İMBİK / İslâm’ı Peşinden Sürükleyen Nefisler

İMBİK / İslâm’ı Peşinden Sürükleyen Nefisler

Nefis, kelime anlamının çokluğu nedeni ile tarif edilmesi, anlaşılması zor kavramların başında gelmektedir. Kavram olarak mübhemliğine binaen varlık olarak da tanınması, bilinmesi zor ve öğrenilmesi zaman isteyen olgulardan biridir. Bu konuda âlemlerin Efendisi’nin “Kendini (nefsini) bilen rabbini bilir.” beyanı bizlere yeterince ışık olmaktadır. Bununla birlikte, Yahudilerle günlerce çarpışması süren ve yirmiye yakın şehit verilen Hayber’in fethinden sonra esas mücadelenin nefisle yapılacağının Resul-i Ekrem tarafından özellikle vurgulanması dikkate şayandır. Savaş sonrası nefisle mücahedenin hatırlatılması bu mücadele alanının ne denli dikenli bir yol olduğuna işaret olsa gerek.

Şamil İslâm Ansiklopedisinin nefis maddesine baktığınızda nefisle ilgili şu bilgilere rastlarsınız:

  1. Öz, ruh anlamına gelir. Kalpte bulunur. Benliği ifade eder.
  2. Fizik anlamına gelir. Bedenin tamamını kapsar.
  3. İnsan bedenini kaplayan hareket gücü, yani can anlamına gelir.

Yine aynı maddede özetle şu bilgiler sunulmuştur:

Nefis hareket, algı ve hayal şeklinde üç güce sahiptir. İnsan nefsi, hareket gücü ile şehveti, lezzeti ve insandaki hazzı çalıştırır. Algı gücünde nefse beş duyu organı yardımcı olur; vehim, sezgi, hatırlatma, bilme ve düşünme bu havassı selime (beş duyu) ile elde edilir. Hayal gücü ise tasarlama, planlama ve kurgu konusunda nefsi destekler.

İslâm ahlakını konu edinen kitaplarda ve bilhassa tasavvufî kaynaklarda nefsin mertebelerinden bahsedilir. Malumunuz olduğu gibi nefsin birinci kademesi, Nefs-i Emmare olarak adlandırılır. Bu merhaledeki nefis umumi nefistir. Her insanda asli olarak vardır. Bu nefis insanın fiziki/bedeni ihtiyaçlarını ön plana çıkartan ve sahibini bu uğurda kışkırtan bir özellik taşır. Nefs-i levvame pişman ettiren nefistir. Bu ikinci kademe nefis, inanan ve inancını yaşamaya çalışan fertlerde oluşmaya başlayan çeşittir. Sorgulayan, muhasebe eden, muhakeme eden, mukayese eden günah işleten ve günahtan sonra pişman ettiren bir nefis olarak vasıflandırılır. Nefs-i mutmainne imanen ve amelen ilerleyen ve takvasının kuvvetlendiren kişilerin sahip olmaya başladığı nefistir. Bu çeşit nefis iyilik ve günah oranlamasında iyilik ve güzellikleri, seyyie ve kötülüklerin önüne kat kat geçirmeye muvaffak olanların nefsi olarak tanımlanır.

Türkiye coğrafyasının uzun yıllar karşı karşıya kaldığı laiklik uygulamaları neticesinde vatandaşlarının elde ettiği kimi alışkanlıklar ortam ne olursa olsun devam etmektedir. Hatta laikliğin eleştirisinde dile getirilen din ve devlet işlerinin ayrı kalması, bugün bırakın devlet kurumlarını muhafazakârların oluşturduğu özel teşebbüs sahasında bile uygulanır hale gelmiştir. İnsanların para kazanırken, işletmecilik yaparken dini argümanlara göre davranması sanki gizli bir el tarafından engellenmektedir. Bunun yerine maddi küresel hâkimiyetin sunduğu değerlerle çalışmak farzmış gibi algılanmaktadır.

