İYİYE, DOĞRUYA HASRET

İYİYE, DOĞRUYA HASRET

Her birey, bir diğerine göre beyin yönünden farklılıklar arz eder. Her farklılık, öğrenmede incelikler ve öğrenme türlerini de beraberinde getirir. Milletlerin kültürel-sosyopolitik ve ekonomik gelişmesine paralel olarak, eğitim de farklı çağlarda ve dönemlerde ayrıcalıkları ve ona yüklenen anlam değişikliklerini de beraberinde getirir. Bu değişimlerin sağladığı incelikler, insanı anlamayı gerekli kılar.

Bunun sağladığı temel etkilerden birisi de, yönetim anlayışındaki değişikliklerdir. İnsana şekil verme, elbiseler biçme gibi katı ve sert yönetim yerine; onu anlamaya dayalı yönetim biçimlerini de gerekli kılar. Özetle eğitimin merkezinde yer alan insanı anlamaya dayalı yönetimler ve bu yönetim içerisinde yer alan eğitim kurumları yer almaya başlamıştır. Eğitim birey merkezli, eğitim yönetimi de bireyi anlamaya dayalı içerik kazanmıştır. Bunun geçmişi aşağı yukarı bir asırlık maziye sahiptir.

Önceki yazılarımızda da belirtmeye çalıştığımız gibi bilgiye atfedilen anlam değişikliklerinden tutun da okulların yönetim biçimlerine, onun temel direklerinden olan öğretmenlere ve öğrencisiyle birlikte yürütülecek olan öğrenme ve öğretme etkinliklerine varıncaya kadar değişiklikleri de beraberinde getirir. Bu, okul yönetimlerini öğrencileri anlamaya fırsat verecek bir anlayışta olmalarını, öğretmenlerin ise öğrencilerin üzerinde otorite ve baskı unsuru olmaları yerine; onları anlamaya ve onlarla birlikte öğrenmeyi gerçekleştirecek argumanlar haline gelmelerini gerektirir. Hülasa eğitim yeni dönemle birlikte bilginin mahiyetinden tutun da, okul yönetimlerine, öğretmenlere ve onları yetiştirecek kurumlara varıncaya kadar köklü değişiklikleri de beraberinde getirdi. Artık ortaçağın imparatorluklar dönemi yerine beşer mefhumunun hem genel yönetimler açısından, hem de eğitim yönetimi açısından öneminin anlaşıldığı bir dönem başlamıştır. Nasıl ki siyah-beyaz, zengin-fakir diye bir ayrımın gözetilmesi insanı anlamaya ters düşer ise; dini inançları ve kıyafetleri açısından da eğitimin önüne engeller çıkarmak da o kadar terstir. Artık bunlar ortaçağın karanlıkları içerisinde kaybolmuştur. Böyle olması da gerekir.

Bugün içinde bulunduğumuz hürriyetçi ve öğrenciyi anlamaya dayalı eğitim anlayışı bazı açmazları da beraberinde getirmiştir. Ciddiyetten uzak, kültürel ve manevi değerlerine ters nesillerin yetişmesine neden olmaktadır. Bir başka yönüyle, eski-katı ve sert anlayışlı bir eğitim anlayışı içerisinde yetişen, kültür ve sosyal değerlerine sıkı sıkıya bağlı bir nesil ile bu yeni gelişen eğitim anlayışıyla yetişen nesil arasında kuşak çatışmasını, birbirini anlamadan uzak bir değerlendirmenin açığa çıkmasına neden olmuştur. Bu kuşak çatışması bugün eğitimin önünde önemli bir açmaz olarak yer almaktadır. Bir kısım Batılı eğitim anlayışı, bu engeli aşmada başarı sağlamıştır. Burada bir örneğini anlatmakta yararlı olacaktır.

Bir gezi nedeniyle bir yaz günü sabah namazı öncesinde, Denizli Pamukkale’de idik. Pamukkale’nin kaplıcasının ılık ve şifalı sularında sabahın o serinliğinde abdest aldıktan sonra sabah namazımızı kıldık. Sıra çevreyi tanımaya gelmişti. O pamuksu, bembeyaz görüntünün arkasında antik bir tiyatro vardı. Oraya doğru vardığımızda, gün ışığının çevreyi görünür hale getirmeye başladığı bir anda antik tiyatro tarafından bir takım sesler işittik. Vardığımızda sayıları 35-40 kadar bir insan grubu, bir kişinin önderliğinde ilahiler söylüyordu. Arkadaşlarla birlikte beraber hiç ses çıkarmadan antik tiyatronun seyircileri kısmından izledik. Söyledikleri ilahiler ve müzik kilise kültürüne ait idi. Bitirdiler ve hiçkimse bir şey konuşmadan yönetenin direktifi ile koskoca tiyatronun herbir köşesine dağıldılar. Bir genç de bizim oturduğumuz yöne doğru geldi ve oturdu. Bir şeyler düşündüğü, hayal ettiği her halinden belliydi. Bizler sessizce bekledik. Bir müddet sonra kim olduklarını sorduğumuzda İngiliz vatandaşı olduğunu söyledi. Meşguliyetleri ile ilgili soruya da öğrenci oldukları bilgisini verdi. Hayret etmiştim. Bir İngiliz öğrenci grubunun öğretmenleri ile birlikte sabahın bu saatinde, taa Denizli’de, Pamukkale’de, Antik Tiyatroda işleri neydi? Ne yaptıklarını sorduğumuzda felsefe tahsili gördüklerini ve düşünmeye çalıştıklarını söyledi. Ben dedim ki, düşünmek için tâ İngiltere’den Pamukkale’deki Antik Tiyatroya gelmenin gereği ne? Suratıma şamar gibi gelen şu cevabı verdi:

“İnsan her yerde düşünebilir. Ancak İngiltere’de bu Antik Tiyatro yoktu.”

Anladım ki insanın kendi kültürünün ürünü bir yapının içerisinde düşünmesi bir başka… Taşlara sinmiş o manevi ortamı teneffüs etme başka… Kendimi Selimiye Camii’nin, minarelerinde ayrı ayrı yollardan tırmanan nidalarına bıraktım. Lâik-anti lâik çekişmeleri içerisinde kaybolup giden eski eserlerimizden yararlanmama, içime bir burukluk ve kasvet bıraktı.

Bu hasret, güzele hasret, iyiye ve doğruya yönelik bir hasret. Rabbim hasretlerimizi iyiye ve doğruya ulaştırsın.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.