KAPAK- Esrar-ı Felah: Hakkı ve Sabrı Tavsiye Etmek

İnsanlık olarak büyük bir cendereden geçtiğimiz şu günlerde[1], hem maddi hem de manevi anlamda yozlaşma ve bozulmanın içinde kaldık, boğuşuyoruz. Kazananlar-kaybedenler; kazandığını zannedip, azdıkça azanlar; derken, bizden önceki kavimleri helak eden ne kadar günah çeşidi varsa bir bir değil, dünya olarak hepsini birden, en âlâ şekli ile toptan, içimizde barındırır hale geldik, reklamını yapar olduk.
Korkunç bir zulüm ve ahlaksızlık ile karşı karşıya olduğumuz kesin. Hatta yapılan çalışmalara bakınca yaratıcıya kafa tutmak için büyük büyük laboratuarlarda, koca koca önü sanı kalabalık bilim insanları, kıyasıya, gece-gündüz çalışıyor. Yarı insan yarı tanrı nasıl olunur, ölmek nasıl bertaraf edilir, zaman nasıl durdurulur, dünya nüfusu 500 milyona indirilemez ve de dünya çekilmez bir hal alırsa, Mars’a mı yerleşeyim yoksa suni bir uzay adacığı mı oluşturayım, dünya nimetlerini Rezzak’ın yerine ben kendime yontarak nasıl paylaştırabilirim gibi sorular ve cevapları…
Allah ahir ve akıbetimizi hayr eylesin. Tüm bu ahval içerisinde müminlere her zamankinden daha çok iş düşüyor. Ömür kısa, düşman kuvvetli; Allah, elbette bizimle ancak bizim bu olaylar karşısındaki duruş pozisyonumuz nedir; zira ahiret hesabımız için önemli bir argüman olacak bizler adına.
Bu minvalden olmak üzere mümine tevdi edilen önemli vazifelerden birisi de yılmadan hakkı ve sabrı tavsiye etmek, nasihatte bulunmak ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktır. Peki, müminler üzerine vazife olan hakkı ve sabrı tavsiye etmek ile nasihatte bulunmak görevini nasıl icra edecek, etmeli; son dönem dünyasına karşı bu yolda hangi usûl ve yöntem ile çalışmalı, müminler olarak buna eğilmek zorundayız. Bu noktada devlete ve millete düşen görevler neler, üzerine kafa yormalıyız. Ve bu süreçte usulsüzlüğümüzden dolayı kaybedecek ne bir dakikamız ne de bir insanımız var.
Bu konuda Asr suresinin bizlere verdiği direktiflere bakılırsa, insanlar zarardadır. Bu zarardan muaf olanlar, iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler olarak geçmektedir. Allah rahmet eylesin İmam Şâfiî’ye. O, Asr suresi hakkında şöyle diyor: “Şayet Kur’an’da başka bir şey nâzil olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur’an’ın bütün ilimlerini kucaklıyor”[2]
Hakkı ve sabrı tavsiye etmek bu sureye göre kurtuluş yollarımızdan birisi olarak zikredilmektedir. Rabbimiz Âl-i İmran, 110’da “Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten de sakındıran bir topluluk olsun. İşte onlar, kurtuluşa erecek olanlardır.” Bu ve benzeri ayetler ile zikredemediğimiz onlarca hadis, kurtuluşun insanlara nasihat etmek, salih amel işlemek, düşenin elinden tutmak, nasihat isteyene nasihat etmek, hakkı ve sabrı tavsiye etmekten geçtiğini bildirmektedir.
Büyüklerimiz der ki “vusulsüzlüğümüz, usulsüzlüğümüzdendir.” Yani bir şey hakkında sonuca varamıyorsak, gidiş yol ve yöntemimizde hata vardır, yeniden gözden geçirilmelidir, der. Bu yüzdendir ki, sistemli ve başarılı olan her yapı ve düşüncenin ardında çok defa gözden geçirilmiş, ince elenip sık dokunmuş bir usul anlayışı, bir metot vardır. Velhasıl mümin, imandan sonra yapacağı vazifelerin başında hakkı ve sabrı tavsiye etmesi, Allah rızası için nasihat etmesi gelmektedir. Peki, nasıl yapacağız da, vusulsüzlük olmadan bu işi başaracağız, şimdi buna dair birkaç cümle kuralım.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, öncellikle kendisi dâhil herkesin insan olduğu gerçeğini, insanın hataya, günaha, kırmaya ve dökmeye açık bir yönünün olduğunu unutmamalıdır. Bu yüzden de affetmeyi her daim zihninde ve davranışlarında canlı tutmalıdır.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, ne yaptığının, niye yaptığının farkında olmalıdır. Zira O, Allah adına insanlara bir şeyler anlatmaktadır. O halde kişi, Allah’ın insana dönük Esma-i Hüsna’sı ile muttasıf olmalıdır.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, hangi konuda tebliğ ya da irşat görevi yürütecekse o alanla ilgili asgari düzeyde bilgi ve tecrübe sahibi olmalıdır. Zira insanlar, bilgi ve ilim olarak kendinden daha aşağıda bir kişinin nasihatlerinden faydalanmak istemezler. Bu durum zamanla nasihat eden kişilerde umut kırıklığına yol açıp, bir kenara çekilmesine yol açabilir. Buna müsaade edilememelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, etkili ve güzel konuşmak için elinden gelen gayreti göstermelidir. Sözü uzatarak, sözün değerini düşürmemeli, kısa tutacağım diyerek de sözün etkisine ket vurmamaya özen göstermelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, konuşmalarında ve nasihatlerinde muhatabını düşünmeye sevk etmelidir. Bazı zamanlar sonucu muhatabına buldurmalı, yolları gösterip kenara çekilmelidir. Tamamen başıboş da bırakmamalı, sürecin muhatabını boğmasına ve muhatabının yanlış yollara girmesine izin vermemelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişinin