İMBİK – Traverten Tehlikesi/Nuri Ercan

İMBİK – Traverten Tehlikesi/Nuri Ercan

Yaşlanmanın en tehlikelisi zihin yaşlanmasıdır. Bir insanın cildine çizgiler düşmesi, saçına aklar karışması aslında bir tükeniş değildir. Asıl yaşlanma, insanın zihninde başlar. Düşünce durağanlaştığında, fikir yenilenmediğinde, merak köreldiğinde yaşlılık sessizce içeri süzülür. Çünkü ruhun penceresi olan zihin de tıpkı beden gibi beslenmeye, hareket etmeye ve tazelenmeye muhtaçtır. Ne yazık ki günümüz insanı, tam da bu zihinsel canlılığı yitirme tehdidi altındadır. Ve bu tehdit, çoğu zaman sandığımızdan daha sinsi, daha görünmezdir.

Bugün, ekranlar önünde geçirilen uzun saatler, düşünceyi körelten sığ içerikler, sürekli tekrarlanan görseller ve beğeniler arasında insanın zihni adeta taşlaşmaktadır. Elinde telefon, gözünde ekran ışığı olan modern birey, ne yazık ki zamanını yitirirken aslında kendine en büyük kötülüğü yapmaktadır. Bilgi, su gibi üzerine akıp geçiyor; ama o su artık içeriye sızmıyor. Çünkü zihin, bir traverten kayalığına dönüşmüş durumda: Sert, parlak ama içi boş.

Oysa bizim medeniyetimiz, insanın zihinsel yolculuğunu sürekli canlı tutmayı bir sorumluluk saymıştır. Kur’an’ın ilk emrinin “Oku!” olması, bir medeniyetin temeline neyin yerleştirildiğinin açık bir göstergesidir. Bu “okuma”, sadece ayetleri hadisleri değil; kainatı, insanı, hayatı ve hakikati anlamaya yöneliktir. İslam düşüncesi, bilgiye ulaşmayı bir ibadet kabul etmiş, vakti boşa harcamayı ise yermiştir. Nitekim Asr Suresi, zaman üzerine yemin ederek insanın asıl kaybının, vakti hakkıyla değerlendirmemesiyle başladığını söyler. Zamanın israfı, hayatın israfıdır; çünkü insan ömrü, zamanla ölçülür.

Buna rağmen bugün, Müslüman bireyin de dijital dünyanın oyuncağı hâline gelmesi, yalnızca kişisel değil, kültürel ve hatta medeniyet ölçeğinde bir zihinsel çöküşe işaret etmektedir. Oysaki geçmişte İslam dünyası, zihni diri tutan her faaliyetle uğraşmış; ilim halkalarıyla şehirlerini, kalemle kütüphanelerini, düşünceyle gönüllerini inşa etmiştir. Medreselerde sadece dini ilimler değil, mantık, matematik, felsefe, astronomi gibi aklı çalıştıran alanlar da okutulmuş; bilgi ve hikmet birlikte yürütülmüştür.

Şimdi ise çoğu zaman ne kitap sayfaları çevriliyor ne fikirler yoğruluyor. Yerine sürekli akan görseller, geçici hazlar ve anlamsız tekrarlar geçmiştir. Oysa Kur’an, düşünmeyi sürekli teşvik eder: “Hiç düşünmez misiniz?”, “Akletmez misiniz?”, “İbret almaz mısınız?” soruları, zihnin atalete düşmemesi için peş peşe sıralanır. Çünkü Kur’an’a göre zihin, insanın imtihan sahasıdır. Eğer çalışmazsa karar verirken yanılır, adalet dağıtırken eksilir, hakikate ulaşırken tökezler.

Zihin travertenleştiğinde, dışarıdan gelen hiçbir hakikat onu etkilemez. Her şey akar ama içeriye işlemez. Bilgi iz bırakmaz, duygular yankı bulmaz. Tıpkı Kur’an’da bahsedilen “kalpleri mühürlenmişler” gibi; hakikate kapalı, algıya yorgun, hayrete düşman bir hâl…

Oysa insan, öğrenmeye açık kaldığı sürece gençtir. Kur’an’ın “tefekkür”, “tezekkür”, “tedebbür” çağrıları, zihnin daima açık kalması içindir. Kur’an kıssaları, sabit bir geçmiş anlatımı değil; çağlar üstü derslerle zihni canlı tutan bir çağrıdır. Ve bu çağrıyı duymak için, insanın sadece kulakları değil, kalbi ve zihni de açık olmalıdır.

Bugünün insanı için asıl tehlike, bu çağrıyı işitememek, bu sese sağırlaşmaktır. Çünkü zihinsel travertenleşme, sadece bireyin değil; bir medeniyetin sonudur. Bir milletin kitapla irtibatı kesildiğinde, düşünce de yerini tekrar eden sloganlara bıraktığında, bilgi sadece “bilinmek” için değil, “gösterilmek” için tüketildiğinde orada artık gerçek bir diriliş değil, taşlaşma başlamıştır.

Hepimiz biliriz ki zaman, insana emanet edilmiş en kıymetli sermayedir; zihin ise onu işleyen en değerli atölye. Bu iki hazineyi ihmal etmek, insanı sessiz bir çöküşe sürükler. Vaktin değeri bilinmediğinde, ruhun penceresi olan zihin beslenmediğinde, insan olarak vahiyle buluşulmadığında, sorgulama değil; taklit ve öykünme insanı esir alırsa içten içe kurur. Kur’an bu noktada hem bir rehberdir hem de bir uyarı sistemidir. İnsanı sadece inanmaya değil, anlamaya; sadece ibadet etmeye değil, idrak etmeye çağırır. “Oku!” emriyle başlayan bu çağrı, hayat boyu süren bir zihinsel diriliş davetidir.

Bu çağrıya kulak tıkarsak, sadece bireysel olarak değil, ümmet olarak da katılaşırız. Zihinlerimiz, tıpkı Pamukkale’nin göz alıcı ama içi sert travertenleri gibi dışarıdan parlak, ama içten donuk hale gelir. Secde izleri alnımızda görünür, yüzümüz nurla aydınlanmış gibi durur; fakat kalbimiz, merhameti ve hakikati geçirmeyen cingi taşa dönüşebilir. Oysa Kur’an’ın teklif ettiği insan modeli, Nevşehir’in Peri Bacaları gibidir. Dıştan bakıldığında sade ve yumuşaktır, içindeyse sıcak bir dünya taşır. Hem dışı hem içi insaniyeti yansıtır; şekli değil, özü önemser. Çünkü hiçbir hakikat, taşlaşmış bir kalbe sızamaz.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.