KAPAK – Burada Bulunanlar Bulunmayanlara Söylesin!

KAPAK – Burada Bulunanlar Bulunmayanlara Söylesin!

Tebliğ kavramına giriş yapmadan önce, “nasıl bir hayatın veda edişi ki yepyeni filizlenmeleri beraberinde doğurdu” kısmını irdelemek isterim. İnsanlığı karanlıktan nura-hidayete yönlendiren gayretler-işler hayat olduğunda biyolojik olarak bir ayrılık-kopuş olsa da derinlere içlenilmiş ve sindirilmiş hakikat günümüze ve tüm zamanlara en muhtaç olduğumuz reçeteleri sunmaktadır. Ayrılığın-buluşmakla, kaynaştığı-birleştiği-zenginleştiği hâdise veda hutbesidir. Bu âlem böyle bir veda tablosu görebilmiş midir?

Tebliğ (Allah’ın vahyinin insanlara ulaştırılması) kavramı, ‘belağa’ fiilinden türemiştir. Belağa, gerek zaman, gerek yer ve gerekse nitelik açısından amaca ulaşmak, sona varmak demektir. Aynı kökten gelen ‘beliğ’ kelimesi, en açık, en etkileyici, maksada en uygun, noksansız ve güzel söz demektir. Kelime bu şekliyle Kur’an’da fiil halinde ve diğer türevleri olarak sık sık kullanılmaktadır. Belağat, güzel söz söyleme sanatıdır ki, karşıdaki kişinin durumuna göre, tam yerinde, düzgün ve etkileyici, maksada en uygun söz söyleme sanatı demektir. Kur’an, en üstün ‘fesahat’ (az sözle çok şey anlatma) ve belağat sanatına sahiptir, bu bakımdan benzeri olmayan bir mucizedir.

Hz. Muhammed Mustafa aleyhisselam’ın ahlakı, Hz. Aişe radiyallahu anha’ya sorulduğunda “Siz Kur’an-ı Kerim okumuyor musunuz?” diye soruyla mukabelede bulunması tebliği asıl boyutuna taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki, her mü’minin güzel ve takva hayatı Din’e bir davet gibi olmalıdır.

İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

Sahabe-i Kiram birden şöyle dediler: Allah’ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz!

Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz aleyhisselam şahadet parmağını kaldırdı, sonra da cemaatin üzerine çevirip indirdi ve söyle buyurdu: Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab! Şahit ol yâ Rab!”

Veda hutbesindeki son cümleleri başa alarak güzide sahabe topluluğuyla birlikte bizde ikrar ederken onlar gibi gözyaşlarımızla o anı terennüm edebiliyoruz. Peki, hayatımıza bir rota çizebiliyor muyuz?

Veda Hutbesinde yüz bini aşkın sahabe bulunurken, Hicaz bölgesinde metfun kalabilen sadece beş bin civarında sahabe olduğunu öğrendiğimizde, veda hutbesinin metin olarak ve içerikle birlikte kazandırdığı hareket kıvamını (en güzel tebliğ örneğini) idrak ediyoruz. “Ashabım! Kimin yanında bir emanet varsa, onu hemen sahibine versin…” sözleri sahabe topluluğunun kulaklarından kalplerine öyle işlemiş ki bütün yeryüzüne emaneti yüklenerek arkada bıraktıklarına bakmadan yürümüşler. Efendimiz aleyhisselam’ın vefatından sonra Hz. Ebubekir radiyallahu anh ve Hz. Ömer radiyallahu anh dönemlerinde -ki on iki yıllık bir zaman diliminden bahsediyoruz- İslam topraklarının ulaştığı yerleri düşününce sahabe topluluğunun tebliğ ve emanet’in ne demek olduğunu bize yeniden tebliğ ettiklerini anlayabiliyoruz da idrak edebiliyor muyuz? Düşünmeliyiz.

632 yılında sevgili peygamberimizin yüz bini aşkın sahabesine irad edilmiş “Veda Hutbesi” diye anılan hutbesi sadece bir yerde, bir ortamda yapılmış bir hutbe değildir. Veda haccında Arafat’ta, Mina’da, Meş’ar’de sahabesine yaptığı hutbeler birleştirilmiş ve Veda Hutbesi olarak karşımıza çıkmıştır. Veda Hutbesinin oluştuğu hac ibadeti bütün yönleriyle tebliğ olduğu gibi içerik olarak incelediğimiz zaman insanlık için evrensel mesajları tebliğ etmektedir.

