KAOS ÜZERİNE BİR DENEME

“Siz hiç küre şeklinde bulut, koni şeklinde dağ gördünüz mü?”
Mandelbrot
Kaos mutluluktur, çünkü özgürlüktür. Önünüzde uzanan engin bir kırdır. Koruğun yeşilidir. Doğumdur, ciğeriniz patlayasıya havayla dolar, gerilir, acır, yüzünüz buruşur; sert bir refleks, haykırışı andıran bir sesle havayı boşaltır, hemen ardından bir kuvvetli soluk daha…
Kaos sevimlidir, komiktir. Güzeldir, okşamak, kucaklamak istersiniz. İlk günahtır. Kendini tanıyıvermedir. Meraktır, zihnin bir oraya bir buraya koşuşturup durduğu. Çelmelenmiş aklın kahkahasıdır.
Kaos bunaltıdır, çünkü özgürlüktür. Dağ soğuğu, kış beyazıdır. Doğup kalakalmadır, muhtaçlıktır, yoksunluk, zayıflıktır. Ana rahmini özletecek kadar pişmanlıktır. Hakikatsizliktir. Körün körle dövüşüdür. Keyfiyettir, başına buyrukluktur. Zorbanın, zalimin, haydudun, eşkıyanın, yol yordam bilmezliği, erdem tanımazlığıdır. Düzendir, düzer. Tornadonun, kasırganın, fırtınanın, depremin selin gazabıdır, kaçıp gitmek en iyisi. Burgaçtır, bir kara deliktir ne var ne yok içine çeken.
Kaos düzendedir, düzen kaosta. Çünkü her şey değişir.
Günlük dilde kaosu, dağınıklık, kargaşa, keşmekeş, başıbozukluk, düzensizlik, hercümerç, dağdağa sözcüklerine yakın bir mana vererek, olumsuzladığımız durumlar için kullanıyoruz. Sözcük Yunanca’dan geliyor (khaos), yarık, boşluk, uçurum, hudutsuzluk, ıssızlık, girdap manalarını taşıyor.
Günlük dilden geçmiş olmakla birlikte kaos terimi, denetlenemeyen, öngörülemeyen küçük değişikliklerin büyük sonuçlara yol açtığı veya büyük değişikliklerin bir şey olmamışçasına sönümlendiği bir dünyanın kapısını aralamaya cesaret eden bilimcilerin dilinde farklı bir anlam kazanır.
Kaos, hareketler, taşınmalar, doğumlarla… Büyümeler, yıpranmalar, başkalaşmalarla… Onarmalar, iyileşmeler, kırılmalar, yıkılışlar, patlamalar, heyelanlarla ilgilidir. Oluş, bozuluş ve devrilişin, kısacası dinamik sistemlerin kuramlaştırılmasıyla ilgilidir.
Her şey değişir
İbn-i HALDUN; Meşhur eseri Mukaddimesinde ‘Değişmeyen tek şey değişim kanunudur’der. Süreklilik ve farklılık değişmenin iki kipidir. Önünüzdeki masayı iterseniz, yerinden kıpırdamak istemez gibi direnir. Otobüsün frenine basıldığı zaman, durmasından hoşlanmamış gibi ileri doğru kaykılırsınız. Kurumlar, toplumlar değişmeye direnir. Kritik edilmeyi sevmeyiz. Bir insanın gönlüne girmenin en kestirme yolu onu onaylamaktır, hatta daha iyisi övmektir. Ama buna rağmen “Her şey değişir”. Kimse değişmeyen bir şeyle tanışmamıştır. Çekene karşı hep iten, itene karşı hep çeken vardır. Yaşam hep dengeden uzak koşullarda oluşur. Kaos düşüncesinin en temel kavramı değişmedir.
Değişme hep bir farklılaşma, olmayan bir şeyin meydana gelmesi olduğu için eski düzenin rahatını kaçırır. Değişmeyi kavramak isteriz. Nasıl değişecek, nereye doğru değişecek, ne çıkacak? Aslında bir bakımdan geleceği bilmek istemek demektir bu.
