İMBİK / Kibrin Modern Yüzü Müstağnilik

İMBİK / Kibrin Modern Yüzü Müstağnilik

Lügatler “müstağni” kavramının Türkçe karşılığını iki ayrı anlamla bizlere sunmaktadır. Birinci anlam; herhangi bir şeye ihtiyacı olmayan, elinde olanla yetinen, doygun kimse iken diğeri; sahip olduğu şeylerle iktifa edip insanlardan bir şey beklemeyen, şeklindedir.

Sözlüklerden sudur eden bu anlamlarda özellikle iki kelimenin insanoğlu tarafından saptırılarak ya da anlam taşmasına uğratılarak müstağni kavramının kibre ve tuğyana sürüklendiğine şahit olmaktayız. Anlamlardan biri olan “doygun” kelimesi kanaatkâr anlamımdan, “insanlardan bir şey beklememek” terkibi ise, tevekkül anlamından saptırılmıştır. Doygun kelimesi kibir ve tenezzülsüzlüğe, tevekkül anlamı da muhtaç olmamaya ve kibre dönüştürülmüştür. Bu iki saptırma sonucunda müstağni kelimesi bazen Allah’tan bile bir şey beklememe anlamıyla kişilerin uygulamalarında hayat bulabilmektedir.

Kur’an-ı Kerim, müstağni kavramını kimi zaman doğrudan Allah için kullanır. Bu kavramın bizzat ve dolaylı geçtiği ayetlerde Allah’ın hiçbir varlığa muhtaç olmadığı vurgusu öne çıkar.[1] Böylece gerçek azametin ve tenezzülsüzlüğün müstağni kelimesinin muhtevasında mündemiç olduğu ve sadece Allah’a has kılındığı hakikati zuhur etmiş olur. Diğer taraftan müstağni kelimesi, Abese suresinin ilk ayetlerinde kendi mazi kökü ile -استغني- gelerek, öğüt almaya bile muhtaç olmadığını zanneden insanın durumunu anlatmak için kullanılmıştır. Leyl suresinde cimrilik yapan ve Allah dâhil hiçbir varlığa muhtaç olmadığını düşünen kişi, kelimenin kökü ile şiddetle tenkit edilirken, Alak suresinde aynı mazi kalıpاستغني- – ile bu sefer müstağni kişinin haddi aşmasına ve kendisini hiçbir varlığa muhtaç olmamasına işaret ederek kınamıştır.[2]

Kur’an ve Sünnet öğretisinden az çok nasiplenen kişiler kibrin ne denli tehlikeli bir vasıf olduğunu çok iyi bilirler. Bu sebeple doğrudan kibre saplanmaktan hepimiz kaçınırız. Ne var ki -müstağnî kavramında yapıldığı gibi- kavramların içini boşalttığımızı ve kavramların anlamlarını başka kavramlara yaklaştırdığımızı fark edemeyiz.

İnsanın Allah’a layık olmayan vasıfları düşünmesi, O’ndan korkmaması, O’nu sevmemesi ve O’ndan hiçbir şey beklememesi müstağniliğin en tehlikelisidir.

Allah’ın indirdiği hükümleri baş tacı etmemek, bile bile emir ve yasakları ihmal etmek kulluk konusundaki istiğnanın örneği olur.

Toplumu, eğitim sistemini, sosyal kurumları, aileyi, okulu, camiyi eleştirmede cömert; eleştirdiği konuların uygulanmasında cimri davranmak, kardeşlik ve ihsan sahibi olma noktasında müstağnilik anlamına gelmez mi!

Muhaliflik kültürü ile yetişen kişiler bu vasıflarını husumete dönüştürüp kardeşlerine karşı acımasızca kullanıyorsa; nefislerine muhalefet etme konusunda istiğna ediyorlar demektir. Oysa nefis, güce güç katma konusunda her daim insanın hiçbir kimseye muhtaç olmağı iğvasını pompalamaktan geri durmaz.

Allah’ın kendisine sunduğu derin düşünme, eşyaya basiretle bakma ve gaybı / soyutu fehmetme özelliklerini hikmet denizine daldırarak büyük düşünme cehdi göstermek yerine; ecel geldiğinde, ben ne yapmışım, dedirtecek günahlara saplanmak kendini müstağni saymanın sonucu değil midir!

Kendini müstağni görmek aslında dini mükellefiyeti inkâr anlamına da gelir. Dava adamları tam mükellef kişilerden oluşur. Son dönemlerde dava adamı terkibini kullanamıyoruz. Demek ki mükellefiyetleri sırtlanma konusunda istiğna ediyoruz. Bunun Türkçesi “Bana ne!” anlayışından başkası değildir.

Kendini müstağni görerek pembe bulutlar üzerinde sırça köşkler inşa etmeye kalkmak zamandan ve mekândan ayrı davranmaya çalışmaktır. Zamanın getirdiklerini arkamıza atmak zamanın manevi hastalıklarını görmezden gelmek anlamına gelir.

Müstağnililiğin bir diğer veçhesi Allah’ın hükümlerini başkalarına layık görürken kendini unutmaktır. Bu, hükümlerin reddini de zamanla getirecektir. Bu husus tabii ki önce ibadetlere yansır. Sonra düşünceyi sarar. Sonuçta iman sahibi tehlikeli dehlizlerden içeri girer…

Her şeyi şikâyet edip çözüme katkı sağlamamak da istiğna etmenin tezahürüdür. Oysa yapmadığımız, yapamayacağımız işleri söyleme / eleştirme hakkı bize verilmemiştir.

Nasreddin Hoca’yı gaza getirip Timur’la fillerini konuşması için ikna edenler; Hoca, Timur’un huzuruna yaklaştığında istiğna ederek onu yalnız bırakmışlardı. Bizim dindarlığımız da buna benzer birçok istiğna çeşidi ile malul bir hal almaktadır. İstiğna etmeden çare aramalı!

 


[1] Ankebut, 6; Teğabün, 6

[2] Bkz. Leyl, 8-10; Alak, 6-7

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.