Kalb-i Selim

“İbrahim, Rabbine kalb-i selim (tertemiz bir kalp) ile gelmişti. O, babasına ve kavmine şöyle demişti: “Siz nelere tapıyorsunuz? Yalancılık etmek için mi Allah’tan başka ilahlar istiyorsunuz? Siz âlemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz?” (Saffat, 84-87)
Kalb-i selim kavramı Kur’an-ı Kerim’de Şuara Suresi 89. ayet ve Saffat Suresi 84. ayet gruplarında geçer. İki ayet grubunun da konusu aynıdır. Hz. İbrahim aleyhisselam ve onun tevhit mücadelesi. Kur’an-ı Kerim bize Hz. İbrahim’i aleyhisselam modelleyerek kalb-i selim sahibi bir insanın nasıl olduğunu örnekler.
Kişinin kalbinde ne olduğunu Allah’tan başka kimse bilemez. Ancak Efendimiz’in de aleyhisselam ifade ettiği gibi “Vücuttaki kalp salih olursa bütün vücut salih olur.” O, hasta ve yaramaz ise sahibi olan kişinin hal ve hareketleri de yaramaz hatta zararlı olur. Kalb-i selim sahibi olmak kuru bir kalp temizliği iddiası değildir.
Kalbinde hastalık olanları yaptıklarına bakarak tespit etmenin mümkün olacağını “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın.’ denildiğinde: ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler. İyi bilin ki, onlar ortalığı bozanların ta kendileridir, fakat anlamazlar.” (Bakara, 11-12) ayeti ile bildiren Rabbimiz, kalb-i selim sahibi insanın da hareketlerinden teşhis edilebileceğini söyler.
İsimler ve cisimler önemli olmadan nazargah-ı ilahi olarak kalbe bakarsak, ismi gibi sürekli değişken olduğunu görürüz. Bu nedenle davranışların tahlili kalbin tahlili, kalbin tahlili de kişiliklerin tahlilidir. “Allah hain bakışları ve kalplerde gizlenenleri bilir.” ayetini kısaca tahlil edersek; bu bakışa sahip kişinin hain bakışlı olduğu ferasetli kişiler tarafından bilinir. Bu bilgi yukarıdaki ayette münafığı bildiğimiz gibi bir bilgidir. Kalplerin özünü Allah bilir. Ancak Allah bize, haince bakanların kalpleri ile bakışlarının aynı dili konuştuğunu anlayacak kadar feraset vermiştir.
Kur’an bize insanların kalplerinden bahsederek kişi ve kişilik analizleri yapar. Kendi nefsimizin analizine de “Şüphesiz insan, Rabbine karşı çok nankördür. Ve kendisi de buna şahittir.” (Adiyat, 6-7) ayetinde olduğu gibi bizzat kendimizi şahit tutar.
Rabbimizin nazar ettiği kalp, Allahu Zülcelali zikrederek huzur bulan, içi imanla süslenmiş, yaptığı iyiliklere bir teşekkür dahi ummayan; “Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirip size sırf Allah rızası için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz.” (İnsan, 8-9) diyen şirkten, nifaktan arınmış tertemiz bir gönüldür.
Bu kalp; “Allah, hayatı ve ölümü hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için yarattı.” ayeti ile güzel davranışlara yöneltilen insanın tekrar Rabbinin ارْجِعِي “Dön” emri ile ruh, meal, ceset olarak ilahî huzura çağırdığında sahip olması gereken kalptir. Bağdatlı şair Ruhî olayı ne güzel özetler;
“Sanma ey hace ki senden zer ü sîm isterler.
‘Yevme lâ yenfeu’de ‘kalb-i selim’ isterler.”
Sanma ey hoca ki senden altın ve gümüş isterler.
Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde tertemiz gönül isterler.
Bu yüce gönüllülerin serdarı da Hz. İbrahim’dir aleyhisselam. Kalb-i selim, tanımını onun kalbinden alır. Biz de ayetlerin ışığında Hz. İbrahim’den aleyhisselam yola çıkarak kalb-i selimi ve mü’mindeki yansımalarını anlamaya çalışalım.
Kalb-i selim sahibi, sarsılmaz bir imana sahiptir. Etrafındakiler için “Herkesin inancı kendine aittir.” diyerek ferdî ve münzevî bir hayatı seçmez. Özellikle inanç konusunda asla duyarsız olamaz. İnanç hataları olan kişi babası da olsa Hz. İbrahim aleyhisselam gibi nezaket içinde onu uyarır, düzeltmeye çalışır ve ona dua eder.
Kalb-i selim sahibi olanlar; inançlarını en azılı inkarcılara karşı dahi gizlemezler. İnkarcılarına, Hz. İbrahim aleyhisselam gibi; “Bütün tapındıklarınız benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi benim dostumdur.” (Şuara, 77) ayetinde olduğu gibi onların kendilerine değil inançlarına düşman olduklarını, onları değil inançlarını zararlı bulduklarını ve bu zararlı inancı yok etmek için çalışacaklarını, ancak onların yaşama haklarını hep koruyacaklarını aleni haykırırlar.
Kalb-i selim sahipleri Rabblerini hakkıyla tanır ve tanıtırlar. Onlar rızka Allah’ın kefil olduğunu bilirler. Onlar şifayı Allah’tan talep ederler, vesilelerde takılıp fail-i mutlak’ı unutmazlar. Cesurdurlar, ecel kaygıları vuslat heyecanlarındandır. Kolay hesap ve bağışlanma talepleri, kulları aradan çıkartarak sadece Allah’tandır. Tıpkı atamız Hz. İbrahim’in aleyhisselam tanımı gibi “O (Allah) ki, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Beni yediren, içirendir. Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur. O ki, benim canımı alacak, sonra diriltecektir. Ve hesap günü, hatamı bağışlayacağını umduğumdur.” (Şuara, 78-82)
Kalb-i selim sahiplerinin dünya ve ahirette dilekleri İbrahim Peygamber’in duasındaki gibi; Salihlerle beraber olmak, kötü eş ve dosttan uzaklaşmak, iyilerle anılmak, hayırla yâd edilmektir. Onlar, ahiret gününün mahrumluğundan ve mahcupluğundan korkarlar. O günde mal ve mülkün fayda vermediğini bilirler. Cennete gitmek isterler. Cenneti hafife almaz, ona buna peşkeş çekmezler. Ataları, anne ve babaları için dua ederler. Tek kaygıları kalb-i selim üzere ölmek ve Allah’ın huzuruna çıktıklarında Allah’ın rızasını kazananlardan olmaktır.
“Ya Rabb! Bana hikmet ver ve beni iyilere kat. Sonra gelecekler içinde beni doğrulukla anılanlardan eyle! Beni naîm (nimeti bol) cennetinin varislerinden eyle! Babamı da bağışla, çünkü o yanlış gidenlerdendir. İnsanların diriltilecekleri gün beni mahcup etme. O gün ki ne mal fayda verir, ne oğullar! Ancak Allah’a KALB-İ SELİM ile (temiz bir kalple) gelenler o günde kurtuluşa erenlerdir.” (Şuara, 83-89)