İnsandan Rüyaya

İnsandan Rüyaya

1. İnsan ve Hissetmek

Hayran olup şükretmek için, uzun uzun tefekkür edebilmek için fazla zahmete gerek yok. İnsanın kendisi bunun için kafidir. İnsan bir derya, kainatın sırrı onda. Şeyh Galib’e kulak verelim:

“Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen/Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen”

Kendine güzelce bak ki, alemin özü sensin. Sen varlığın gözünün bebeği olan ademsin

 

İnsan alemin özü, kainatın küçük bir kopyası. Küçük demişken, cismen. Yoksa insanın kendisi bir alem. İnsan bedeni şu dünyaya sığar da, gönlü sığamaz. İşte, insanı insan yapan özelliklerinden biri de gönlüdür, hissetmesidir.

Üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken, yaşadıkça barındırdığı hakikat anlaşılmaya yaklaşılan kelimeler vardır: İdrak, bereket, sadakat, samimiyet, itidal, adalet, feraset, basiret, muhabbet ve aşk diye örnek vereyim, devamını dileyen dilediğince getirsin.

Kelimeleri art arda dizerken aşkla bitirip aşktan yola çıkmak, aşkla yol almak niyetinde olsam da ne aşkın barındırdığı hakikati anlamaya yaklaşabildim ne de onu size anlatabilirim. “Her nesneden bakınca gözüne çarpabilecek olan” demişler aşk için. Belki bu tarif üzerinden aşk üzerine tefekkür edebiliriz diyebilirim.

İnsanın en üstün marifetlerinden biri olsa gerek aşk. Biraz iddialı mı oldu bu cümle diye düşünürken, bize öğretilen şu hadise iddiaya ispat için fazlasıyla kafidir:

Miraç’ta Hz. Peygamber aleyhisselam Efendimiz’e eşlik eden Cebrail aleyhisselam, “Sidretül Münteha” denen noktaya geldiği zaman kendisinin daha öteye gidemeyeceğini, daha ileri giderse kanatlarının yanacağını, bu noktadan sonra Peygamber aleyhisselam Efendimiz’e tek başına gitmesi gerektiğini söyler. Bunun üzerine Allah’ın Resulü sorar: “Buradan ileriye nasıl gidilir?” Cebrail aleyhisselam cevap verir: “Buradan ileriye aşkla gidilir!”

İnsanı insan yapan, melekten üstün kılan lütuf: Aşk

Aşk denilen lütfun hakikatini anlayamasam da aşka götüren aracılardan biri hissetmek olsa gerek. Hissetmek ne büyük bir nimet: Acıyı, kederi, hüznü, sevgiyi, mutluluğu, huzuru, samimiyeti…

İnsan çocukluğunda ki temizliğine, hissettiğinde biraz olsun yaklaşıyor sanki. Hisseden bir kalp ile af dileyen bir göz samimiyete biraz olsun dokunabiliyor ucundan kıyısından. Bir günah işlediğimizde daralıyorsa kalbimiz ve derinlemesine hissedebiliyorsak pişmanlığı; sabahın nurunda duyduğumuz felah sesine doğru adım adım ilerlerken kıpırdıyorsa içimizde bir şeyler; zalimlerin zulmünü öfkeyle reddedip, mazluma merhametle bakabiliyor ve tüm benliğimizle özlüyorsak adaleti; bir kaşık çorbada koklayabiliyorsak annemizin hasretini; yağmur, rüzgar, deniz, güneş yahut bir şiir alıp dünden yarınlara götürürken seni, okşuyorsa yanaklarını gözlerinden dökülen inci taneleri; bir çayın sıcaklığında, bir derin bakışta, fedakarlığın yüzüne dokuduğu ufak bir tebessümde duyabiliyorsan dostunun samimiyetini; karanlığı yararcasına ısrarla her gece güneşin doğuşuna az kaldığını haber veren hilal artırıyorsa cesaretini ve mücadeleye olan sadakatini; aydınlığın zaferine olan güvenini tutabiliyorsan içinde aşk ile…

Biliyorum çok eksik kaldı ama sen de fark ediyorsun insan olmanın ve hissetmenin kıymetini. Ya üzülmeseydik ya acımasaydı canımız, içimizden kopup bir şeyler eksilmeseydi bulabilir miydik samimiyeti? Karanlık olmasaydı idrak edebilir miydik iyiliğin, dürüstlüğün, samimiyetin, muhabbetin, cesaretin, merhametin, adaletin, aşkın ve aydınlığın kıymetini? Bilebilir miydik sevinci? Anlayabilir miydik insan olmanın değerini?

Böylesine büyük bir nimet hissetmek ve tabi ki nimetin hakkını vermek, şükrünü eda etmek gerek. Her nimetin şükrü de kendi cinsiyle olacağına göre gelin kalbimizi bir kez daha dinleyelim. Hayatımız olanca hızıyla akarken, fark edilmesi, hissedilmesi ve şükredilmesi gereken onca nimete bir de merhamet, muhabbet ve samimiyetle bakalım.

Cüneyd-i Bağdadi hazretlerinin meşhur şükür tarifinden hareketle, hissetmek gibi bir nimeti yanlış yolda sermaye olarak kullanmamak gerekir. Aman haram yollarda bu nimeti sermaye edip şükürsüzlük etmeyelim. Çünkü nimete şükürsüzlük nimeti kaybetmeye götürür. Hissetmeyen bir kalp, sızlamayan bir kalp, fark etmeyen bir kalp de insanı insanlıktan kim bilir nerelere götürür. “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez” der Yunus. Bir kalbimiz var, ona sahip çıkalım.

Alemin özü insansa, toplumun özü de aile olsa gerek. Gelin aile neydi, niçin önemliydi, nasıl olmalıydı biraz düşünelim. Fark eden, hisseden, şükreden bir kalp ile yuvalarımıza dönelim, inanıyorum ki, hissettiğimizde başaracağız.

Musab bilmez nerdedir aşk

Arar durur, bulamaz aşk

Yürek nasıl yanar olur

Çağırınca gelir mi aşk?

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.