İslami Programın Liberalizm Üzerinde İnşası

-1991 ve devamı…-
Yakın dönem Türkiye İslami hareketinin yerel yönetimler ile başlayarak siyasi yetkiler elde etmeye başladığı 90’larda, İslami çizginin neredeyse tek sesi şeklinde bir yapı hakimdi. Bu yapının temsil ettiği kitle için bir istikamet belirleyicisi olma misyonu doğal olarak “Milli Görüş”ün siyasi temsilcisi Refah Partisi’nde idi. Bu manada Türkiye’de İslami hareketin programı, Refah Partisi’nin 1991 ve 1995 seçim beyannameleri[1] üzerinden Ak Parti’nin kurulduğu 2001’e kadar bir bütün halinde, sonrasında da “muhafazakârlık”, “İslamcılık” tartışmaları sürse de 90’lardan itibaren incelenebilecektir.
Hem 20 Ekim 1991 ve hem de 24 Aralık 1995 seçim beyannamelerinde Refah Partisi, siyasi yelpazeyi basit ve sade biçimde ikiye ayırmış ve “Batı Taklitçisi Partiler” ile “Refah Partisi” olarak iki ana eksende ele almıştır.[2] Tüm diğer partilerin temelde birbirinin aynısı olduğunu beyan etmiş ve kurtuluşun batı taklitçiliğinde değil milli değerlerde olduğunu savunmuştur:
1991 Beyanamesi:[3]
“Türkiye’de gerçekte iki parti mevcuttur. Bunlardan birisi “Hakkı Üstün Tutan” Milli Görüş zihniyetinin partisi: REFAH PARTİSİ’dir. Diğeri de öbürkülerinin hepsi yani “Kuvveti Üstün Tutan” “Batı taklitçisi partiler” yani kısa adıyla “TAKLlTÇlLER”dir.”
Millilik söylemi geçmişten 90’lara kadar cılız siyasi söylemler dışında edebiyat çevrelerinden sivil topluma kadar pek çok kez gündeme getirilmiş olsa da siyasi alanda ciddi nüfuz kazanması ve sonunda halktan yetkiyi alması bu seçimler ile gerçekleşmiştir.
Refah Partisi karakterini “Millî Görüş” olarak isimlendirmiş ve “taklitçi” partilerin karakterlerine karşı kendi karakterini şu şekilde sıralamıştır:[4]
1- Temel Karakter
“Hakkı Üstün Tutmak”
2- Hedef
-Bağımsızlık
-Tarihteki Şerefli Yerini Yeniden Almak
-“Yeni Bir Dünya” Kurmak Ve Türkiye’yi Bu Yeni Dünya’nın Öncüsü Yapmak.
3- Ekonomik Düzeni
“Adil Ekonomik Düzen”- Herkese Hakkını Veren Düzen
– Milli Görüş
-Üretim Seferberliği
– Üretim Engellerinin Ortadan Kaldırılması
– Üretimin Adil Paylaşılması
– İsrafın Önlenmesi
4- Yürütmek İstediği Rejim
“Garson Devle”
– İnsan Haklarına Saygı Ve Hürriyet
– Halkın İnancının Ve Tarihinin Kendisi
– Devlet Millet Kaynaşması
5- Kadro
“İnançlı, Temiz Kadrolar”
-İnanç, Azim
– Hamleci
– İbadet Aşkıyla Hizmet
-“İnanç – İlim – Plan – Kadro -Takip – İntaç”
İnanç ile ilgili programını ise “İnsan Hakları ve Demokratikleşme” başlığı altında inceleyerek çeşitli çözümler sunmuştur. Türkiye Müslümanlarının temel inanç sorunlarını şu şekilde sıralamıştır:[5]
– Başörtüsü Zulmü,
– Cuma Namazı Zulmü,
– İmam Hatip Okullarının Engellenmesi,
– Hac İbadetiyle İlgili Bütün Engellenmeler,
– Kurban Derisiyle İlgili Engellemeler,
– Vakıflarla İlgili Engellemeler ve Tahribat
– İslam’ın Aslının Konuşulması ve Öğrenimi Önündeki Engeller,
– Siyasi Otoritenin Dine Müdahaleleri,
Başörtüsü yasağının, İmam Hatiplerin ve Haccın engellenmesinin, İslami Sivil Toplum Kuruluşlarına zorluklar çıkarılmasının günümüzde genel anlamda ortadan kalktığı rahatlıkla söylenebilir. Ancak “siyasi otoritenin dine müdahalesini”, bu engelleri kaldıracağını söyleyen parti, hükümete geçtiğinde konuşmak gereksiz görülmüş olabilir. Zira söz konusu sorunların çözümü için siyasi otoriteden suskunluk değil bizzat müdahale talep edilmektedir. Dolayısıyla Siyasi Otoritenin Dine Müdahalesi konusu, engellenmeyi değil sınırlarının konuşulmasını gerektirmektedir.
