KAPAK – Hayat Topyekûn Bir Arınma Serüvenidir

Fıtri olarak kalbî hakikatleri kavrama potansiyeline sahip olan nefis, tezkiye edilmediğinde yani temizlenip kir, pas ve tortulardan arındırılmadığında hakikate karşı kör, sağır ve nankör kalmaya mahkumdur. Hayat boyu mücadele alanı olan böyle hassas bir konu, mücadelede yeterli olmasak da önce nefsimize nasihat olarak görülsün isteriz.
Nefis, akıl, ruh, kalp gibi latifeler Rabbani bir latife mahiyetini taşırlar ve anlamak, idrak etmek açısından çok yüzlü bir cevherin özünü ifade ederler. Suyun güle; ateşin kömüre; yoğurdun süte; yayılması gibi nefiste bedene yayılarak hareket ve irade imkanı sağlar, ancak tezkiye edilmezse bu nefis, süfli arzuların, heva ve hevesin zebunu olur hak yoluna karşı cephe alan bir düşmana dönüşür. Arındırılmamış, serkeş ve dizginlenmemiş nefsin özelliği; kendini beğenme, ilahlık taslama, bencillik, şımarıklık, küstahlık, cimrilik, zayıflık, şehvetlilik ve cahilliktir. Yani bu nefis haris, yırtıcı, obur, hilekar, kibirli ve her şeye hükmetme hevesindedir. Bu durumda nefsin bu özellikleri terbiye, ıslah ve tezkiye ile vahiy, akıl ve ruhun denetimine ve gözetimine sevk edilirse insanı taşıyan bir binek olur. Ancak bu imtihan dünyasında şehveti, gazabı, hırsı, serkeşliği, kökten kazıma emredilmemiş ancak bunların bu yüksek enerjilerinin vahiy, kalb-i selim ve akl-ı selimle istikamet üzere yararlı hale getirilmesi istenmiştir. Bu yüzden nefsi dizginleme adına aşırılığa saplanıp tüm duyguları köreltmek istikametten uzaklaşmak demektir.
İnsanda bildiğimiz 5 duyu yanında, nefis ve kalpte bundan çok daha fazla yetenekler ve duygular vardır. Madde perest dünya görüşü ancak bu 5 duyuya hitap eder, derinlerdeki asıl duyuları ya ihmal eder ya da yüzeysel ele alır. Bu yüzden dünya ehli ne kadar maddeye sahip olsa da kalp huzuru, nefis itminanı elde edemez. Bu yüzden hep agresif hep endişeli, huzursuz ve saadetsiz bir hayat sürer, faris bir bakış onların yüzüne vuran gizli kasaveti görebilir.
Terbiye edilen, arındırılan nefis, kalpte tasdik ve dil ile ikrar sahibi bir Müslüman da olsa küfür ve inkarda ısrarcıdır. Bu nedenle İmam Rabbani’nin dediği gibi insan, kalbin imanıyla mükelleftir, nefsin imanıyla değil. Yani nefis inkar ve kuşkularda depreşirken kalp iman eder ve teslim olur. Aksi halde kurtulan çok az olurdu.
Bu nedenle zikir, fikir ile gafletten korunmak için tezkiye şarttır. İster tarikata girsin ister girmesin her Müslüman için farz olan hususların başında tezkiye ve kalbi tasfiye gelir. Zira Peygamberlerin dört vazifesi olmuştur.
Kitap ile inanç, ibadet ve muamelat ahkamını getirirler.
Hikmet ile dünya ve ahirette yararlı olacak meseleler, öğütler, incelikler ve ibretler sunarlar.
İnsanı insan yapacak, kemale erdirecek tezkiye, arınma ve saflaştırma metotlarını ortaya koyarlar.
Tüm bu vahiy ve hikmeti hem beyan eder hem de en güzel örnekliğini sergilerler. İşte her mümin ve Müslüman’a bu membadan içmesi, bu metotları öğrenmesi ve nefislerini arındırıp kemale erme gayretini kuşanması farzdır.
Yani bu meselelerin inceliklerini tasavvufun ele alıp işlemesi, tasavvuftaki farz olmayan nafile, fazilet ve adap cinsinden şeylerle karıştırılmamalıdır. Ya da işte bir kısım tasavvufa nispet edilen çevrelerdeki sapma ve aşırılıklara bakıp bu tezkiye ve tasfiye kavramını yıpratmak, basite indirgemek de ciddi bir sapma ve aşırılık olacaktır. Yani peygamberlerin asli görevi olan böyle mühim bir iş, hiçbir meşrebe veya mezhebe yahut belirli bir müessese etrafında toplanmış insanlara hasredilmiş bir mesele değildir. Her insanın birinci derecede sorumlu olduğu hayati bir meseledir. Ancak tezkiye ve tasfiye metot ve eğitimini en ince ve hassas ölçülerle işleyen, etkili bir üslupla açıklayan hakiki mutasavvıflar olduğundan bu nebevi metodu nice kimseler tarikatlara özel sanmışlardır. Oysa ayet ve hadislere şöyle genel bir bakışla bile insanın ruhi, kalbi ve akli derinliklerine nasıl inildiği rahatlıkla görülebilir. Bu açıdan esasen şer-i şerifin her bir ahkâmı doğrudan nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesine vesiledir. Mesela namazdan tutun zekât, hac, sıdk, vefa, zikir ve sabra kadar her mesele şerî bir meseledir ve nefsin ıslahıyla doğrudan ilişkilidir. Bu husus çile, riyazet ve adab ehline mahsus değil, her mükellefi ilgilendiren bir husustur.
Günümüzde maddeci ve inkarcı felsefelerin yanında bir de dijital fitne rüzgarını düşündüğümüzde nefisleri kirleten ve körleten, kalpleri paslandırıp yıpratan bu kasırga ve sel karşısında nefsin tezkiyesine ve kalbin tasfiyesine çok daha hassas eğilmek gerektiği ortadadır. Çünkü artık sosyal medyayla sinemayla magazinle internetle yoğun bir sinyal bombardımanına tabi olan kalpler ve nefisler çok çabuk bulanmakta, çok hızlı bir şekilde manen yıpranmaktadır. Nasıl ki hiç kimse evinde her türlü pisliği taşıyan kanalizasyonun, atık suların odasından geçmesine müsaade etmezse günümüzün tezkiye metodunda en önemli hususlardan birisi hangi sinyallere ve söylemlere kalbimizi ve zihnimizi açtığımıza dikkat etmektir. Artık çağımız frekans çağıdır. Marifet nuruyla melekûttan gelen frekanslarla donanan kalpler ve nefisler, Deccalî (dijitali) frekanslara asla mahkum olmazlar. Zira nur her zaman enerjiyi yener, yakıp yıkar.
Hak yola ram olması gereken, istense de istenmese de dönüşün Allah’a olduğu bu hayatın seyrinde akleden, fikreden, ibret alan her nefis şehvet potansiyelini; meşru cinselliğe, sanata, manevi yönden de şevk ve aşka, gazap potansiyelini; sabır, metanet ve hamiyete, hırs potansiyelini; cehd, ilim, fikir ve mücadeleye, inat ve direnç potansiyelini; batıla, kuruntulara, ins ve cin şeytanlarına ayrıca özellikle sosyal medya ve internet iblislerine karşı sevk edecektir. Bu nebevi vazifeyi ihmal eden nefis ise rics, kir, pas, körlük, cehalet ve nankörlük bataklığında debelenip duracaktır, mazallah.