KAPAK – Her Şartta Allah’ın Rızasını Gözetmek

Kullukta formel ibadetlerden tutun da bu doğrultuda yapılan tüm hayır ve hizmetlerde esas olan Allah’ın rızasını ve takdirini kazanmaktır. Şayet bunlar, nefsanî bir gaye veya gösteriş için yapılacak olursa Allah korusun kişinin imanını tehlikeye sokacak bir günaha dönüşeceğinden itikat noktasında mahzurlu bir iş yapılmış olur. Hâlbuki bizler “yalnızca Allah’a yönelip O’na kulluk etmek, O’na güvenip O’ndan yardım dilemek” hususunda ve amellerimizde Rabbimizin rızasını gözeterek, iyi niyetle ve ihlâsla işlerimizi yapmakla sorumluyuz.
İhlâs, kelime olarak“ibadet ve iyilikleri gösterişten ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” anlamına geldiği gibi İslâmî manada kavram olarak da; şirk ve riyadan, bâtıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder. İhlâs kazanımına engel olacak davranışlardan sıyrılmak, nefsini tezkiye edebilmek, halis niyet ve hüsnü zan ile amelleri güzelleştirmek ve en son noktada da tüm ibadet ve taatlerinde ihlâsa sarılarak Allah’ın rızasını, sevgisini ve saygısını kazanmak için çabalamak manasına gelmektedir.
Bu itibarla ihlâs, kulun bütün davranışlarını ve sözlerini her zaman ve şartta riya katmadan sadece Allah’ın rızasını gözeterek icra etmesidir. Peygamber efendimizin; “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” ve “Ameller ancak niyetlere göredir. Herkes için anacak niyet ettiğinin karşılığı vardır.” gibi birçok nebevi buyrukta halis niyetin önemine dikkat çektiği görülmektedir. Çünkü Allah katında ameller, kulun kalbinde bulunan niyetine ve samimiyetine göre değer kazanacaktır. İnsan Rıza-i Bari için bir amel işlese; mesela insanlara zarar vermesin diye yol ortasındaki bir taşı veya zararlı herhangi bir şeyi alıp kenara koysa, bu iyi niyet ve ihlâsla yapmış olduğu iyiliği Allah katında makbul olur ve Allah bu kişiye, çok büyük amel yapmışçasına kat kat sevap yazar.
Kur’an’da şöyle buyrulur: “De ki: Ben dini Allah’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (Zümer: 11)
Belki de ihlâs, Rabbimize yakınlaşabilme gayesiyle başta riya, kibir olmak üzere her türlü manevi kirlerden, dünya menfaatlerinden kalbi arındırdıktan sonra onu koruyabilmektir.
Büyük Tehlike: İhlâssızlık
İhlâssız amel, özden mahrum kuru bir yorgunluktan ibarettir. Zira beden için ruh ne ise amel için de ihlâs odur. Hatta bazı hikmet ehli de ihlâssız amelin de amelsiz ihlâsın da kula hiç bir faydasının olmadığını, her şeye değer kazandıranın samimi bir niyet ve ihlâs olduğunu ifade etmişlerdir.
İhlâs, Müslümanı en büyük düşmanı olan nefis ve şeytanın tasallutundan kurtarır. Ancak ihlâsta bir zaaf veya sıkıntı olması durumunda bu düşmanlar ona musallat olur. Kur’an’da: “Şeytan, dedi ki: Ey Rabbim! Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) şirin göstereceğim ve onların hepsini kesinlikle yoldan çıkaracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna!” (Hicr: 39-40) buyrulmuştur.
