İtikatta İstikamet

Ülkelerin tarihlerinde bazı kırılma zamanları vardır. Bu zamanlarda devlet yöneticilerinin ve onların arkasındaki milletin sergileyeceği tavır o ülke tarihinin şekillenmesinde belirleyici rol oynar.
15 Temmuz 2016 bu tarihî günlerden/gecelerden biriydi Türkiye için. Ülkenin geleceğine, insanının umutlarına, hayallerine dair planlar yapılmış, tuzaklar kurulmuştu. Üst aklın güdümüne girmiş hain bir grup milletin birliğine, ülkenin bütünlüğüne, bu milletin milli iradesine, Ümmeti Muhammed’in umutlarına ve hayallerine alçakça kast etmeye niyetlenmiş ve bu niyetlerini uygulamaya koyulmuşlardı.
Ülke tarihi değişmek üzereydi. Ya darbeler tarihine yeni bir darbe eklenip ülke her yönden en az otuz yıl geri gidecek, ezanlar darbeyle susturulacak ya da gece okunan salalar mü’minlere sekinet verip ezanlar darbelere darbe vuracaktı. Fakat millet geçmiş darbelerdeki millet değildi. Olayların bir darbe girişimi olduğunu anlayınca abdestini alıp iki rekât namazını kılıp helallikler isteyip meydanlara yürüyen bir millet vardı. Bu millet dini, imanı, devleti, milleti, bayrağı kendi iradesi ve geleceği için kimseden haber beklemeden tankların üzerine yürüyordu.
Milletin seçtikleri de eski yöneticiler gibi şapkasını alıp gitmeyi düşünenlerden değillerdi. “Milletin iradesine sahip çıkmak için kefenimizi giydik, bu yola öyle çıktık” diyen Reis-i Cumhur “Halkımı ülkemin meydanlarına davet ediyorum” diyordu. Ülke meydanları, yolları önemli görülen tüm alanlar millet tarafından tutuldu. Darbecilere geçit verilmedi. Yüzlerce şehit, binlerce gazi verilerek ülke tarihine kara bir leke olarak kalacak darbe girişimi önlendi. Darbeciler alaşağı edildi. Tanklara, füzelere, mermilere karşı millet imanını siper ederek yürümüştü. Şehitlerin ve gazilerin hayatlarını incelediğimizde hayatını imanına şahit kılan, istikamet bulmuş itikatlara şahit oluyoruz.
Darbe girişimi sonrasında bilhassa şehitlerin ve gazilerin yaşam tarzları ve aidiyetleri üzerinden bir tartışma başlatıldı. Bu girişimi gerçekleştiren grup örnek gösterilerek; darbeyi yerle bir eden imanlı nesilleri ve bu nesillerin yetişmesi için halisane niyetlerle millete hizmet eden cemaat, tarikat, dernek, vakıf ve sivil toplum kuruluşları hakkında olumsuz bir algı operasyonu başlatıldı. “Yeni paraleller oluşuyor” denerek Selçuklu ve Osmanlı’dan beri bu toplumun harcı olmuş birlik ve beraberliğimizin teminatı olan bu kuruluşlar toplum nazarında itibar suikastına tabi tutuldu.
Din Bir İhtiyaçtır
Din bir ihtiyaçtır. Din hizmetini millete devlet en güzel şekilde sunmalıdır. Bunu yaparken de Diyanet İşlerinin yanında biraz önce bahsettiğimiz kuruluşlardan da yardım alınmalıdır. Yeter ki bu kuruluşlar Kur’an ve Sünnet çerçevesinde, Allah’ın indirdiği dini bireylere sunsunlar. Eğer Cumhuriyet’in ilanından sonra yapıldığı gibi din ihtiyacı yok sayılıp, bu hizmeti insanlara Allah rızasından başka beklentisi olmadan sunan kuruluşlar yasaklanıp, kapatılırsa toplum ifsad olur, yapılar yeraltına çekilir. Din ise baronların, bezirgânların eline kalır. Hangi pazarda kimlere haraç mezat satılacağı belli olmaz.
Tabi ki tüm grupların itikadi açıdan sorunsuz olduğundan bahsedilemez. Ama bir iki tane yanlış anlayış sahibi grup var diye asırlarca bu millete/ümmete hizmet etmiş grupları kötülemek, itibarsızlaştırmak en azından insafsızlıktır. Doğru olan bu grupların da son darbe girişimini bir fırsat bilip kendilerini, itikatlarını, olaylar ve olgular karşısındaki duruşlarını gözden geçirmeleridir. Birileri tankların üzerine yürürken birileri bankaların ve avm’lerin yolunu tutuyorsa, genç nesillerin yetiştirilmesine talip olan grupların iman, itikat ve istikamet hakkında gençleri/tüm toplumu ne kadar bilinçlendirdiklerini sorgulama zorunluluğu vardır. Her ne şart ve konumda olursak olalım bize düşen doğruyu düşünmek, doğruyu konuşmak, doğruyu yapmak ve en önemlisi doğruyu hayat tarzı haline getirmektir. Çünkü bu bizim itikadımızdır/imanımızdır.
