İMBİK- “Zan Uşakları”

İMBİK- “Zan Uşakları”

Geçmiş zamanlarda köyün birinde üç kardeş yaşıyormuş. Bu üç kardeş tahmin ediyormuş ve tahminlerinde asla yanılmıyorlarmış. Bu sebeple köylüler bunlara ‘’Zan Uşakları’’ demeye başlamışlar. Bir gün bu üç kardeşin atı çalınmış.

Büyük kardeş demiş ki; ‘’Bizim atı çalanın boyu kısa.’’

Ortanca kardeş; ‘’Eğer bizim atı çalanın boyu kısaysa kendisi köse.’’ demiş. (Yani sakalı bıyığı yok anlamında)

En küçük kardeş de; ‘’Eğer bizim atı çalanın boyu kısa, kendi köseyse mutlaka adı Musa’dır.” demiş.

Hırsızın eşkâli belirlenmiş. ‘’Ne yapalım?’’ diye istişare etmişler ve sonunda hayvan pazarına gitmeye karar vermişler.‘’Boyu kısa; kendisi köse birini pazarda görürsek ona sorarız ve itiraf ettiririz.’’ diye düşünmüşler. Ertesi sabah erkenden pazara girmişler, biraz dolaşmışlar. Bir de bakmışlar ki tariflerine uygun bir adam geliyor:

‘’Hişşşt! Musa, gel gel!’’demişler.

Adam bunlara bakıp şaşırmış ve yanlarına gelmiş.

‘’Ne var?’’ demiş.

Beyefendi demişler, ‘’Senin adın Musa mı?’’

‘’Evet’’

‘’Bizim atı sen çaldın arkadaş, bizim atı getir’’ demişler.

Adam yarı şaşkın, ‘’Şahidiniz var mı?’’ diye sormuş.

‘’Yok.’’ cevabını alınca devam etmiş: ‘’Gözünüzle gördünüz mü?’’

‘’Yok, hayır ’’demişler.

‘’Nerden biliyorsunuz o zaman benim çaldığı mı?’’ demiş. Bunun üzerine üç kardeşin en büyüğü cevap vermiş: ‘’Valla bize ‘Zan uşakları’ derler, biz bugüne kadar tahminimizde asla yanılmadık.’’

Adam inkâr etmiş tabi. Olay kadıya intikal etmiş. Mahkeme günü üç kardeş ve Musa, kadının huzuruna çıkmışlar. Kadı üç kardeşe şikâyetlerini sormuş:

“Efendim, bu adam bizim atı çaldı ama inkâr ediyor.’’ demişler,

Kadı ‘’peki şahidiniz var mı?’’ demiş.

‘’Yok.’’

‘’Gözünüzle gördünüz mü?’’

‘’Yok.’’

‘’Öyleyse, nerden biliyorsunuz bu adamın çaldığını?” diye çıkışınca: ‘’Efendim bize ‘Zan Uşakları’ derler. Biz bugüne kadar tahminimizde asla yanılmadık. Bizim atı bu çaldı’’ demişler.

‘’Öyle mi, emin misiniz?’’ demiş kadı.

Onlar: ‘’Evet, eminiz.’’ diye cevap vermişler.

“Peki” demiş kadı; ‘’Bugün gidin, yarın gelin.’’

Ertesi gün Musa ve ‘Zan Uşakları” kadının yanına varmışlar. Onlar gelmeden kadı bir horoz kestirip parçalatarak ayrı ayrı üç kapalı dolap gözüne yerleştirmiş. Birinci göze horozun başını, ikinci göze horozun kuyruğunu, üçüncü göze de horozun gövdesini koymuş. Önce büyük kardeşi odaya almış ve: ‘’Şu gözde ne var?’’ demiş.

Büyük kardeş ‘’İbiği tarak gibi’’ dedikten sonra kadının işareti ile odadan çıkmış.