Dünyaya bakış açımız Kur’an’dan ve Hz. peygamberin tarz-ı hayatından tam olarak etkilenmiyor. Mal yığma ve hayatı yaşamamızı sağlayacak eşya temin etme irademizde nefsimizin öne çıktığı konusunda şüphe etmiyoruz artık. Şehvet, lezzet ve farklı olma, güçlü olma duyguları nefsin ruhumuza galip geldiği noktalar oluyor. Aramızdan Ebu Zerler fışkırmaz oldu. Bunun yerine adı Müslüman adı, fakat kendisi çoktan başka diyarların elamanı olmuş insancıklar çoğalıyor. Bütün bunları yaparken amellerimizin İslamî olup olmadığı mevzusunu muhasebe etmiyoruz. Bununla birlikte genel geçer tatmin yolları bularak minareye kılıf uydurma ustalığımızı kullanıyoruz.

Devlet kurumlarının, oy verdikleri parti tarafından yönetiliyor olması bazı şahsiyetleri devlet müesseslerini aşırı sahiplenme ve kıskanma kurdu yapmış durumdadır. Bu kurumlar sanki milletin elinden alınarak kimi önde gelen bürokratların eline teslim edilmiş gibi. Allah’ın hududunu çiğneyerek bu müesseslerde at oynatmayı marifet saymaktalar. İnancından, namazından, ahlakından şüphe etmediğiniz bu kişiler yönettikleri devlet kurumlarının hem hamisi hem yöneticisi olduklarını zannederek oraları akrabalarından ve cemaatinden başka kimseye layık görmüyorlar. Öbür taraftan basit bir iş için bile aracı bulup o işe muhtaç ve layık kişilerin hakkını yemekten geri durmuyoruz. Ne adına? Biz, siz hadisesi de ortadan kalkmış durumda. Herkes biz olmuş; biz herkes olmuşuz. İslâm’ı, Müslümanlığı, partiyi kullanarak nefsimizi tatmin etmenin yollarını bulmaya çalışıyoruz. Her halükarda nefsimiz önde!

Daha çeyrek yüzyıl önce elde etmeye çalıştığımız makamları elde etmiş durumdayız. O zamanlar Allah için, din için bu makamları araç olarak görürken; şimdi bu makamların ne işe yaradığını bile unutmuş durumdayız. Bunun yerine nefsimizin muharrik güçlerinin önüne geçemiyoruz. Üzerine oturduğumuz makamı güç olarak algılıyoruz. Toplumun genelinde hızla yaygınlaşmakta olana ahlaki tefessüh bize bu düşünceleri ilka ediyor. Bir iş için gittiğiniz herhangi bir resmi dairede müdürümüzün Kur’an okuduğuna şahit olmak artık alelade bir vakıa oldu. Hatta hatta ayeti bitirip “sadakallah…” demeden gelene gidene bakmıyor. Bir süre onun kıraatini bitirmesini bekliyorsunuz. Kur’an okuması hoş bir durumdur. Lakin yapılan bu uygulama doğru mu? Bu vatandaş bu makama Kur’an okunmak için mi, Kur’an hükümlerini uygulamak için mi getirildi? Peki, bu halet-i ruhiyeyi nasıl açıklarız? Nefis tezkiyesi anlaşılmamış bir durumdur; yeniden deneyiniz!

Nimetlerden olabildiğince istifade eden kişiler nimetlerin şükrünü eda etmenin yollarını çabucak unutur hale geliyorlar. Şükrü edanın en basit yolu manevi/ahlaki tarafa daha ziyade ve çok meyletmektir. Çünkü nefs madden tatmin olduktan sonra doğal olarak, insana ruh hâkim olmalıdır. Hatta kimi düşünürlerimiz iyi bir müslümanlığın maddi refah sonucu gerçekleşeceğine kail olmaktadırlar. Ne var ki bizim ülkemizde genellikle tersi gerçekleşiyor. İnsanlarımız nimetler çoğaldıkça kendi içine dönmek yerine başkalarının -kendine göre- kusurları ile uğraşmayı kendi nefsini öne çıkartmak için kullanmaktan geri durmuyor.

Hayır konuşmanın ne olduğunu unutmuşuz. Hayır konuşamaz isek susmak ne demek aklımıza gelmiyor. İnsanların eksik ve kusurlarına sabredemiyoruz. Elde ettiğimiz maddi varlık, makam ve mevkiler bize sahte bir cesaret veriyor. Bunu da kardeşlerimiz için kullanmaktan çekinmiyoruz. Yani her halükarda nefis önde! Ama bizim varlığımız, çabalarımız, ibadetlerimiz, Allah için değil mi? Öyleyse nefislerin arkasında kalmış Müslümanlığımızın kabul edileceğinden nasıl emin olabiliriz ki!

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.