“Hamd Allah’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah’tan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.” Rasulullah aleyhisselam’ın hitabı, o anda karşısında dinleyen Sahabe-i Kiram efendilerimizin şahsında kıyamete kadar ben de Müslümanım diyen herkesedir. Zira İslam sadece Sahabe-i Kiram efendilerimizin değil, kıyamete kadar ben Müslümanım diyen herkesin dinidir.

“Ey insanlar! Sözümü iyi dinleyiniz! Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım. İnsanlar! Bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur.” Can, mal ev ırz kutsaldır. Yaşama hakkı tabii bir haktır. İslam’a göre insanı öldürmek, kana, mala ve ırza (iffete) tecavüz haramdır. Bir kimse bir insanı öldürürse veya bedenine zarar verirse; İslam bunun cezasının verilmesini emreder. Karşılığı verilmeyen suçlar, sahibini daha da azdırır.

“Ashabım! Muhakkak Rabbinize kavuşacaksınız. O’da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.” Burada bulunanlar bulunmayanlara ulaştırsın ve muhakkak Rabbinize döneceksiniz cümlelerini idrak edebilmiş olsaydık, İslam âlemi bu zilleti yaşamazdı. Rasulullah aleyhisselam’ın bize hayat verecek çağrısına kulak ve gönül verdiğimiz an bütün insanlık özlediği günlere kavuşacaktır.

“Biliniz ki, faizin her çeşidi kaldırılmıştır. Allah böyle hükmetmiştir…” 21. yüzyılda insanların hayatlarının ipotek altına alındığı, devletlerin mahkûm edildiği ve daha birçok şeye mecbur edildiği, küresel faiz lobisinin baskı ve tehditleriyle yaşayan Müslümanlar olması içler acısı bir vesikadır. Her Müslüman önce kendi hayatında faiz bulunuyorsa çıkarmalı ve Müslümanlığımızın gereğini yaptıracak hamlelere odaklanmalıdır.

“Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah’ın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allah’ın emriyle helal kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır…” Allah’tan hakkıyla korkulunca emanet zayi olur mu? Bütün insanlığın Rasulullah aleyhisselam’a muhtaç olduğu ancak etkilerden kurtulmuş bir muhasebe ile anlayacağı mukadderdir. İnanan mü’minler imanlarının bir gereği olarak bu sözlere yönelmeli ve bunları etrafına tebliğ ederek aile müessesinin zor günler yaşadığı günümüz problemleri karşısında bizzat örnek olarak çözüm üretmelidir.

“Ey mü’minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve Peygamberin sünnetidir. Var mı başka çıkar yol! Ey iman eden, uyan!

“Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslümana kardeşinin kanı da malı da helal olmaz. Fakat malını gönül hoşluğu ile vermişse o başkadır.”

Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız da birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır. Azası kesik siyahî bir köle başınıza amir olarak tayin edilse, sizi Allah’ın kitabı ile idare ederse, onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Kimse kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba, oğlunun suçu üzerine, oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz.”

Dinleyiniz, belleyiniz! Biz mü’minler kardeş miyiz? Üstünlük takvada mıdır? Kıymet nedir? Nerede durduğumuz önemlidir. İtaat, nefislerinden hayata tutunanların anlayabileceği bir kavram mıdır? Gönüllerde Allah korkusunu hâkim edenlerin anlamlandıracağı bir kavram mıdır?

“Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız:

– Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız.

– Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz.

– Zina etmeyeceksiniz.

– Hırsızlık yapmayacaksınız.”

Gazetelerimizden, televizyonlarımızdan ve haber sitelerimizden yüreğimizin örselendiği haberler yayılırken yılda bir kez bütün medya organları toplumu diriltecek mesajları (Veda Hutbesini) yayında ve gündemde tutsa Allah belki de bizlere acıyacak, yardımını ve nusretini bahşedecektir. Veda hutbesinin oluştuğu kutlu vakit dilimlerine yoğunlaşabilirsek tebliğ olunacağız. Çünkü Veda Hutbesi bütünüyle tebliğdir.

Hz. Peygamber aleyhisselam ve sahabesi döneminde hutbenin oluştuğu zaman dilimlerine odaklanıp daha da öncesinden başlayarak müşrik Arap toplumunun yaşadığı değişimi kitlesel-bireysel anlamda zihnimizde toparlayabilirsek Veda Hutbesini anlayabiliriz. Tebliğ sadece söz olsaydı belki günümüz insanından daha iyi kimse yapamazdı! Müslüman, söylediklerini yapabilecek kuvvet için de dua etmeli.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.