Dışarıda beklemekte olan kardeşlerden ortancası, ağabeyine ‘’Ne dedi?’’ diye sormuş.

Büyük kardeş: ‘’Valla kapalı bir dolap gözü gösterip burada ne var?” dedi ben de ‘’İbiği tarak gibi dedim.’’ demiş. Sırası gelen ortanca kardeşe kadı: ‘’Gel bakalım, şu gözde ne var?’’ deyince:

‘’Şurada ibiği tarak gibiyse, ikinci gözde de kuyruğu orak gibi’’ demiş ortanca kardeş. (Horozun kuyruğu orak gibi olur ya!)

Küçük kardeş, ortanca kardeş kadının yanından çıkınca; ‘’Kadı ne dedi?’’diye sormuş.

Ortanca kardeş kadıya verdiği cevabı söylemiş: ‘’İkinci gözde ne olduğunu sordu, ben kuyruğu orak gibi dedim’’ demiş. Daha sonra küçük kardeş kadının huzuruna girmiş. Kadı dolabın üçüncü gözünü işaret parmağı ile göstererek: ‘’Gel bakalım, şu gözde ne var?’’ demiş. Küçük kardeş gayet zeki bir üslupla: ‘’Efendim birinci gözde ibiği tarak gibiyse, ikinci gözde kuyruğu orak gibiyse, üçüncü gözde horozun gövdesi var’’ demiş. Zan Uşakları böylece bütün sorulara doğru cevap vermişler.

Kadı bir zaman sonra kararı açıklamak için hepsini huzura çağırmış.

Heyecanla: ‘’Musa!’’ demiş, ‘’Bu atı sen çaldın! Derhal bu adamların atını getireceksin yoksa sana çok ağır ceza veririm.’’ Zan Uşakları sevinirken Musa hiç sesini çıkartmadan başını öne eğmiş.

Daha sonra çaldığı atı getirerek sahiplerine teslim etmiş.

Bu hikâyeyi dinlemiş olan öğrencilerden birkaç kişi anlaşarak hafta sonunda Recep Köse’nin köyüne gitmeye karar vermişler. Cumartesi sabahı minibüse binerek Yaprakhisar köyü meydanına ulaşmışlar. Çekingen tavırlarla muhtarlığına varmışlar. Muhtar dertlerini sorunca:

“Muhtar amca, sizin köyde üç kardeş varmış. Bunlara ‘Zan Uşakları’ derlermiş. Bunlar tahminlerinde asla yanılmazlarmış. Hatta atları çalınınca bile atı kimin çaldığını tahminle tespit etmişler. Biz bunlarla tanışmak istiyoruz.” demişler. Muhtar öğrencileri iyice dinledikten sonra, şaşkın bir tavırla:

“Evladım ben ‘Zan Uşakları’ diye birilerini bilmiyorum. Bizim köyde bu isimle anılan ne biri ne bir kabile ne de bir sülale var!’’ diyerek suratını asmış. Bunun üzerine öğrencilerden birisi:

“Ama muhtar amca, coğrafya öğretmenimiz Recep Köse anlattı. Recep hocamız bu köydendir. Çocukluğu köyde geçmiş. Hala gelip gidermiş.” diye itiraz etmiş.

Muhtar biraz sessiz kaldıktan sonra, oturduğu sandalyeden kalkmış. Bir sağa bir sola gidip gelmiş. Sonra:

“Hımm! Bunu bilse bilse şimdi yüz yaşlarında olan Behiye teyze bilir. Çocuklar, ben size evini tarif edeyim. Gidin ona sorun!” diyerek çocuklara Behiye teyzenin evini tarif etmiş. Tarifi alan öğrenciler, muhtarlığın doğu karşısında biraz tepede gözükmekte olan iki katlı, mavi boyalı eve doğru yürümüşler. Bahçe kapısını açtıklarında avluda çamaşır sermekte olan bir hanımefendiye “İyi günler, biz Behiye teyze ile görüşmeye geldik.” demişler.

