İMBİK-Hayatın Gerçek Kahramanları

Örnekliklerimizi yitirdiğimizi söylediğimiz anda hepimizin aklına örneklerin de yok olduğu gerçeği gelmektedir. Örnek şahsiyetler örneklikleri ile kaybolup giderken, elimizden hiçbir şey gelmiyor. Ancak etrafa bakıp yakın bir zamana kadar normal addedilen kimi davranışları örnek kabul ederek teselli olmaya çalışıyoruz.
Ülke genelinde, her ne kadar refah düzeyi, imar, iskân ve teknoloji üretme gibi birçok konuda gurur duyacağımız atılımlara şahit olsak da insanî örneklikler ve değerlerimizi yaşatma mevzuunda yerinde saydığımız söylemek durumundayız.
“Hah işte bu adam gibi yapmak lazım ” diyebileceğimiz anlar yaşamamaya başladık. Medeniyet ufkumuzu genişletecek örnek davranışlar da azalmaya yüz tutmuş görünüyor. Neticede etrafımızda az da olsa güzelliklerin temsilciliğini yapan insanları kahraman olarak kabul eder olduk. Hatta bu bile erdemlilik sayılmalıdır. Halkın büyük bir çoğunluğu insanlık adına hiçbir vasıf taşımayan ne idiği belirsiz insancıkları kahramanlaştırmaya çaba harcıyor çünkü.
Bu yazımızla şöyle etrafımıza bakıp kim, ne halde bir göz atmanızı teklif etmekteyim. Tabi ki bu işi önce kendim yapmaktayım. Önce kendi nefsimi bir gözden geçirip, sonra hal ve tavırları ile müslümanca bir kişilik arz edebilen kahramanlarımızı sizlere sunmaya gayret edeceğim.
Ayakkabı Boyacısı Mehmet Abi
Kendisi ile on beş yıldır tanışırız. Yıllardır aynı mekânda tezgâh açar. Tavırlarında gram değişiklik sezemedim. Tiryakidir. Filozofça bir duruşu vardır. İşini iyi yapar. Ayakkabınızı boyarken sizinle asla konuşmaz. Selam verirseniz selamınızı alır. Sorarsanız cevap verir. O kadar. O’nun ayakkabı boyama fiyatı da diğer boyacılardan farklıdır. Ayakkabı boyama-cilalama ve fırçalamanın standart bir fiyatı vardır. Mesela diğerleri gibi ilk gelen müşteriden fahiş ücret istemez. Üstelik her müşteriden diğer boyacılardan daha düşük olan bir ücret ister. Yani kanaatkârdır.
Yıllar öncesinde bir sonbahar günü mesai bitimi henüz güneş batmamışken ayakkabımı boyatmak için selam verdim. O sırada boya sandığı dışındaki eşyalarını toparlıyordu. Selamımı aldıktan sonra, hiç beklemediğim bir cevapla “Hocam kapattık” demesi beni şoke etmişti. Hayran kalmıştım bu tavrına. Geçen gün yine aynı vakitlerde belki değişmiştir diye düşünüp boyacı sandığını henüz kaldırmamışken yine ayakkabımı boyamasını istedim. Yanılan ben oldum, hiç değişmemiş. Mehmet Abi aynı vakur duruşu ile “Hocam kapattık “dedi. Aynı manzarayı iki defa görmeme rağmen yine hayret ettim. Etrafımız iktidar nimetlerinden istifade etmek için taklalar atan insancıklardan geçilmezken; Mehmet Abi’nin tevekkülü ve kanaati kahramanlaştırıyordu kendisini.
Pazarcı Esnafı Muhsin Bey
Kendisi neredeyse yarım asır önce rızık temini için bizim buralardan (Nevşehir-Aksaray) İstanbul’a hicret etmiş. İmam-hatip lisesine gitmeye fırsat bulamamış. İlahiyat okumamış. Herhangi bir medreseden icazet de almamış. Temel İslâmî eğitimini annesinden, babasından ve çevresinden örgün olmayan hayat mektebi metodu ile elde etmiş.
Muhsin Bey, İstanbul’a varır varmaz hemşerilerinin yanına uğramış. Pazarda kahvaltılık satan bir akrabasının tezgâhında çocuk denilecek yaşlarda yevmiye ile çalışmaya bismillah demiş. Ve hayat onu da pişirmek için alevli fırınına atıvermiş. Gel zaman git zaman yaptığı işin bereketine inanmaya başlamış. Nasıl inanmasın ki, Allah’ın nimetlerini insanlara sunuyor, vatandaşın, fakirin fukaranın, garibin gurebanın karınlarını doyuracakları pahalı olmayan zeytin, peynir, reçel vb. gıdalar satıyordu. Kendi tezgâhını açtığında işine daha çok önem vermiş, kar demeden kış demeden insanların ihtiyacını gidermek için safı belli olan cami cemaati gibi kendisine ayrılmış pazar yerinde satışını yapmış. Üstelik az kazançtan hiçbir zaman şikâyetçi olmamış. Çünkü Muhsin Bey, aza kanaat etmeden çoğu bulamayacağını pek ala biliyordu. Her pazara çıktığında besmele ile işe başlar annesinin “Oğlum ne iş yaparsan yap, ekmek teknesine nankörlük etme!” nasihatini hiç unutmamış.
Muhsin Bey’i gözümüzde kahraman yapan en önemli özelliği ise, işçilere verdiği değerdir. Etrafında, hemşerileri arasında işsiz kalanları takip eder ve bazen ihtiyacı olmadan bile onları yanında çalıştırmaya azmederdi. Ona göre, tezgâhına gelen işçiye kendisi bir şey vermemektedir. Verdiği yevmiye zaten o işçinin kısmetidir. Tamam, misafir on rızık ile gelir, dokuzunu bırakır, birini alır gider anlayışı çok yaygındır ama işçi de rızkı ile mi gelir! Bu nasıl bir tevekkül! İşte bu sadece Muhsin Bey’e has bir tevekküldür. Yine O’na göre, gelen işçi bereketi artırır. İşçi mal sahibinin zengin olmasını sağlar.
Bu düşüncelere sahip Muhsin Bey kendi işinin patronu olduğundan beri yüzlerce işçi çalıştırdı. Hiçbir işçinin kalbini kırmadı. Hatta içi reçel dolu beş kiloluk cam kavanozu elinden yere düşürüp kırılmasına sebep olan (sonradan damadı olacak) işçisine, bırakın geçmiş olsun demeyi, görmemezlikten gelerek suçluluk hissetmesini engellemiştir. O, işçileri ile bir bir ilgilenirdi. Kiminin ev inşa etmesine, kiminin düğün yapmasına, kiminin araba almasına destek oldu. Verdiği yardımları borç yerine değil; çoğumuzun hatırına bile zor gelen karz-ı hasen niyetine verirdi.
Muhsin Beyefendi pazarcılık işini bıraktıktan sonra yine gıda sektöründe (market işletmeciliği) faaliyet yürüterek hayatını idame ettirmektedir. Para, pul, mal-mülk onu asla değiştirememiştir. Tıpkı eski günlerdeki gibi işçi dostudur. Hali hazırda Muhsin bey’in marketinde birisi ihtiyaç fazlası olmak üzere her derdiyle ilgilendiği yerli-yabancı üç, dört eleman çalışmaktadır.
(Muhsin Bey’in bu kahramanlık öyküsünü bize hikâye eden damadına teşekkürlerimi borç bilirim.)
Kahramanlarımızı anlatmayı sevdim. Gelecek ay devam edecek.