KAPAK- Bin Bilsen De Bir Bilene Danış

KAPAK- Bin Bilsen De Bir Bilene Danış

 

Değer kaybının hızlandığı bir zamanda yaşıyoruz. Bunun için “değer” kelimesi etrafında bazı etkinlikler düzenleniyor. Okullarda çok isabetli bir uygulama olarak “değerler eğitimi” başlığı altında hem ders hem de kulüp faaliyetleri planlanıyor. 10 yılı aşkın bir süredir devam eden bu etkinliklerin, kağıt üzerinde bir plan olarak kalması, işin üzücü olan tarafı. Ziya Paşa çok sevdiğim Terkib-i Bend’inin bir beytinde yüz elli yıl öncesinden Tanzimat Fermanı için olsa gerek şöyle demektedir:

“Evrak ile tanzîm olunur cümle nizâmat

Elfaz ile terfıh-i raiyyet yeni çıktı.”

Evet, kağıt üzerinde bir çok şeyi çok iyi planlıyoruz. Şimdi buna proje diyorlar. Ama pratikte, uygulamada yok ediyoruz o planları, hedefleri. Değerler eğitimi de bunlardan biri. Değerler Eğitimi, okulların bünyesinde eğitimin yeniden yapılandırılması için desteklenen ve geliştirilerek uygulanan bir projedir. Bu projenin amacı daha huzurlu, mutlu bir dünya, toplum oluşturmak ve birey için milli, manevi ve evrensel değerlerin farkına varan kaliteli insan yetiştirmektir.

Gerçekten çok hoş, insanı mutlu eden bir proje ama pratiği olmadı, olamadı. Çünkü önce bu değerleri veren kişinin eğitimci olması, sonra o değere kendinin inanması gerekir. Dürüstlük, sevgi, saygı, yardımlaşma… gibi değerleri öğrettik ama eğitimini, uygulamasını yapamadık. Öğretenler eğitici olamadılar. Saygıyı anlatanın saygı göstermeyi, dürüstlüğü anlatanın dürüst olmayı, sevgiyi anlatanın sevmeyi bilmesi gerekmez miydi? Gerekirdi ama olmadı.

Değerlerimiz kelime ve kavramlarımızla beraber yok olur veya yok edilirken bir medeniyetin de yok edildiğini, bir devrin kapatılmak istendiğini fark ediyoruz değil mi? Mesela eşraf kelime ve anlamı. Eşrafı yok ettik veya anlamını kaydırdık. Araştırdığımızda karşımıza şunlar çıkar;

Eşraf, dilimize Arapçadan geçmiş olan bir kelimedir. Kelime “şerif” kelimesinden türemiştir. Şerif, “şerefli, haysiyetli” anlamına gelir. Eşraf ise bu kelimenin çoğuludur. Kelimenin anlamına uygun olarak kişi ya da kişilerin övülmesi için kullanıldığı görülür. Yine eşraf, bir toplumda ileri gelenleri ifade etmek için de tercih edilen bir kelimedir. Çevresinde saygın, itibar sahibi, ilim sahibi, kanaat önderi, âkil ve biraz da varlıklı olan insanlara eşraf denildiğini ve bu kişilerin de ünvânı hak edici yaşadıklarını, davrandıklarını görmekteyiz.

Köyde, kasabada, şehrin her mahallesinde muhakkak eşraf niteliğine sahip insanların olduğunu bilmekteyiz. İtibar sahibi bu insanların aynı zamanda birçok konuda ehil oldukları görülür, bilinir. Elli yaşın üstünde olanlar bunu hem bilir hem görmüşlerdir.

İtibar kelimesi de bu çerçevede ele alınabilir. İtibar ve şeref, ilimle, akılla, davranışlarla elde edilen vasıflardır. Bu vasıfları da o zatların içinde yaşadığı toplumun genel kabulüyle aldıklarını görüyoruz. Yani bu işin okulu hayattır.

Eşraf, itibar kazanmış muteber zatlardır. Aynı zaman da dürüst, emindirler. Bu sebeple toplumun kadın erkek, yaşlı genç, çocuk büyük, bütün fertleri bu zatları toplumun direği olarak görürler ve müşküllerini onlara arz ederlerdi. Birçok konuyu onlarla istişare ederlerdi. Kişisel veya toplumsal meseleleri onlara açar ve onlardan akıl alırlardı. Evde başlayan büyüklere danışma anlayışı, dışarda da devam eder, muteber insanlara danışırlardı. Her köyün, kasabanın, mahallenin eşrafı danışılan insanlardı.

Evlenirken, boşanırken, iş kurarken, eğitim alırken, ticaret yaparken… itibar sahibi, eşraftan insanlarla konuşup danışmak bir gereklilikti. Bunu yapanlar zarara uğramaz ya da az zararla işi kurtarırdı.

