KAPAK-İlim Bilmek midir?/Muhammed Adil Kapan

Dinimiz İslam’a göre ilim öğrenmek, kadın erkek her Müslüman’a farzdır. İlim, öncelikle kişinin kendini, Rabbini ve çevresini tanımasıdır.
“…De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Tâhâ, 114) ayetinde buyrulduğu üzere Allah’tan ilminin artmasını istemek yaratılış gayesinin farkına varabilmektir. Varlığı ve bütün kâinatı doğru okuyabilmek ve hayatını ona göre şekillendirmektir. İlimle doğru yolda sabitkadem olabilmektir.
“…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl ve idrak sahipleri düşünüp ders çıkarırlar.” (Zümer, 9)
Bilgiyi kıymetli kılan; insanlığın faydasına olmasıdır. Sahibini Allah’ın rızasına ulaştırmasıdır. Toplumu adalete, doğruya ve iyiliğe götürmesidir. Haksızlıktan, zulümden ve her türlü kötülükten uzaklaştırmasıdır. İlmin, sadece sâhibine değil, başka insanlara ve hattâ canlı-cansız bütün varlıklara da faydası dokunur. Zîrâ hak ile bâtılı ayırmanın en mühim vâsıtası ilimdir. İlm-i nâfî (faydalı ilim) ile meşgul olmak, Allah rızâsını kazanmak için tutulan en iyi yol ve en üstün ibâdettir. Fahri kâinat Efendimiz faydasız ilimden Allah’a sığınmıştır.
İlim, sadece ve sadece Allah rızası ve insanlığa faydalı olmak için öğrenilmelidir. Çünkü insanın niyeti mühimdir. Ameller niyetlere göredir. Özellikle ilimle iştigal edenler, niyetimizi halis tutalım. Bir kitabı okurken, bir ilmi elde etmek için gayret ederken sakın ola ki bunu dünyevî çıkarlarımıza alet etmeyelim. İnsanlar arasında “ne güzel âlim” desinler diye, “ne büyük şöhret sahibi olmuş” desinler diye, “ne güzel hatip” desinler diye ilim tahsil etmek bir Müslümana yakışmaz ve aynı zamanda büyük bir vebaldir. Öyleyse her sahada olduğu gibi ilim öğrenme ve öğretme sahasında da gözetilecek şey Allah rızasıdır.
Sahabe efendilerimizin her konuda olduğu gibi ilim öğrenme ve öğretme konusunda da güzel örneklik teşkil ettiklerini şu misalle daha iyi anlıyoruz;
Kays bin Kesîr şöyle anlatır:
“Dımaşk’ta bulunan Ebu’d-Derdâ hazretlerine Medîne-i Münevvere’den bir zât geldi. Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-:
“–Ey kardeşim, seni buralara kadar getiren nedir?” diye sordu.
Medîne’den gelen kimse şu cevâbı verdi:
“–Bir hadîs-i şerîf. Bana ulaştığına göre sen o hadîsi Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den rivâyet ediyormuşsun. (İlk râvîden dinlemek için geldim.)”
“–Herhangi bir ihtiyaç için gelmedin mi?!”
“–Hayır.”
“–Ticâret için de mi gelmedin?!”
“–Hayır.”
“–Sadece o bir tek hadîs-i şerîfi öğrenmek için geldin, öyle mi?! Ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in şöyle buyurduğunu işitmiştim:
“Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teâlâ ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hattâ sudaki balıklar bile âlimlerin affedilmesi için Allâh’a yalvarırlar. Bir âlimin, sadece ibâdetle meşgul olan bir kimseye üstünlüğü, on dördüncü gecesinde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mîrasçılarıdır. Peygamberler, altın, gümüş değil, sadece ilmi mîras bırakmışlardır. İşte bu ilim mîrâsına konan kimse, çok büyük bir kısmete ermiş olur.” (Tirmizî, İlim, 19/2682; Ebû Dâvûd, İlim, 1/3641)
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir:
1. Allah’ın kendisine ihsân ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse;
2. Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimse.” (Buhârî, İlim 15)
Hadisten şu mana da çıkarılabilir; sadece ilim edinmek yetmez, aynı zamanda onu başkalarına öğretmek gerekir. En güzel öğretim metodu yaşantısıyla örnek olmaktır. İlimle amel edilmeli, amel ihlasla yapılmalıdır ki öğrenenlere tesiri olsun.
Gerçek âlimler ilmiyle amildir ve amelinde ihlaslıdır, Rabbanidirler. Rabbani kelimesi, Rabbe mensûp mânasındadır. İlim ve ameli tam, ilmiyle amel eden, Allah’ın dînine sımsıkı sarılan kişi demektir. Nitekim dilimizde kendini Allah’ı tanımaya ve O’na itâate adamış kişiye bu mânada “Allah adamı” denilmektedir. Buna erişmenin yolu da Allah’ın kitabını okumak, okutmak ve manalarını inceleyip anlayarak gereğini yerine getirmektir.
“Rabbânî” kelimesinin “ilim erbâbı” ve “mürebbiler, eğitimciler” mânası da vardır. Bûhârî, İbn Abbas (r.a.)’dan bu kelimenin ayette geçen (Âl-i İmrân, 79) tefsiriyle ilgili olarak; “âlim ve fakih rabbaniler olun!” açıklamasını naklettikten sonra şu ifadelere yer verir: “Rabbani âlim, insanlara büyük ilimlerden önce küçük ilimleri öğreten kimsedir.” (Buhârî, İlim 10). İlmin küçüğünden maksat, meseleleri açık ve kolay; büyüğünden maksat da meseleleri ince ve zor anlaşılanıdır. Dolayısıyla burada bütün insanlar bir taraftan “Allah’a gönülden kulluğa” davet edilirken, diğer taraftan da özellikle ilim emanetini üstlenen ve toplumlara önderlik yapacak olan kişilere, doğruları olduğu gibi öğretme ve kurtuluş yolunu gösterme hususundaki mesuliyetleri hatırlatılmaktadır.
Bilgiye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu günümüzde; öğrendiğiyle amel eden, amel ettikleriyle çevresindekileri ribbiyyûn (eğitim görmüş topluluk) haline getiren Allah erlerine çok ihtiyaç vardır. Onlardan olma gayretinde olalım, vesselam.