Firavun’dan bahsettiğini göz önünde bulundurduğumuzda zorbaların ve zayıf düşürülmüşlerin durumu daha da açıkça görünecektir. Nitekim Ashâb-ı Kehf kıssasındaki gençler de zorba hükümdar tarafından zayıf düşürülmüş kimselerdi. Ne var ki Allah daima onların yardımındaydı.
- Küfre muhabbet beslemediler, ondan medet ummadılar
Ömer Nasûhî Efendi’nin bahsetmesiyle buraya derc ettiğimiz husus, küfürden medet ummakla ilgilidir ki Kur’ân mezkûr kıssada buraya şu şekilde değinmiştir: “Şüphe yok ki, onlar eğer size galebe ederlerse sizi ya taşlayarak öldürürler veya sizi kendi milletlerine (dinlerine) döndürürler ve o takdirde artık ebedîyyen felâh bulamazsınız.”[5]
Mealde bu husus sarahaten bulunmasa da Merhum Nasûhî Efendi tefsir sadedinde “onların dinine mülâyemet gösterirseniz”[6] diye beyanda bulunmuşlardır.
Hakikaten öyledir, küfrün ihsanı olmaz. Kişi inandığı değerden herhangi bir menfaat uğruna, bir nebze dahi ayrılsa; bunun bir ikincisinin olmayacağının garantisi yoktur, hatta bu durum kuvvetle muhtemeldir. Bu gençler küfre bir nebze muhabbet beslememiş, merak duymamışlardır.
- Onları Allah Teâlâ korumuştu
Tedbir ne olursa olsun Allah Teâlâ’nın iradesi tüm cüz’î iradelerin üzerindedir. Gençler Firavun karşısında müstakimce, O imân edenler de dediler ki: ‘Zararı yok, şüphesiz ki, biz Rabbimize dönücüleriz.’ diyen sihirbazlar gibi dosdoğru olmuşlardır. Öyle ki Allah, kendilerinden sonra gelenlere hem haşr-ü neşr için hem de iman mücadelesi için bir numune-i imtisal kıldığı bu gençleri korumuş, onları mağaradan arşa yükseltmiştir; velev ki karşılarında en büyük kuvvetler saf tutmuş olsun.
Bu kısa tefekkürü hitama erdirirken şunları da ekleyebiliriz ki: Günümüzde iman muhafazası canla beraber anılmamaktadır. Öyle ki içinde bulunulan rehavet hali sahip olduğumuz en büyük nimet olan İman nimetini dahi ucuzlatmıştır. Hâlbuki Allah Teâlâ’ya elest bezminde söz vermiş kimseler olarak biz evvela Müslüman olarak can vermekle mükelleftik: “Ey İman edenler! Allah’a karşı hakkıyla müttakî olun ve ne yapıp edip Müslüman kimseler olarak can verin.”[7]
Bugün, bilhassa gençler, bu söz üzere sabitkadem kalmakta zorlanmaktadır. Sosyal medya aracılığıyla devamlı surette neşredilmekte olan bidat içerikler evvela gencin itikadi birikimini etkilemektedir ki zihnen çökmüş birey için hiçbir ibadet fayda etmez olmaktadır. Sosyal medyanın yanında, birey okuduğu kitaplardan da farklı düşüncelere kapılmakta, İslâm’ın kendisine çizmiş olduğu sınırların sinir uçlarıyla -ister istemez- oynamaktadır.
Şunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız ki; İslâm akâidi dediğimiz yapı tamamıyla ideoloji bütünüdür. Müslüman kalmak ancak ve ancak Müslümanca düşünebilmekle sağlanabilecektir, bunun ikinci bir adımı da Müslümanca yaşamaktır.
Hayfa ki bugün bizler evvela Müslümanca yaşantısından uzaklaştırılmış, sonrasında zihnen de işgale uğramış durumdayızdır.
Kendimizi düşünmekten alıkoymamız, küfür lakırdılara set çekmemiz de mümkün değildir zira İmâm-ı A’zam’ın da belirttiği gibi; “Bir kimse, insanların ihtilafa düştükleri bir meseleyi duymasına karşın dilini tutsa dahi; kalbini bunlardan uzak tutamaz. Zira kalp; iki seçeneğin ya birinden ya da ikisinden birden hoşlanmayacaktır. İkisi birbirinden farklı olduğu halde ikisini birden sevmesi de mümkün değildir. Kalp zulme meylederse zulüm ehlini sever, o topluluğu severse onlardan olur. Eğer Hakk’a ve Hakk ehline meylederse onlar için dost olur.”[8]
İnanırız ki, bugün Müslüman bir kimsenin kendini koruyabilmesi ancak ve ancak İslâm’ın yegâne yolu olan Ehl-i Sünnet âlimleri takip etmesiyle gerçekleşecektir. Ya değilse kişi, kimi Allah için sevip kime Allah için buğzedeceğini bilemez de sureti haktan görünen şeytanlar peşine kütük olur.
Allah cümlemizi şeytanın adımlarını izlemekten muhafaza buyursun.
“Hidâyete tâbi olanlara selâm olsun.”
[1] Yûsuf, 111.
[2] Ashâb-ı Kehf kıssası 9-26. ayetlerde zikredilmiştir.
[3] el-Kehf, 13.
[4] el-Kasas, 5.
[5] el-Kehf, 20.
[6] Ömer Nasûhî Bilmen, Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe Meâl-i Âlîsi ve Tefsîri, c. 4, s. 276
[7] Âl-i İmrân, 102
[8]el-Âlim ve’l-Müteallim (İmâm-ı A’zam’ın Beş Eseri içinde), trc. Mustafa Öz, s. 14