İnfak ve Sadaka-i Cariye

İnfak ve Sadaka-i Cariye

İnsan, dünyaya kendi istemi dışında, yaratıcısının kendisine yüklediği İslam fıtratıyla mücehhez, ahsen-i takvim üzere getirilmiştir.

Âlemlerin Rabbı, Mülk suresinde, “Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve her şeye gücü yeter. O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için hayatı ve ölümü yaratmıştır. O mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır.”(67/1-2) buyurarak dünya hayatının anlamsız bir var ediliş olmadığını, ölümün de bir hiçlik ve yok oluş olmadığını, dünyanın daha iyi olabilme yolunda hayırlı faaliyetler alanı, ölümün ise bu faaliyetlerin karşılığını bulacağımız ebedî âleme geçiş sağlayan bir dönüm noktası olduğunu belirtiyor.

Bize “birinci, ilk hayat” olarak sunulan bu dünya; heva ve heveslerin bol olduğu, nefis ve şeytanın tuzaklarıyla dolu bir yaşam alanıdır. Ama aynı zamanda ikinci ve sonsuz hayatımızın kazanılma sahasıdır. Kişi ebedî hayatında, birincide kazandığından lehinde ve aleyhinde olanlarla baş başa kalır. Kısaca ifade etmek gerekirse dünya ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekersen orada onu biçersin.

Cenab-ı Hak, “Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.” (93/4) buyuruyor. Bu buyrukla ebedî olana hazır olmamızı, geçicinin heva ve heveslerine kapılmamamızı vurguluyor.

Mülkün sahibi insanları dünya hayatında kemiyet ve keyfiyet yönüyle ayrı ayrı nasiplendirerek, her birini emanet ettiği dünya metaından imtihana çekeceğini, ikinci hayatlarına güzel yatırımlar yapmalarını buyuruyor.

Kulun ferdî mükellefiyetliği, ergin yaşa geldiğinde Allah’a imanla başlar ve ölüm gelene dek gücünün yettiği müddetçe imanın gereğini yerine getirme çabasıyla devam eder, etmelidir.

İnsanın taabbudî görevleri günlük ibadetlerini yapmakla sınırlı olmayıp, sosyal bir varlık olarak mensubu bulunduğu insanlığa karşı da elbette sorumlulukları ve vazifeleri vardır. Bu vazifelerin başında da infak gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de altmışa yakın ayeti kerime infakı vurgulamaktadır. Bu ayeti kerimelerden bir kaçını sıralarsak konunun önemini iyice kavrayabiliriz:

“Ey iman edenler! Kendisinde alışveriş, dostluk ve kayırmanın bulunmadığı gün gelmeden önce size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerdir.” (2/254)

“(O Müminler) Öyle ki gayba iman ederler, namazı ikame ederler ve verdiklerimizden infak ederler.” (2/3)

“İman eden kullarıma söyle. Namazlarını dosdoğru kılsınlar, kendisinde ne alışveriş ne de, dostluk bulunan bir gün gelmeden önce, kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah için) gizli/açık infak etsinler.” (3/10)

“Herhangi birinize ölüm gelip te; Rabbim, beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce size verdiğimiz rızıktan infak ediniz.” (3/10)

“…Namazı kılın, zekâtı verin, Allah’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önceden ne iyilik harcarsanız Allah Katında onu bulursunuz, hem de daha üstün ve mükafaatı daha fazla olmak üzere.” (73/20)

Ayet-i kerimelerin ışığında infak sahibi olalım. Nasıl mı? Evde bulunan altın, gümüş cinsinden ne varsa onları dağıttırmadan uyumayan Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi; malının hepsini Allah yolunda harcayıp, ev halkını Allah ve Rasulü’ne emanet eden Hz. Ebu Bekir -radiyallahu anh- gibi; malının yarısını getiren Hz.Ömer -radiyallahu anh- misali; Allah yolunda yüzlerce devesini yükleriyle birlikte infak eden Hz. Osman -radiyallahu anh- misali; günlük kazancının üçte birini eve ayırıp üçte ikisini ihtiyaç sahiplerine ve borçlulara dağıtan Abdurrahman bin Avf -radiyallahu anh- gibi… ve daha niceleri gibi.