Ak Parti Döneminde de vesayetin kaldırılması ve sivil alana devletin müdahalesinin engellenmesi öncelikli konular arasında yer almıştır. Vaatlerin icraate geçirildiği dönemler için önceleri bu konunun konuşulmasına gerek görülmemiştir. İleri Ak Parti hükümetleri döneminde bunun tartışılmasının bizzat “Müslümanları yıpratacağı”, “davaya zarar vereceği” görüşü hâkim olmuştur.
Refah Partisi ve devam eden yıllarda Ak Parti Hükümetleri döneminde inanç sorunlarının insan hakları başlığı altında ele alınması ve bu şekilde çözüm aranılması günümüzde Türkiye Müslümanlarını aynı zamanda farklı bir kıskaca da almıştır. Zira insan haklarını da İslami bir çizgide belirleyen temel ve kabul görmüş hukuk metinlerinden yoksun bir Türkiye’de bu durum Müslümanları batılı hukuk metinlerini takibe zorlamıştır. Daha da ötesi Müslümanların İslâm’dan gelen temel haklarının batılı “birey” ve “özgürlük” kavramları ile temellendirilmesinin devamında İslam’ın terörle birleştirilmesi tehlikesini de içinde barındırdığı düşünülmektedir.[6] Ak Parti’nin bilinçli şekilde kendisini “Muhafazakâr” olarak tanımlamasının çeşitli sebepleri varsa da ısrarla İslâmî yönetim söyleminden kaçınan ancak İslâmî kavramların yöneticiler tarafından her faaliyette rahatça kullanılabilen birer kelimeye dönüşmesi bu tehlikeli dönüşümü akıllara getirmektedir.
Toplumsal alanda İslâmî olanın rahatça yaşanabilir seviyeye getirildiği su götürmez bir gerçektir. Ancak İslâmî kavramların; batı tandanslı hukuksal yapılar, yeni müesseseler ve yaşam standartlarının intibakında bir süzgeç değil sadece birer popülarite ve meşrulaştırma aygıtına dönüşmesi Müslümanları da değiştirmektedir. Mustafa Özel, Akif Emre gibi bazı isimlerin pragmatizme de yol açan muhafazakârlığı aslında dinin toplum hayatını biçimlendirmesini değil; ekonomik ve sosyal yapının din aracılığıyla işlevselleştirilmesini mümkün kılacak toplum projesi olarak gördüğü belirtilse[7] de bu konunun hükümet tarafından bilinçli bir şekilde takip edildiği kanaatini barındırmak -en azından tüm Ak Parti Hükümetleri için söylemek- oldukça zordur. Bunun yerine liberal düzenin, parti programlarında yer alan inanç sorunlarını çözmekte mahir birer palyatif enstrüman olarak yeterli görülmesi ve sonrasına yeterli bir vizyonla hazırlanılmamasından kaynaklandığını söylemek daha olasıdır. Refah Partisi’nin 1995 beyannamesinde de inanç hürriyeti, insan hakları temelinde ele alınmıştır ancak burada temel insan hakları İslâmî literatürde zaruret-i hamse olarak sayılan can, din, nesil, akıl ve malın korunması temelinde bir bakış açısı ile belirtilmiştir.[8] Refah Partisi döneminde, sayılan bu hususlar temelinde bir insan hakları yaklaşımı öne sürülse de Ak Parti zamanında inanç sorunlarının çözümü için İslâmî referanslı kanunlar kullanılmamıştır.