Düğümlenip kalma, bir şeye bağlanma; gönülden tasdik ederek inanma anlamına gelen itikat, dinin temellerini oluşturan umdelere inanmaktır. İslami çerçevede itikat ise, İslam dininin temel inanç değerlerine kalbi bağlılık ve inanmak demektir. İmam Muhammed el Bakır’ın deyimiyle “İman kalpte karar kılan, kendisiyle Allah’a kul olunan, amelin Allah’a itaat ve emrine teslimiyetle kendini doğruladığı şeydir.” İslam ise imanın söz veya davranış ile dışarıdan gözlenen zahir kısmıdır. Kişi Allah katında iman ederek küfürden çıkar; kul nazarında ise kişi İslam ile küfürden çıkar. Çünkü İslam’ın görünen yüzü amellerdir.
İman En Büyük Nimettir
İman; Allah’ın kuluna, kulunun arzu edip dilemesiyle ihsan ettiği en büyük nimettir, imkândır. Bu nimete ulaşan insan/Müslüman bu nimetin kadrü kıymetini bilmeli, ona sahip çıkmalıdır. İman nimetine ulaşmak kadar bu nimeti muhafaza etmek, hayatını bu imanla ikame edip Rabbe tertemiz imanla varmaktır asıl olan. Zira itibar sonadır.
Bir sahabi “Ya Resulullah! Bana İslam’ı öylesine tanıt ki onu bir daha senden başkasına sorma ihtiyacı duymayayım.” Demiş. Peygamberimiz aleyhisselam da “Allah’a inandım de, sonra da dosdoğru ol.” buyurmuştur. İşte Müslümanların hayat felsefesi bu olmalıdır. Anlata anlata bitiremediğimiz, kalplere ve idraklere sunamadığımız İslami yaşantıyı cevamiü’l kelim olan peygamberimiz aleyhisselam bir cümleye sığdırmıştır. İstikamet/Doğruluk eğriliğin zıddıdır. Müslüman itikadında/inancında, düşüncesinde/akletmesinde, eyleminde/ibadetinde, lisanında/söz ve tebliğinde, halinde/kılık, kıyafetinde, bulunduğu durumda, susmasında (haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır) istikamet sahibi olmalıdır.
İnançta istikamet/doğruluk; amentüde formüle edilen, Kur’an ve Sünnet’le bize bildirilen İslam’ın inanç esaslarının tümüne ihlâs ve samimiyetle inanmak ve asla şüpheye düşmeden ölünceye kadar bu imanı taşımak, imanın gerektirdiği amelleri yerine getirip yasaklardan kaçınmaktır. Zira zan, kesin ilme dayanmayan şey, vehim ve kuruntudur. Zannın karşıtı ilimdir. İlim mutlak olarak Allah’tandır. İslam’ın/İmanın temelini ilim oluşturur. İlim hakikate ulaşmaktır. Temel kaynağı Kur’an’dır. O halde İslam da iman da insanın zannına, hevasına bırakılamaz. Allah Kur’an’da sürekli düşünmeye, akletmeye çağırır. Hakkında bilgi sahibi olmadığımız şeylerin arkasından gitmememiz gerektiğini bizlere bildirir.
Ayette “Onların çoğu sadece zanna uyarlar. Gerçekte zan hakikat karşısında bir şeyi ifade etmez. Şüphesiz ki Allah, onların ne yaptıklarını bilendir.” buyrulur. Görüldüğü üzere imanda zan asla kabul edilemez. Bu yüzdendir ki ilk Kur’an nesli neye inanmışsa günümüz Müslümanları da aynı doğrulara inanmalıdır.
