KALEM, İNANÇ VE DİRENİŞ ARASINDA BİR GENÇLİK

Çocukluk yıllarımda izlediğim ve bir çocuğun dünyasından 1980 darbe yıllarını anlatan bir film “Uçurtmayı Vurmasınlar”. Barış beş yaşında bir çocuktur ve bütün hayatı dört duvar arasında geçmiştir. Barış’ın hapishanedeki en yakın arkadaşı İnci, siyasi bir suçtan içeri girmiştir. Bütün dünyası Barış’a bir şeyler öğretmek olan İnci, ona dört duvarın ardındaki dünyayı tanıtmak ve demir parmaklıkların soğukluğunu hissettirmemeye çalışmaktadır. Gün gelir İnci tahliye olur; Barış İnci’nin gitmesiyle yıkılır. İnci’nin bir uçurtma olup geleceğine inanır. Barış uçurtmaya özgürlük adına umutlarını, hayallerini, özlemlerini yüklemiştir. Bir gün mutlaka beklediği uçurtma gelecektir. Barış’ın beklediği uçurtma gün gelir gökyüzünde görülür. Fakat hapishane yönetimi tarafından siyasi bir tehdit olarak algılanarak vurulup yere indirilir. Ve bir çığlık yükselir Barış’ın dudaklarından “Uçurtmayı vurmasınlaaar!”
Şimdi niye mi anlattım bunu? Ben ve benim yaşımdakiler kırk kırk beş yıllık ömre üç tane darbe sığdırmış insanlarız. 1980 darbesinde bir yaşındaymışım yıllarca süren etkilerini aklım ermeye başladığı yaşlarımda bile hatırlarım. Ardından 28 Şubat Muhtırası ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimi… Bizimde hayallerimiz, umutlarımız, özlemlerimiz vardı. İlk çocukluk çağlarımızdan itibaren bir korku medeniyetine mahkûm edilmiş inancını istediği gibi yaşayamayan, düşüncelerini özgürce ifade edemeyen bir nesil olarak büyüdük. Biraz olsun özgürce inancımızı, düşüncelerimizi, hayallerimizi yaşayacağımız dönemde tıpkı Barış’ın uçurtmasına yüklediği gibi duygularımızı gökyüzüne saldığımız bir anda bizim de uçurtmamızın ipini birileri koparttı, vurdu… 28 Şubat darbesi oldu. Çünkü birilerinin Allah (cc)’la bağı sağlam olan gençlere tahammülü yoktu. Çünkü birilerinin Peygamberin (sav) güzel ahlakını kuşanan gençlere tahammülü yoktu. Çünkü birilerinin Kuran-ı Kerim’i hayat kitabı kabul eden insanlara tahammülü yoktu. Çünkü birileri ilkeleri olan duruşu olan insanları kendi istedikleri gibi menfaatleri doğrultusunda kullanamayacaktı. Çünkü Hududullah’ı gözeten insanları dünyevileştiremeyeceklerdi. Çünkü aileyi kutsal kabul eden insanlar var oldukça toplumun temel taşı olan aileyi bozup “sınırsız özgürlük” adı altında istediklerini yapamayacaklardı. Çünkü Mehmet Akif’in Asımın Nesli diye ifade ettiği dindar, Rabbini ve Resulünü bilen, vatansever bir neslin okuyup kendini geliştirip bir yerlere gelmemesi gerekiyordu. Onun için inandığı değerleri savunan yaşamaya ve yaşatmaya çalışan birçok insan 28 Şubat’la birlikte işinden oldu, öğrenciler okullarından oldu. Okul kapılarında genç kızların başörtüsü tıpkı barışın uçurtması gibi suç, siyasi tehdit sayıldı. Sonrası mı? Darp, işkence, hapis, ikna odaları… Onurları ve guruları çiğnenmeye çalışılan milyonlarca genç… Ülkenin eğitim kurumlarını adeta zulüm yuvasına çeviren seküler kafalı başkalarının manda ve himayesiyle hareket eden zihniyetler… Meydanlarda, üniversite kapılarında haklarını savunan milyonlarca inançlı yürek… Gözü yaşlı bir şeklide hayallerine veda etmek zorunda kalan insanlar… İnancını ve hayalleri arasında tercih yapmak zorunda bırakılan bir gençlik… Yıkılmış hayaller, yıkılmış hayatlar, unutulmaz yaşanmışlıklar ve travmalar… Gençlikleri birilerinin iki dudağı arasında heba olanlar…