Kadın güler yüzle, birkaç soru sorduktan sonra onları buyur etmiş. Beraber evin dışındaki merdivenlerden ikinci kata çıkarak bir odaya girmişler. Kadın:

“Anne, doğrulabilir misin? Bu çocuklar seninle görüşmek istiyor” deyince, Behiye teyze hasta yatağından biraz doğrulurken genç kadın başının arkasına kırlent koymuş.

Behiye teyze:

“Hoş geldiniz yavrularım, buyurun bakalım, şöyle minderlere oturun. Gelinim sen de çocuklara ayran hazırla!” demiş. Öğrenciler heyecanla mevzuya girmişler. ‘’Zan Uşakları’’nın çalınan atlarını, tahminle nasıl olup da hırsızı tespit ettiklerini ve atlarına yeniden kavuştuklarını bir çırpıda anlatmışlar. ‘Zan Uşakları’nın kimler olduğunu merak ettiklerini ifade etmişler. Tanışmak istediklerini belirtmişler. Hikâyeyi kendilerine anlatanın ismini zikrederek bu köylü olduğunu da eklemişler.

Behiye teyze, Recep Köse’nin akrabası olduğunu, lakin bu köyde böyle anılan bir ailenin olmadığını sakin sakin anlatmış. Hatta bildiği kadarı ile Selime’de ve Eskinoz köyünde de ‘’Zan Uşakları” adında bir sülalenin olmadığını söylemiş. Recep Hoca’nın öğrencileri umduklarını bulamadan ikram edilen ayranı yudumladıktan sonra köy kahvesine gelip, kahvede domino oynayan bir gruba da olayı sormuşlar. Onlardan da olumlu bir cevap gelmemiş. Domino oynayanlardan birisi, öğrencileri Recep Hoca’nın babasına yönlendirmiş. Recep Hoca’nın babası o sırada ‘’Ziga’’ kaplıcalarının battaniye ihalesini aldığı için kaplıcanın yanındaki yerinde yoğun bir şekilde battaniyelerin tasnifi ve paketlemesi ile uğraşıyormuş. On dakika yürüdükten sonra ‘Zan Uşakları’nın peşinde bir hafiye hassasiyeti ile koşturan öğrenciler, Bayram Ali amcanın yanına ulaşmışlar. Selam kelamdan sonra hikâyeyi anlatmışlar. Bayram Ali amca:

“Allah Allah! Evladım, Recep Hoca anlatmış ama bu nasıl iş? Ben böyle bir hikâyeyi ilk defa sizden duyuyorum. Bakın çocuklar, Yaprakhisar’da Zan Uşağı Man uşağı yok, gidin Recep Hocanıza sorun!’ diyerek onları azarlamış. Azarı işiten öğrenciler, tabanları yağlayıp köy meydanından şehre gitmekte olan bir traktöre binerek, üzgün bir ruh hali ile köyü terk etmişler.

Pazartesi günü aynı sınıfa Coğrafya dersi için gelen Recep Hoca yoklama defterini imzaladıktan sonra başını kaldırır kaldırmaz, öğrencilerden Emir Asaf parmak kaldırmış. Recep Köse: “Buyur evladım, bir şey mi soracaksın?” demiş.

Emir Asaf ayağa kalkmış:

“Hocam geçen hafta coğrafya dersinde bize anlattığınız ‘Zan Uşakları’nı tanımak için cumartesi günü sizin köye gitmiştik. Muhtar, Behiye teyze, babanız ve birkaç vatandaş ile görüştük. Lakin köyde böyle bir aileyi kimse bilmiyor. ‘Zan Uşakları’ diye bir sülale yokmuş meğer.” demiş.

Recep Hoca gülümseyerek şöyle cevap vermiş:

“Çocuğum ben bizim köyde demedim,‘Zamanın behrinde, köyün birinde’ dedim.’’

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.