Kötülükler, kötü niyet ve ihlâssızlıktan neşvü nema bulur. Zira kötülükler, daha yapılmadan önce insanda niyet olarak belirir. Nihayet içerisinde depreşen kötü niyetini sanki iyilik yapıyor gibi uygulamaya başlar. Peygamber efendimiz hadislerinde bunu şöyle açıklar: Ebu Hureyre (ra), Rasûlullah (sav)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir: “Kıyamet günü Allah Teâlâ, kulları arasında hükmetmek için nüzul edecektir. Her ümmet diz üstü çökecek, hakkında hüküm verilecek ilk insan Kur’an’ı ezberleyen kişi, ondan sonra Allah yolunda öldürülen kişi, sonra da malı çok olan zengin kişi olacaktır. Allah, Kur’an okuyana: “Ben sana Peygamberime indirdiğimi öğretmedim mi diyecek. Adam: “Evet, ey Rabbim!” deyince, Allah; “Peki sana öğrettiğimle ne yaptın buyuracak. O da “Gece gündüz elimden bırakmadım. Devamlı okudum” diyecek. Allah Teâlâ ona: “Yalan söyledin” diyecek. Melekler de yalan söyledin, diyecekler. Sonra Allah Teâlâ: “Sen ne güzel okuyor.” desinler diye okudun. Nitekim öyle de oldu. Öyle dediler buyuracak.
Sonra malı çok olan adam getirilecek ve ona da soracak: “Sana ben bol bol mal vermedim mi? Seni kimseye muhtaç olmayacak duruma getirmedim mi?” Adam “Evet, ya Rabbi!” diyecek. Allah da “Peki, o malı ne yaptın?” buyuracak. Adam “Akrabaya ikram ettim. Sadakalar ve zekâtlar verdim.” diyecek. Allah ona: “Sen yalan söyledin, diyecek. Melekler de yalan söyledin, diyecekler. Sonra Allah şöyle buyuracak: “Sen verirken amma da cömert!” desinler diye verdin. Nitekim öyle de denildi buyuracak.
Sonra, Allah yolunda öldürülen (öyle zannedilen biri) getirilecek ve ona da soracak: “Sen neden öldürüldün?” O kişi “Senin yolunda savaşırken öldürüldüm” diyecek. Allah ona: “Sen yalan söyledin, diyecek. Melekler de sen yalan söyledin, diyecekler. Sonra Allah: “Sen, amma da kahraman!” desinler diye savaştın ve öldürüldün. Nitekim öyle denildi buyuracak.
Ondan sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dizime vurup şöyle dedi: “Ebu Hureyre, işte o üç grup var ya, üzerlerine cehennem ateşi tutuşturulacak ilk insanlardır.” (Müslim)
Hadis-i şerifte zikri geçen ameller çok büyük amellerdir. Fakat bu amellerin sahibi âlim, infak ehlinden olan cömert ve şehit olan bu kişiler, amellerine Allah rızasının dışında, insanlar tarafından beğenilip takdir edilme niyetini karıştırdıkları için Cenâb-ı Hak amellerinden razı ve hoşnut olmamıştır.
Bir kimse sağlığında câmi, okul, Kur’ân kursu, çeşme ve vakıf gibi bir hayrat yaptırır da sonra da namını yaşatmak niyetiyle kendi adının verilmesini şart koşarsa, bu amelinin mükâfatını heba etmiş olur. Ancak vefat ettikten sonra dualarla yâd etmek niyetiyle, âilesi, evlâtları veya orada yaşayanlar tarafından inşa ettirdiği o esere adının verilmesinde bir mahzur bulunmamaktadır.
Niyetlerde ihlâs bu derece mühim olmasına rağmen bazı kişiler “tevâzu” kisvesi altında “övünme”yi huy edinirler. Yaptıkları sâlih amelleri ve hizmetleri insanlara duyurarak bunlarla toplumda kendilerine bir îtibar satın almaya, alkışlanmaya veya toplumun iltifâtını kazanmaya çalışırlar. “Bendeniz, pazartesi ve perşembe oruçlarını hiç kaçırmam, ancak beş sefer umreye gidebildim. Fakir, ayda ancak bir hatim indirebiliyorum. Ne yazık ki şimdiye kadar sadece 500 öğrenciye burs verebildim, bu hayır işini ben başlattım…” gibi ifadelerle, güyâ Allah’a has kılarak takdim ettikleri amellerini, halka da pazarlamaya gayret ederler. Bu çirkin hâl, o sâlih amellerin ecrinin, kişinin bizzat kendi eliyle boşa çıkarılması demektir.