Kötü de olsa geleceği bilmek isteriz. En azından önlem almak için. Bilim amacını başından beri, olanı anlamak ve açıklamak, olacağı öngörmek ve denetlemek olarak koymuştur. Ay dünyanın çevresinde bir ayda döner, dünya güneşin çevresinde bir yılda döner, Jüpiter güneşin çevresinde 11 826 yılda bir döner. Halley kuyruklu yıldızı 2061 yılında dünyanın yakınından geçecek. Formülleri var, siz de hesaplayabilirsiniz. Günlük yaşamda da öngörebiliyoruz. Güneş doğacak diyoruz doğuyor. Kalemi bıraksam düşer diyorum, düşüyor.
Fakat yaşam, ne elimizdeki formüllerle tamlıkla ifade edilebilecek kadar yalındır ne de formüllerin hesaplanmaları ve uygulanmaları kadar kolaydır. O zaman sadeleştirme, basitleştirme, eğri büğrülükleri doğrusallaştırma yoluna gideriz. Hava ısındıkça daha çok terleyeceğimizi, doların değeri yükseldikçe lirayla daha az şey satın alacağımızı, davula hafif vurursak düşük, sert vurursak şiddetli ses çıkaracağını söyleriz. Ve beklentilerimiz şu ya da bu ölçüde tatmin edici gerçekleştikçe sorgulamayı bırakır, sonunda başlangıç noktamızı unuturuz. Her şeyin aynen süreceğini eskiden de öyle olduğunu düşünme, bize bir anlam ifade etmeyenden, değişik gelenden veya denetleyemeyeceğimizden uzaklaşma eğilimindeyizdir. Bilimciler de doğrusal formülasyonlara indirgeyemedikleri hemen her problemden kaçmışlardır.
Kaos, sürekli sadeleştirmeler, basitleştirmeler, yuvarlamalar, yaklaştırmalar, yerelleştirmeler ve genelleştirmeler sonucunda hayatın unutulmuş karmaşıklığıyla ilgilidir. Sürekli olan, var olan, dengede olan, şimdi olanın üzerinde düşünmeye alışmışızdır. Kaos teorisi, farklılaşmayı, olmakta olanı, geleceği öngörülemez olanı, dengesizliği gündeme getirerek sürekliliğe ve farklılığa değişik bir bakış getirmektedir.
Bir değişim, bir kez başlayınca, kendini kuvvetlendirerek büyür. Sapma veya kararsızlık, daha fazla sapmaya, kararsızlığa veya yeni bir oluşuma meydan verecek şekilde, artar, gelişir veya pekişir.
Bu değişimi anlatan pek çok özlü sözümüz vardır. “İştah yedikçe gelir,” “Rüzgâr eken fırtına biçer,” “Şiddet şiddeti doğurur,” bunlardan bazısı. Bir de “Para parayı çeker” deriz. Benden biraz daha fazla paranız varsa, ileride bana göre daha fazla para kazanma şansınız var demektir. Daha çok satın alabilir, bununla daha çok üretebilir ve daha çok satabilirsiniz. Sermaye birikiminiz, kartopunun yuvarlandıkça irileşmesi gibi giderek büyüyebilir. İkimiz birbirimizden öyle uzaklaşabiliriz ki, sonunda karşı yakaların insanları olabiliriz.
Değişme hep değişmek istemeyene karşı olduğundan, her zaman kararsızlaşmaya, istikrarsızlaşmaya tekabül eder. Bu yüzden sapmaları pekiştiren geri besleme sürecinin önünde hep, birden çok alternatif vardır.
Pek çok büyük lider, büyük bilimci, büyük işletmeci, büyük kentler, hatta büyük imparatorluklar, bu büyüklüklerini, kendilerine özgü davranışlarına veya doğalarına değil, böyle bir pekiştirici geri besleme döngüsüne borçludurlar. “Doğru zamanda, doğru yerde bulunmak” çoğu kez, bu büyüklerin bilerek yaptığı bir şey değildir. Onları son halleriyle anlamaya çalıştığımızda, katı bir determinizm arama eğilimi gösteririz, başarılarını büyük bir isabetle ortama uygun davranabilme yeteneğine yorarız. Oysa diğerlerine göre daha erken uğradıkları fark edilemeyecek kadar küçük sarsıntı veya ani değişikliğin tetiklediği zincirleme değişmelerin ürünüdürler. Ortama uymaktan ziyade yeni bir ortam yaratmışlardır. Tarihçi E. J, Hobsbawn’a göre İngiltere, tekstil sanayisini kuran ilk ülke olduğu için dünya pazarına hükmedebildi. İngiliz sanayi devrimi, diğer ülkelerin gelişmesi pahasına kuvvetlendi ve böylece bir dünya imparatorluğuna dönüştü. Japon mucizesi veya bilgisayar sanayisinin devi Microsoft firması benzer bir sürecin örneğidir.