Başımıza Gelen Musibetlerin Sebebi
İstikamet elest bezminde Rabbe verilen sözün arkasında durmaktır. Allah’ın koyduğu sınırlarda kalarak yaşamaktır. Ki bu yaşam ifrat ve tefritten uzak, vasat bir yoldur. Her güzel şey vasat bir ortamda, en güzel şekilde yetişir. Cenab-ı Hak, Hud suresinde peygamberimizin nezdinde tüm mü’minlere “Emrolunduğun gibi dosdoğru olmaya devam et. Seninle beraber tövbe edenler de! Haddi de aşmayın! Şüphesiz O, yapmakta olduklarınızı hakkıyla görendir.” (Hud, 112) buyurmaktadır. Efendimiz ‘Sure-i Hud beni ihtiyarlattı.’ buyurmuştur. Efendimizi ihtiyarlatan kendi yaşantısı olduğu kadar kendisiyle birlikte doğru olması istenen ümmetin bu emir karşısındaki tutumudur. Bu emir kıyamete kadar geçerlidir. İnsanın imanı onun davranışının temelini oluşturur. İnandığımız gibi yaşamazsak yaşadığımız gibi inanmaya başlarız. Artık yaptıklarımız bize doğru gelmeye başlar. Sonrasında ise başımızdan bela ve musibet eksik olmaz. “Size isabet eden her musibet ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır” (Şura, 30) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir.
İstikamet; tevhit üzere kulluk etmek, Ehl-i Sünnet vel Cemaat itikadı üzere ihlâsla âlim ve amil olmak; küfrün ve delaletin her çeşidinden uzak durup şüpheli görülen her düşünce ve eylemden uzak kalmaktır.
İstikamet istikrar ister. Kişi kendi inançlarının herhangi bir sapmaya uğrayıp uğramadığını Kur’an ve Sünnet ölçeğinde devamlı mihenge vurmalıdır.
Tarihi süreç içerisinde İslam coğrafyasında birçok itikadi ekol neşvünema bulmuştur. Bunların birçoğu Ehl-i Sünnet ekolünün dışında bulunmaktadır. Fakat ümmetin büyük çoğunluğu bu ekollere fazla prim vermemiş, Ehl-i Sünnet vel Cemaat çizgisini muhafaza etmiştir.
Türkiyemizde son dönemlerde bir kısım okumuş yazmışlarımız kaderi inkâr yoluna gittiler, bazıları koyu laik, bazıları reformist oldular. Bazıları ehl-i kitabın da ehl-i necat olduğunu dillendirirken, bazıları Kur’an meali deyip ayetlerin mealini muharref Tevrat ve İncil’den aldıkları yüzlerce ayetle izaha kalkıştılar. Bazıları İslam’ın tek din olmadığını, İslam’ın yanında İbrahimî dinlerin de hak din olduğunu tebaalarına yaymaya başladılar. Kimisi ‘Lailahe illallah de kurtul’ deyip Rasulullah’ı gündemden çıkardılar. Yine dinler arası diyaloglar kurup İslam’a yamalar yapmaya, İslam’ı başka dinlere yama yapmaya başladılar. Bazıları da Allah geçmişi bilir; geleceği bilmez dediler… Kısaca dinde yenilikçi bir anlayış türetildi. Yeniden ihya ve inşa yapılması gerekirken bidat ve sapmalar söz konusu oluyor.
Kimseye Şirin Görünmek Zorunda Değiliz
Bu sapmalardan etkilenmemek ve Allah yolunda sabitkadem olmak için önce hayat kitabımız Kur’an’ın mealini ve tefsirini güvenilir kaynaklardan okumak, öğrenmek sonra Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş ve ümmete tefsiri olan peygamberin hadisini okumak, sünnetini icra etmek gerekiyor. Çünkü iman ilimsiz olmaz. İmanın vitamini olan amellerimizi daima ihlâsla, şuurla eda etmek, tembelliğimizi gidermek için nefsimizi terbiye ve tezkiye etmek, İslam’ın yaşanabilmesi için gayret gösterip insanlarda gördüğümüz sapmalara uygun bir dille müdahil olmak, kendimizi sürekli çek etmek, yanlışa düşmemek için Allah’a sığınıp dua etmek, takvaya sarılıp imanı koruma altına almak, insanların hatırı için Allah’ın hatırını kırmamak fert ve toplum olarak Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak gerekir.
Ayrıca İslam’ın sabit delillerle belirlenen nasslarına aykırı bir şey emreden, söyleyen, yazan, çizen, telkin eden kişi ister cemaat lideri, ister tarikat şeyhi, ister sivil toplum önderi… olsun itibar edilmemeli ve mümkünse bu tür fikirlere imkan dahilinde karşı konulmalı, ilgili kişi ve gruplara Allah’ın ‘Dosdoğru ol’, Resul’ün “Kur’an’a sarılın.” emri hatırlatılarak kavli leyyin uygulanmalıdır.
Mü’minler hiç kimseye şirin görünmek zorunda değildir. Allah ve Resulü’nün emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak ve emri bil ma’ruf nehyi anil münker asli vazifelerimizdir. Salih ameller itikadımızın bekçileridir. Unutulmasın ki kul keramet ister, Allah ise istikamet.