İMBİK- Tekasür Toplumu

Sağlam bir itikadî alt yapıya sahip şahsiyetler, öncelikle belli bir süre ikamet edeceği dünya hayatını sorgulamaya mecburdur. Dünyaya geliş sebebi bunu gerektirir. Niçin vardır? Nasıl var olmalıdır? Kendisine sunulan nimetlerin ana sözleşmedeki tanımı nasıldır?
Tevhit ilkelerini prensip edinenler, tevhidin öne sürdüğü hayat tarzını kabul etmiş demektir. Tevhidin sonucu olarak neşet etmiş din/hayat tarzı, tabilerinin dünya ve ahiret saadetlerini sağlayacak ameller ve anlayışlar sunar. Bu anlayışta, uygulama ile düşünce yan yanadır. Dahası duygular da çerçeve içindedir. Aslına bakılırsa insanın her şeyi bir ölçüye tabidir. Uyulduğunda bu ölçü insanın yücelmesini sağlamayı vaat ederken terk edilmesi durumunda yaratılmışların en aşağısı olma hali zuhur edecektir.
Tekasür tevhidin zıddıdır. Günümüz dünyasında en ücra köşelere bile nüfuz etmiş modern hayat tarzında eşyanın hâkimiyeti ve çokluğunda kuşku yoktur. Tarih sürecinde, insanın hayatını sürdürdüğü günlük hayat günümüzdeki kadar çok ve kıymet verilen eşyaya sahip olmadan deveran etmişti. Bu yargıya Firavunlar, Hamanlar, Karunlar, Nemrutlar, Ebu Lehebler ve aklınıza gelen her mütakasir (çokluk düşkünü) dâhildir. Geçmişin Firavunu, günümüzün fakiri kadar bile eşyaya sahip olmadan hayatını sürdürüyordu.
Hz. Muhammed’den (S.A.S) itibaren uhdesine verilen eşyayı ve dünya malını emanetçi olarak algılayan Müslümanlar son dönemlerde ne oldu ise her şeyi sahiplenmeye yönelmiş durumdadır. Üstelik elde ettiği para pul, mal mülk yanında kendisinin de tek maliki olduğu zehabına kapılmaktadır. Bu sebeple nefsî tekasür tahayyül edilebilecek en ileri seviyelere fırlamış durumdadır.
Böyle bir kişilik oluşumu sonucunda toplumun bütün fertleri ticareti, kazanmayı, elde etmeyi, her alanda başarılı olmayı ideal haline getirmekte ve toplumsal arena bu tekasür olgusuyla karman -çorman bir hale evrilmektedir. Kur’an’ın ve Sünnet’in sunduğu ahiret düşüncesinin bu nefislerde zayıflaması sonucunda ebedi âlem fikrinin kişileri dünyaya yabancılaştırması olgusu yok edilmekte ve mülkiyetten uzaklaştırıcı özelliği de bir tarafa terk edilmektedir.
Eşyanın ve nefsin tekasürünün inanmış zihinlerde oluşturduğu tahribat sonucunda fanilik düşüncesi de yerini dünyaya bağlanma düşüncesine terk etmektedir. Fani olduğuna inanmayan ruh nefsin hegemonyası altında ölümlü olduğunu unutacak ve hiç ölmeyecek gibi davranışlar sergileyerek diğer fertleri de peşinden sürükleme yanlışına düşecektir. Böyle tiplerin çoğalması toplumsal tekasürü azdıracaktır. Neredeyse “biz faniler” terkibini kullanamayacak bir ortama doğru yol alıyoruz.
İslâm ümmetinin son asırlarda yaşadığı kimi yoksunluklar ve ezilmişlikler, müslümanların dünyaya bakışını değiştirmiştir. Değişim Allah’ın yasalarından bir yasadır. Lakin değişirken, değişim yaşanırken pergelin ucu nerededir? Önemli olan burasıdır. Ezilmişlik, küffar karşısında alınan mağlubiyetler ve büyük İslâm Devletlerinin parçalanması neticesinde ırkların bile paramparça olması sürecinde dindar insanın kafasına koyduğu “maddi ilerleme”, “teknolojiye sahip olma”, “güçlü olma”, “zengin olma”, “sömürülmeme” gibi kavramlar Kur’an ve sünnetten sağlaması yapılamadığı için büyük bir boşluk meydana getirmiştir. Bu boşluk tabi ki uzun yıllar boş kalmaya devam etmedi. Kapital anlayışın değirmenine su döken bu boşluk hemence değirmenin sahibi tarafından dolduruldu. Kapitalizm kısa sürede fani olduklarına inanan garibanları zenginlik açlığı ile taçlandırdı. Sonuçta tok oldukları halde “açız, açız” diye bağıran ölümlüler türedi.
”Müslüman her şeyin en iyisine layıktır.”
“Allah, kulunun üstünde verdiği nimetleri görmek ister.”
“Dünya mutluluğu üç şeydedir: Geniş bir ev, saliha bir eş, iyi bir binit” gibi cümlelerinin slogan halinde meşhur olması ve kimilerinin zihninde, söyleyemedikleri zamanlarda bile gece gündüz doksan dokuz kere zikredercesine yer etmesi zenginlik açlığının neticesi olarak ortaya çıkmış tezahürlerdir.
Bu cümlelerin hakikat olması ve hangi şartlarda uygulanabilir ve hangi sorumlulukları gerektirdiği düşünülmeden; muhtevalarındaki maddi olgular birçok nefsi iştahlandırmış ve kışkırtmıştır. Her şeyin en iyisinin ne demek olduğu, nimetlerin hangi değerde insan üzerinde tezahür edeceği, geniş bir evin mahiyeti ve maddi sınırı, binitin alt ve üst değerinin ne olacağı, saliha hatunun nasıl saliha olabileceği unutularak Batılıların emelleri ile telfik edilmiş ve Tekasür toplumu olma yolunda hızlı adımlar atılmıştır.