Velhasılıkelam daha neler neler… Bugün hâlâ yüreğimizde acısını yaşadığımız nice hikayeler… İpi kopmuş bir uçurtmanın arkasından bakar gibi hayallerimizin arkasından baka kaldığımız günler… Başörtüsü eylemleri ile sembolleşen yüreğimizdeki yaralarımıza bir merhem gibi sürdüğümüz Eşref Ziya ezgileri: Ağlama Karanfil ve Beyazıt Meydanında… O günlerde 28 Şubat zulmüne maruz kalan kardeşlerimize destek olabilmek adına ART FM mikrofonlarından yükselen bir ses kulaklarımda yankılanıyor: “Düşüncelerim hüzün taşıyor, yüreğim hüzün taşıyor. Sararmış, kuru yapraklar arasında yürürken sonbaharda gelen ölümü ve baharla yeniden gelen dirilişi düşünüyor, umutlanıyorum. Eylülün girmesiyle başlayan okul dönemini ve bin bir hüzünle başlayışını bin bir zulümle devam edişini düşünüyorum. Okul, eğitim, öğretim, öğrenci, öğretmen ve zülüm, işkence, polis, yasak kavramlarını düşünüyorum. Okul; eğitim, öğretim, bilgi, meslek geleceğe dair hayaller… Okul; anaların babaların umudu, içinde kalan ukdesi… Okul; gençlerin hayali, umudu, yarınları… Ve 28 Şubat… Okul artık korku yuvası, yasak, kâbus, işkence… Okul artık kararmış umutlar yüklenmiş bir kavram… Okul artık polis copları, barikatlar, hakaretler ve bir gardiyan gibi bekleyen öğretmenler ve öğretim görevlileri, ikna odaları… Öğrenciler artık geleceğin umudu değil onlar terörist, bölücü, gerici, yobaz, mahkûm onlar … vs. Düşünebiliyor musunuz? Tertemiz yüreklere yüklenen suçlamaları. Bir kalemin ucunda gece gündüz çalışılarak geçirilen zorlu günleri emekleri. Üniversite hayali ile her şeyden fedakârlık edilen günleri, gelecek ümitlerini. Ve bunca emeğin, hayalin, başarının, fedakârlığın, geleceğin bir kasırga önünde savrulurcasına birilerinin nefsî kin ve düşmanlıkları uğruna polis copları ucunda savrulup gittiğini düşünebiliyor musunuz? Öğretmen, doktor, hemşire, mühendis …vs. olmayı beklerken emeklerinizin saçma tutarsız düşünceler uğruna hiçe sayıldığını düşünebiliyor musunuz? Bir anda özgürlüğünüzü, hayallerinizi, geleceğinizi bir hiç uğruna kaybettiğinizi düşünebiliyor musunuz? Sanki hiç okumamış gibi, sanki bu vatanın evladı değilmiş gibi sanki bir hainmiş gibi kapı önüne konulduğunuzu düşünebiliyor musunuz? ‘Böyle bir zulüm, böyle bir haksızlık olamazdı, insanların eğitim hakları elinden alınamazdı, alınmamalıydı’ diyorsunuz ama nafile… ‘İnancımdan ötürü böyle bir muamele haksızlık’ diyorsunuz ama nafile… ‘Benim başörtüm siyasi sembol olamaz’ diyorsunuz ama nafile… Kalemler şahitti, kitaplar şahitti, zaman şahitti. Herkes, her şey şahitti. Genç yüreklerin inançlarının, emeklerinin, umutlarının, hayallerinin üzerinde karanlık oyunlar oynanıyor; karanlık emeller geziniyordu. Suçumuz inancımızın sembolü başörtümüzdü. Yani imanımızdı… Sonbahar yapraklarıyla birlikte düştük yollara, kaldırımlara, okul kapılarına, meydanlara… Vurgun yemişçesine, ayaz vurmuş güller misali, yüreğimizden kurşunlanmışçasına… Ama ölmedik, yıkılmadık, yıkılmayacağız, sessiz kalmayacağız… O saldırdığını başörtü benim inancımın sembolüdür. Kurtuluş savaşında mermi taşıyan bu vatan için canlarını, evlatlarını ortaya koyan anaların imanının sembolüdür. Mehmetçiğin cephede uğruna canını verdiği inancın sembolüdür. O Mehmetçikleri doğuran anların namus kabul ettiğidir. Başörtüm inancımın bayrağıdır. Bu bayrak altında Rabbime olan iman ve inancım için, Türk bayrağı altında da bu vatan ve millet için mücadele edeceğim, hiçbir zulme göz yummayacak ve sessiz kalmayacağım.”
28 Şubat’la birlikte uçurtmasının ipi koparılmakla kalmayıp uçurtması vurulan imanlı yüreklere selam olsun. Uçurtması vurulmasına rağmen ümitlerini yitirmeden mücadelesine devam edip gökyüzüne yeniden özlemle uçurtmalarına salanlara selam olsun. Selam ve Dua ile
Ayşe SOYLU