İşte bahsettiğimiz bu eşrafı kaybettik, daha doğrusu yok ettik. Sistem dini yönden de ehil olan eşrafı itibarsız hale getirdi. Onun yerine; takım elbiseli, kravatlı, halka tepeden bakan, okumuş yazmış cahilleri koymaya çalıştı. Bunlar her konuda bilgiliymiş gibi göründüler. Halkın değerlerine karşı olan ve onları aşağılayan bu tiplerden, bilgiçliği ile halkın uzaklaştığı görülür. Bizim insanımızın en önemli insan ölçme araçlarından birisi dindir. Kendisi dindar olmasa bile idareci, eşraf, siyasetçi, ilim adamı, tüccar… vs. dindar olmasını ister.

Eşrafın ve muteber insanları itibarsızlaştırarak onların yerine koymak istedikleri bilgiçlerin değer ve dine bakış açıları onların halk tarafından kabul görememelerine sebep olmuştur. Zaman, evde, dışarda, işte, sosyal hayatta… danışacağı büyük, ehil bulamayan gençler bireysel hayatlarıyla beraber işinde, evliliğinde, eğitiminde hatalar yapmaya başlamıştır. Bireysellikle başlayan hatalar genelleşmeye başlamıştır. Bireydeki hatalar, yanlışlar toplumsal hale gelmiştir.

Tecrübesiz gençlerimizin de şu anda ehil insanlara çok ihtiyaçları var. 1980’lerde Kilis’e ziyarete gitmiştim. Orada bir âlim, bir cami imamının yanına gittik. Namaz sonrası sohbette bazı sorular sordum. Muhteremin cevapladığı sorulara ek olarak “zamanımız insanı öyle müşkülatlar çıkarıyor ki buna bırak benim, şeytanın bile aklı ermez” demişti. Bu da toplumun nasıl bir çıkmaza girdiğini gösterir.

Günümüz, zamanımız öyle bir hal aldı ki birçok meselenin altından kalkamıyoruz. Düşüne düşüne yoruluyoruz. Yine çözüm bulamıyoruz. Sağlık, hukuk, iş, eğitim, geçim, aile, çevre… hepsi farklı şekillerde problem kaynağı. Öyleyse ehil insanlara bakmalıyız, onlara benzemeye çalışmalıyız. Onlarla ne kadar yakın olursak, problem yaşamayız veya hızla çözeriz.

Her ne kadar etrafımızda eşraf dediğimiz insanlar azalsa veya bulunmasa da her konuda ehil insanlar var. Ehillik, yaşın yanında, hem ilim hem tecrübe hem feraset hem çözüm ifade eder. Ehil insan, yaşı kadar ehliyet sahibi de olmalıdır. “Yola bilenle giden yorulmaz.” diyen atalar, bilenlerle beraber olmayı tavsiye ediyor. “Bekâr gözü ile kız alınmaz. Bekara karı boşamak kolaydır” diyen ecdat, danışmada ehliyetin, yaşın, tecrübenin, yaşanmışlığın önemine dikkat çeker.

Olumsuz örneklere girmeden toplumsal bozulma, gevşeme, yozlaşma; bireysel hayat yaşayan, yaşamak isteyen yeni nesil gençler, olgunlar; aile, iş, eğitim, sosyal ilişkilerde çok başarısız oluyor, yaşadığı problemleri nasıl aşacağını bilmiyor. Başına gelen sıkıntıyı nasıl aşacağını bilemeyen insanımız şiddete başvuruyor. Evlenirken kime danışacak; aile içi geçimsizlikte (eş, çocuk, akraba) kimi hakem tayin edecek, iş yerinde, okulda yaşadığı problemleri kimle çözecek? Bu soruları cevaplandıramayan yeni nesil, yanlış davranış ve çözüm yollarının içine düşüyor. Bireysel çabaları da onu daha fazla batırıyor. Çırpındıkça batış hızlanıyor. Sonra yaş ve konumuna göre şiddete, alkole, uyuşturucuya, çeteleşmeye… gidiyor.

Sistem; arabulucu, bilirkişi, danışman gibi adlarla kaybolan itibar sahibi, eşraf ve ehil insanların yerini doldurmaya çalışıyor ama olmuyor. Bu kanunla, tüzükle, yönetmelikle olacak bir iş değil çünkü. Biz Batı toplumu değiliz. Kültürel ve geleneksel yapımız farklı. Onların kurumları bize uymuyor.

Velhasıl işin ehline başvurulup çözüm aranmasını sistem telkin etmese de kendi vakıf, dernek ve STK’larımız bu danışma geleneğini, kültürünü tekrar canlandırmayı da hedefleri arsasına koymalılar. Bunu pratikte yapıp ehil insanlara değer vermeliler.

Arayan bulur. Aşağıda sunduğumuz atasözleri de bunu söylüyor. Ehlini arayın, bulun ve problemleri çözünüz.

“Ekmeğini yalnız yiyen yükünü dişiyle kaldırır.” Bin bilsen de bir bilene danış. Danışan dağı aşmış, danışmayan düz ovada yolu şaşmış.

Kalın sağlıcakla…

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.