Türkiye’de Müslümanların inanç hakları batının insan hakları yorumlamaları gölgesinde gerçekleştirdiği için batı tarafından inanç olarak yorumlanan tüm diğer unsurlar ile aynı kategoride değerlendirilmektedir. Örneğin heteroseksüel orta yaş beyaz erkekler dışındakiler “diversey” olarak nitelendirilmektedirler ve siyahiler, kızıl saçlılar, LGBT’ler veya başörtülü Müslümanlar “diversey” olarak işe alınmaktadır. Bu kategori Türkiye’de de faaliyet gösteren kimi batılı işletmeler tarafından iş hayatında çeşitliliğin teşvik edilmesi için uygulanmaktadır ve uygulama öncelikleri çalıştırılması zorunlu gazi ve engelli kadrosuna benzemektedir.[9] Sahip olduğu görüş, mensubiyet, tercih, etnik unsur vb sebebiyle ayrımcılığa maruz kalacağı düşünülen ya da -asıl tehlikeli olan- düşündürülen herkes sınıflandırılarak “diversey” kategorilerine alınmaya çalışılmaktadır.
Bu şekliyle günümüz Türkiye Müslümanları kazanımlarını yorumlarken liberal hukuk sisteminin yorumlamalarından farklı bir temele dayanarak kendi icraatlarını gerçekleştirmek zorundadırlar. Bu dönüşüm sağlanıp müesseseler İslamileştirilmediği ya da İslami müesseseler ihdas edilmediği için “inançlı, temiz, hamleci, ibadet şuurlu kadrolar” kendilerini sistemin birer bekçisi olarak bulacaklardır. Zira değişmeyen müesseseler devamında Müslümanları değiştirmektedirler. Bu bağlamda İslami program için işe başlanması gereken nokta müesseselerin hukukî temellerinin İslami programın uygulanmasına uygun hale getirilmesi üzerine yoğunlaştırılmalıdır, tabi eğer Türkiye Müslümanlarının bir İslami programı varsa…
[1] 20 Ekim 1991 Genel Seçimi Refah Partisi Seçim Beyannamesi, Ankara, 1991, https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/672/199106298.pdf?sequence=1&isAllowed=y ; 24 Aralık 1995 Genel Seçimi Refah Partisi Seçim Beyannamesi, Ankara, 1995, https://acikerisim.tbmm.gov.tr/bitstream/handle/11543/763/199601072-1995.pdf?sequence=1&isAllowed=y
[2] 1991 Beyanamesi, s.8; 1995 Beyanamesi, s.5
[3] 1991 Beyanamesi, s.7-8.
[4] 1995 Beyanamesi, s.4,5.
[5] 1995 Beyanamesi, s.21,22.
[6] Akif Emre, “Neo-İttihatçılık?” Yeni Şafak, 08 Eylül 2011, http://www.yenisafak.com/yazarlar/akifemre/neo-ittihatc%C4%B1l%C4%B1k28872 .
[7] Ali Haydar Beşer, “1990 Sonrası İslâmcıların Siyasal Söylem Farklılığı”, Doktora Tezi, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ocak 2020, s.137.
[8] 1995 Beyanamesi, s.20.
[9] 4857 Sayılı İş Kanunu m.30: “İşverenler, elli veya daha fazla işçi çalıştırdıkları özel sektör işyerlerinde yüzde üç engelli, kamu işyerlerinde ise yüzde dört engelli ve yüzde iki eski hükümlü işçiyi veya … terör olaylarının sebep ve tesiri sonucu malul sayılmayacak şekilde yaralananları meslek, beden ve ruhi durumlarına uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler.”