azami derecede dikkat edeceği bir diğer husus ise söz ve eylem bütünlüğüdür. Konuştukları ile davranışları arasında tenasüp olmayan bir kişinin, kişilik ve karakter ile ilgili problemlerinin olabileceği düşüncesi, muhatabının zihninde canlanacaktır. Bu yüzden söz-eylem bütünlüğü ehemmiyet arz etmektedir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, muhatabının sosyo-psikolojik ve ekonomik durumunu dikkate almalıdır. Muhatabının nasıl bir toplumda yetiştiği, hangi duyguların esiri olarak büyüdüğü, hangi değerlerin ön planda olduğu bir ailede yetiştiği, hangi meşrepten, mezhepten, gelenek ve görenekten beslendiğini dikkate almalıdır. Buna göre bir çıkış yolu, bir metot belirlemelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, muhatabını sanık sandalyesinde görmekten vazgeçmeli, hal, tavır ve sözlerinde olumlu bir tutum takınmalıdır. Muhatabına şartlı yaklaşımın, iletişimde zafiyet doğuracağı kuvvetle muhtemeldir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, ikili ilişkilerle ilgili bir takım teknikler kullanarak muhatabını canlı tutmayı tercih edebilir. Muhatabına aktaracağı düşünce üzerinde, hangi eğitim-öğretim tekniği etkili olabilecekse onu öğrenmelidir. Muhatabına sorular yönlendirerek, konuşmasını ve kendisine açılmasını sağlamalı ve bu sayede de asıl sorunlu düşünceyi, sorunlu bölgeyi yakalayabilmelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, ihmale sebebiyet verecek kadar söz ve tutumlarını yumuşatarak işin ciddiyetinin kaçmasına müsaade etmemeli ve yeri-zamanı gelince tatlı-sert uyarı vazifesini icra etmelidir. Hele hele kendisini ve davasını aşağılayıcı bir tavırla ezmek isteyenlere karşı uyanık olmalı ve üslubunu bozmadan direnç göstermeli, mücadele etmelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, müjdeleyici olmalı, kendisinden, davasından ve dininden nefret ettirmemelidir. Bunun için de muhatabına göre bir usul belirlemeli, gerektiğinde bu usulünü güncellemelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, kavl-i ma’ruf (güzel, meşru söz), kavl-i sedid (doğru söz), kavl-i beliğ (tesirli söz), kavl-i leyyin (yumuşak söz) gibi Kur’an’î kavramları sözlerine ve davranışlarına yansıtmalıdır.[3]
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, fitneye karşı uyanık olmalıdır. Fitneyi uyandırabilecek söz ve eylemlerden kaçınmalı, hangi sözünde ve davranışında, nerede duracağını feraset ve basireti ile tespit etmeye çalışmalıdır. Bu konuda istişareden kaçınmamalı, tecrübe sahibi olanlarla her daim dirsek temasında olmalıdır.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, muhatabına Allah ve Resulünü sevdirmek için elden gelen gayreti göstermelidir. Allah ve Resulüne olan hürmet duygusunu, sevgi-saygı dengesi içinde sunmalıdır. Sevmek ve sevdirmek asıl olmalıdır.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, muhatabına hikmetle, güzel öğütle yaklaşmalıdır. Harici bir metot, zorunlu kalınmadıkça, kullanılmamalıdır. Sert ve kaba olmaktan son derece kaçınmalı, aksine zarif ve nazik olmalıdır.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, zaman-zemin uyumuna dikkat etmelidir. Muhataplarının hangi ortamlarda, nasıl davrandıklarını/ davranabileceklerini kestirebilmelidir. Bu hal üzere bir metot belirlemelidir.
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, yeri ve zamanı geldikçe, söz ve eylemlerini muhatabını sıkmadan yinelemelidir. Zira insan, nisyan ile maluldür. Ve yine hatırlatmak mümine fayda verir.[4]
Hakkı ve sabrı tavsiye eden kişi, muhatap kadro için, yakından uzağa, içten dışa doğru başlayarak hareket etmelidir. Ancak yakınlarımız adına bu süreç kangrene dönüşmüş ise, belirli aralıklarla hatırlatmaya ve uyarmaya devam etmekle birlikte, enerjimizin tamamının yakınlarımız tarafından bitirilmesine de müsaade etmemeliyiz. Böyle durumlarda enerjimizin bir kısmını, muhatap halkayı genişleterek, toplumun diğer unsurları için harcamalı ve idareli kullanmalıyız. Bu metot, bu tür durumlarda esas olmalıdır.
Velhasıl, hakkı ve sabrı tavsiye etmek, isteyene nasihat etmek, müminin üzerine bir borçtur. Allah, müminlere bu görevi hakkıyla ifa edebilme gücü, kuvveti ve iktidarı versin. (Amin) Mehmed Âkif Ersoy’un deyişiyle bitirelim:
Hâlikin nâ-mütenâhî adı var en başı Hak
Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak
Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken
Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden?
Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh
Başta îmân-ı hakîkî geliyor sonra salâh
Sonra hak sonra sebât: İşte kuzum insanlık
Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık[5]
[1] Kastım, Korona süreci değil, genel dünya düzeninin ifsada meylidir.
[2]İbn Kesîr, VIII, 499; Muhammed Eroğlu, “Asr Sûresi”, DİA, III, 502
[3] Detaylı bilgi için: Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, Hakkı Tavsiye Metod ve Vasıtaları, s.40, İstanbul 2013
[4]Zariyat, 55
[5]Safahât, İstanbul 1944, s. 419