George Bénard Shaw şöyle söylüyor: “Akıllı kişi kendini dünyaya uyarlar; akıllı olmayan ise dünyayı kendine uyarlamakta direnir. Dolayısıyla bütün gelişme akıllı olmayana bağlıdır.” Evrim sapmalar sayesinde olanaklıdır. Elbette, sapmaların serpilme ortamının bulunması şartıyla. İşte bunu sağlayan, pekiştirici geri beslemedir. Pekiştirici geri besleme, minik sapmaları veya hataları her çevrimde daha da büyülterek pekiştirir. Sapmaları olumladığı için buna aynı zamanda olumlayıcı geri besleme deniliyor.
Türkiye’de her şey 1999 yılının Ekim ayında “Alev Alatlı’nın Scrödinger’in Kedisi I: Kâbus” başlıklı romanının piyasaya çıkması ile başladı desek yeridir. “Kâbus”, pek alışık olmadığımız tarzda kaleme alınmış bir “anti-ütopya” olarak, Türkiye’nin şu o anki durum ve temel dinamiklerinden hareketle, gerçekten “kâbus gibi” bir senaryo ile çıkıyordu karşımıza. Bu vatanda yaşayan birçok kişinin kolayca hazmedemeyeceği bazı kurgusal sonuçlar, yine çok az kişinin itiraz edebileceği gerçekler üzerinden kurgulanmıştı. Alatlı, romanında hem felaketimizi, hem de “kurtuluşumuzun ilk sinyallerini öneriyordu. Bunları bir Türk romancının ağzından, bu kadar gerçek ve bu kadar çıplak olarak ilk kez duymanın heyecanıyla, birçoğumuz o kitabı belki de bir kaç kez dikkatle okumuşuzdur. Alatlı’nın bahsettiği “kaos mantığı”, “kuantum fiziği”, “toplumsal afazi” ve “yeni dünya düzeni” telmihleri gibi konular, okuyanları ilk kez, entelektüel anlamda hoş birer hobi olarak uğraştıkları yahut sadece “haberdar oldukları” bazı yeni bilimsel bakış açılarının bulgularından inşa edilmiş sarsıntılı bir asma köprüde yürümeye zorluyordu adeta.
Aslında bu kitabın piyasaya çıkışını bir “başlangıç”tan ziyade, bir “tetikleme” olarak nitelendirmek mümkün, zira bu gün “Onarımcılar” çatısı altında bir araya gelen insanların birçoğunun ilgi alanları, o günden yıllar önce bile bu “garip” alanlarda gezinmekteydi. Neredeyse her biri, kendilerine öğretilenlerin onlara yetmediği duygusuyla büyüyen, alternatif bakış açılarını iştahla özümsemeye uğraşan ve durdukları zihinsel seviyeyi beğenmeye hiç vakit bulamamış bireylerdir. Bu “Onarımcılar” arasında yapılan tartışmalar ve bilgi alış verişleri, birbirini tetikleyen enzim tepkimeleri gibi, çığ misali büyüyen bir fikir ve zihni aksiyon arşivi haline dönüşmeye başladı. Temel ilkelerimiz olan 4A (Akıl-Ahlak-Adalet-Adap) çerçevesinde, hemen her konu elden geldiğince masaya yatırılmaya, üzerlerinde olabildiğince farklı düşünceler üretilmeye gayret edildi.
Aslında bütün bu yazdıklarımızı batıda gelişen bilimsel düşüncenin verileri ışığında ele aldık. Oysaki İslami düşünce tarzı ve İslam felsefesi açısından ele aldığımızda yukarıdaki görüşlerin birçoğunun farklılaştığını göreceğiz. Batı adamı bu gelişmeleri kontrolsüz gelişen bir kaos olarak değerlendirirken İslam düşüncesindeki aydınlar “Tecelli-yi İlahi” düşüncesinden hareketle hayatın her noktasını davranışların her zerresini Allahu Teala’nın Hâlık sıfatına bağlayarak kontrolsüz olmadığını, her davranışı sebepleriyle beraber Allahu Teala’nın yarattığına inanırlar.