İMBİK- Nefsin Tekasürü

İMBİK- Nefsin Tekasürü

Bireysellik ve Sekülarizm, kişinin Allah’ın kulu olması ve buna bağlı olarak kendini tanıması, sonuçta gücünü ve zaaflarını benimsemesini asla kabul etmez. Bunun yerine insanoğlunun birey olması gerektiğini, biricik ve kendine özgü bir varlık olduğunu, başkalarından oldukça farklı bir mahiyet arz ettiğini telkin eder. Bireysel düşünce, aidiyeti neresi olursa olsun kişiliği de unutturucu bir mahiyet taşır. Aynı zamanda bu anlayış yaratılmışlığı da öte dünyayı da unutturur ve dünyadan başka bir hakikat olmadığı inancını hâkim kılmaya gayret eder. Günümüze egemen olan bu anlayış nefsin arayıp da bulamadığı bir fikrî altyapıdır.

İlahi dinler ve insan aklının türettiği kimi inanç ve anlayışların birçoğunda nefis terbiyesi, öne çıkartılan zihnî ve fiziki eğitim şekillerinin en önemlilerindedir. İlahi dinlerin ve insan anlayışlarının nefsi eğitme konusunda birbirlerinden haberleri olmaksızın ittifak etmeleri bu konunun önemini ortaya koyar. İslâm öğretisinde nefis tezkiyesi ergenlik çağından hayatın sonuna kadar gerçekleştirilmesi gereken bir mücadele sürecidir. Bu sürece “mücahedetü’n-nefs” denilmesi oldukça dikkate çekicidir. Yani hayat boyu nefis ile savaşmak, mücadele etmek ve onu mağlup etmeye çalışmak önemli bir insan eylemi olarak görülmektedir. Hatta nefisle cihat etmenin, nefsi adam etmenin büyük cihat kabul edilmesi de bu yargıyı kuvvetlendirir. Ömür boyu nefisle mücadele etmek nefsin tekasürünü engelleyici önemli bir harekettir.

Bireyselliğin, ilkeleri ile bütün dünyada uygulanır olmaya başlaması, nefsi olabildiğince şımartmıştır. Bu şımarma, mü’min-kâfir hiçbir ayrım gözetmeden ölümü tadacak olmalarına rağmen, her nefis sahibi için geçerli hale gelmiştir. Yüzyıllar boyu nefislerin meydanda, böyle pervasızca at koşturduğu bir zaman dilimine rastlanmamıştır. Nefislerimizin tekasürü sayesinde emanetçilikten sahipleniciliğe evirilmiş durumdayız. Allah’ın bize emanet olarak sunduğu mal, mülk, eş, çocuk, ana, baba, para, pul, makam-mevki, yaş, ömür artık göğsümüzü gere gere (kime karşı geriyorsak!) “benim” diye haykırdığımız metalara dönüşmüştür. Daha düne kadar bu ümmetin sarhoşu bile bir “Hiç” levhasını göğsüne asarak caddelerde bir kul olduğunu haykırıp gezerken, bugün çoluk çocuk, genç-ihtiyar herkes nefsin övünmesinden kurtulamayarak “ben” derdine düşmüştür.

Ruhların geri planda kaldığı bir hayat tarzında bütün münasebetler kalbî olmaktan çıkıp nefsî olamaya dönüşmek zorundadır. Ruhun yuvası kalptir. Nefsin beslendiği alanlar ise aynı zamanda bize canlılık sağlayan istekler, arzulardır. Hayaller, hırslar, emeller, farklı görmeler, beğeniler, beğenilmeler, alkışlar, üstün gelmeler, övünmeler, kutlanmalar, tebrik edilmeler, tahkir etmeler nefsin destekleyicileridir. Nefsin muhiplerinin ve payandalarının aynı zamanda tekasürün anlam haritası içinde yer almaları oldukça ilginçtir. Ne var ki Kur’an’ın çağımız seküler ve bireysellik anlayışını doğrudan tenkit eden Tekasür Suresi’nin, günümüz inananlarının büyük bir çoğunluğu tarafından yeterli anlama ve düşünme faaliyetlerine tabi tutulmaması nefse büyük bir alan açmaktadır.

Nefsanîlik büyük bir hızla evrenselleşmektedir. Dünyanın her bir tarafında aslen egoist insanların varlığı yanında, belli bir inanç sistemine mensup olmasına rağmen dünyevi hedeflere dini meşruiyet giydirerek onları elde etmeye gayret eden bahtsızlar da mevcuttur. Dini kullanarak menfaat elde etme, tarihten günümüze sarkan nefsanî ve şeytani bir gelenektir.

Dünyalıklar insanı esir aldıkça arzular ihtiyaçların yerini daha fazla kaplamaktadır. Arzularının esiri olmuş insan, nefsin tekasürü ile yüz yüze bir hayat sürmeye mahkûm olmuş demektir. Arzular, istekler ve hazlar nefsin tekasür ettikçe tekasür edeceği birer enerji depoları hükmündedir.

 

Nefis, açgözlü olmasından dolayı mal biriktirmeye bayılır. Biriktirdikçe biriktirir. Yığdıkça yığar. Biriktirdiğini de saydıkça sayar. Bırakın kendine yetecek kadar mal biriktirmeyi yedi sülalesine yetecek kadar biriktirmekten bile kendini alamaz. Vadiler dolusu malı olsa birkaç vadi daha talep etmekten geri durmaz. Karnını toprak doldurur, lakin kendisi doymaz.

İnsanoğlu kendini sever. Ne var ki aciz bir varlık olarak, kul olarak kendini sevmek başka, nefis olarak kendini sevmek, yüceltmek başkadır. Modern teknoloji, asırlardır nefsine paye vermek için bekleyen insanoğlunun mehdisidir. Bu mehdi ile âdemoğlu anlık hazlar, şovlar, tatminler elde edebilmektedir. Bu da insanı alıkoyan bir tekasürden başka bir sonuç doğurmamaktadır.

Ruh ve nefs dengesi sağlanmadığı zaman, ruhun ve nefsin sahibi, nefsinin peşinde koşturan sıradan bir canlı konumuna sürüklenir. Nefsin peşinde gitmesi ona aynı zamanda büyük bir cesaret verir. Çünkü nefis ruha nazaran daha fazla ilgi görmektedir. Bu ilgi nefsin sahibinin kışkırtılmasına yarar. Böylece insan, ne var ne yok sahip olmak ve bütün zevk ve hazları tatmak ister. Tattıkça ister; istedikçe tadar. Bu döngü nefsin takasürü olarak tekasür edilmeye sürgit devam eder.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.