Unutmayalım ki Rabbimiz bizden dâimâ samimiyet istiyor. İbadetlere riyâ ve gösterişle fânîleri ortak etmenin hazin neticelerine karşı, biz kullarını uyarıyor: “Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde, malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz bir kaya hâline getirivermiştir. Yaptıklarını Allah için yapmayanlar, bu şekilde kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar. Allah nankör kimselere doğru yolu göstermez.”(Bakara: 264)
Allah rızası gözetilmeden, gösteriş için yapılan amaller ne kadar çok olursa olsun, iyi niyetle ve ihlâsla yapılmadığı sürece hiçbir faydası olmadığı gibi sahibi de mesul olmaktadır.
Sonuç itibariyle insan, niyetine göre akıbetine ulaşır. Yanlış düşünen, doğru iş yapamadığı gibi kötü niyetli kişilerden de samimi davranış beklenemez.
İhlâslı Kişilerin Özellikleri
Bütün zorluğuna rağmen her şartta ihlâsı koruyabilen kullar için Kur’an da şöyle buyrulur: “(Ey Resulüm!) Şüphesiz ki Kitab’ı sana hak olarak indirdik. O halde sende dini Allah’a has kılarak ihlâs ile kulluk et.” (Zümer: 2)
İhlâs, Müslümanı en büyük düşmanı olan şeytanın tasallutundan muhafaza eder. İhlâs sahibi kişiler, Rablerine yakınlaşmak için daima samimiyeti korumaya önem verirler ve bu nedenle ihlâsı muhâfaza için, sâlih amelleri mümkün mertebe gizlemeye özen gösterirler. Fakat gizleme imkânı bulunmayan bir sâlih ameli de terk etmenin doğru olmadığını bilirler. Bu bakımdan, bir zarûret durumunda veya hayra teşvik gibi bir maslahat söz konusu olduğunda, sâlih ameller ve hayır-hasenâtı alenî olarak îfâ ederken kalbi gurur, kibir, riyâ ve gösteriş gibi marazlardan koruyup sadece Allah rızasını gözetirler.
Âyet-i kerîmede buyrulur: “…Her kim Rabbine kavuşmayı umuyor, buna inanıyorsa, sâlih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!” (Kehf: 110)
İhlâslı kişiler, ibadet ve salih amelleri yalnız Rablerinin rızasını kazanmak için devamlı yaparlar. Hazret-i Ali radıyallâhu anh ile zevce-i tâhireleri Hazret-i Fâtıma radıyallâhu anhâ Vâlidemiz, kendileri de muhtaç oldukları hâlde yiyeceklerini, yoksula, yetime ve esire infâk ettikleri zaman, aynı hassâsiyet içinde o muhtaçlara şöyle demişlerdi: “Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. (Minnet altında kalmayın!) Zira biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimiz’den (O’nun azâbına uğramaktan) korkarız.” (İnsân: 9-10)
İhlâslarını muhâfaza edebilmek ve amellerine dünyevî menfaatlerin gölgesini dahî düşürmemek için, ince böyle bir hassâsiyet gösteriyorlardı. Bizler de unutmayalım ki, kıyâmet günü ibadet ve fedakârlıklarımızın ecrini verebilecek olan, yalnızca Allah Teâlâ’dır, fânîler değil! O hâlde; “Yâ İlâhî! Maksadım yalnız Sen’sin, talebim de sadece Sen’in rızâ-yı şerîfindir.” niyâzı, kulluk hayatımızın her ânında, gönül semâmızda yankılanmalıdır
Rabbimiz, cümlemizi bu gibi kötü niyetlerden, riyadan, gösteriş tutkusundan, fanî insanların takdirini almak uğruna, Allah Teâlâ’nın takdir ve azâbına duçar olmaktan, amellerimizin boşa çıkmasından muhafaza buyursun. Hele hele fasık, fâcir ve münafıkları memnun etmek, onlara hoş görünmek için Rabbimizi gücendirmek gafletinden korusun.