İnfak ederken sunduğumuz malın Allah’a sunulduğu şuurunda olarak kalbimizi Rabbımız’a bağlamalıyız. Yaptığımız her infak onu kat kat geri döndürecek olan Allah’a verdiğimiz bir borçtur.

İnfakın; mülkün sahibinden bizde emanet olarak bulunan, ölümle birlikte geride bırakacağımız, devre mülk misali bizden sonra başkalarının sahipleneceği mal ve mülkten verildiğini de hiç aklımızdan çıkartmayalım.

İnfakta en önemli yer tutan şüphesiz ki sadaka-yı cariyedir. Sadaka-i cariye, sürekli, hiç kesilmeyen infaktır. Hz.Peygamberimiz -sallallahu aleyhi ve sellem- bir hadis-i şeriflerinde; “İnsan öldüğü zaman üç şey hariç ameli kesilir. Sadaka-i cariye, kendisinden faydalanılan ilim, kendisini hayırla yad ettiren evlat.” buyurmaktadır. Kabre evlad-ü iyalden, dosttan, yarenden ayrı, malı mülkü geride bırakmış olarak tek başımıza gireriz. Bize eşlik eden sadece amellerimizdir. Son nefeste bu üç şey hariç amellerimiz kesilir, defterlerimiz kapanır.

Bu üç husustan sadaka-i cariye; meyve veren, kökleri dünyada, dalları hem bu dünyada hem de kabirde bulunan bir ağaç gibidir. Kendisinden faydalanıldığı müddetçe defterimize hayır olarak yazılmaya devam eder.

Demek ki sadaka-i cariye, insanların sürekli olarak istifadelerine sunulan, cami, yol, çeşme, aşhane, imarethane, okul, hastane gibi maddî eserler ve vakıflar, dernekler, birlikler adı altında kurulan müesseselerdir. Bu kuruluşlar geride kalanlara kurucuları tarafından Allah adına emanet bırakılmışlardır. Bunları sahiplenmek, devamı için gerekli tedbirleri almak emaneti devralanlar üzerinde büyük bir görev ve mesuliyettir.

Maddi müesseselerin fizikî yapılarını korumak, insanlığın hizmetinde devamlılığını sağlamak, vakıf, dernek gibi kuruluşlarda da; Allah yolunda hizmet için bir araya gelmiş insanların istek, arzu ve şevklerini artırarak devam ettirmek, görevi üstlenenlerin üzerine büyük bir borçtur.

Öne düşenler, insanlara Peygamber meşrebli, rauf ve rahim sıfatlarından esinlenmiş, onların üzerine titreyen, şefkat, merhamet yüklü olmalı, duvardan düşen bir tek taşın dahi hesabının kendisinden sorulacağı şuuruyla emanetlere sahip çıkmalıdır.

Nasıl ki Müslümanlar birbirleriyle bir binayı ayakta tutan tuğlalar gibi tesanüd içinde olmak durumundadır, tüzel kişiliğe sahip sadaka-i cariye şeklindeki kuruluşların müntesipleri de aynı düşünce ve anlayış içerisinde olmalıdırlar. Çünkü o kuruluşlar manen başta yöneticiler olmak üzere hepsine zimmetlenmiştir.

Sadaka-i cariye olarak bizlere miras bırakılan kurumlara sahip çıkma “ben” düşüncesinden sıyrılarak “biz” şuuruyla hareket edenlerin gayretleriyle sağlanabilir.

Varlıklar içerisinde insan olarak yaratılma şerefinin kendisine bahşedildiği, iman ve ihsan nimetiyle donatılan ve İslamla taçlandırılan tüm mü’minler; yarınlara ne gönderdiklerine bakarak ellerindeki emanet mülkleri değerlendirmek mecburiyetindedir.

Dünyada yiyip tükettiğimiz, kullanıp eskittiğimiz ve sadaka olarak önden gönderdiğimizden başka malımız yoktur. Yediklerimiz ve kullandıklarımızla, ölümle elimizden alınıp başkalarına bırakılanlar hesabı verilecek olanlardır. Kul, dünyada kazanıp ta geride kalanlara bıraktıklarının rehinidir. Biz ancak önden gönderdiklerimizin sahibiyiz. 

Cenab-ı Hak her birimizi infak hususunda eli açık, kazandığını helalinden kazanan, harcadığını da Allah rızası için harcama şuurunda olan kullarından eylesin. Amin.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.