İMBİK- Gelenek Deyip Geçme!

Gelenek deyip geçmemek gerek! Camiamızda bir ara radikal çıkışlar uğruna geleneklerin küçük görüldüğü, dışlandığı inkâr edilemez. Bir zamanlar bütün dünyada ulus devlet modasının bir tezahürü olarak “İslâm Devleti” kavramı konuşulup tartışılmakta idi. Bu tartışmanın doğal bir sonucu olarak, Kur’an ve Sünnet ölçeğinde yapılan tenkitler aslında yine Kur’an ve Sünnetten neşet eden etmiş bazı adet ve ananeleri hedef almakta idi. Böylece, yüzyıllardır alamet-i farikamız olmuş kimi milli uygulamalar “bidattir” denilerek hafife alınır olmuştu.
Lakin bunun hiçbir faydasının olmadığı yaşadığımız günlerde ortaya çıkmaya başladı. Armudun sapı, üzümün çöpü diyerek elemeye çalışılan kimi geleneklerin yeri doldurulamadı. Bidattir diye karşı çıkılan adetlerin yerine yeni uygulamaların getirilemediği görüldü. Karşı çıktığımız bidatlerin yerini modern/ seküler/ ladini alışkanlıklar aldı.
Bu arada bidatleri acımasızca eleştirenlerin modern adet ve uygulamalar karşısında sessiz kalmayı yeğlemeleri calib-i dikkattir. Modern Batı adetlerine delilli kürekli eleştiriler yapamaz hale geldik. Köklü Batı eleştirisi yapan eserlerin sayısı azaldı. İnsan yaşamaya alıştığı, içine gömüldüğü hayat tarzını nasıl tenkit edebilir ki! Bütün bunları yaparken unuttuğumuz en önemli hakikat; “Gelenek” dediğimiz sosyal vakıanın, milletimizin tarihten gelen meziyetlerinin İslâm’ın ana unsurları ile yoğrulması neticesinde oluşan bin küsur yıllık sosyal karışım olmasıdır.
Dünya yerküresinde gelenekleri ile öne çıkmış ve geleneklerini terk etmeden modern hayata geçiş yapabilmiş toplumların varlığı bilinmektedir. Bu toplumlara Kapitalist hayat tarzı kolayca girememiştir. Halen Japonya, örf ve adetlerini sürdürerek modernleşme çabası verirken; Batı tarzı Kapitalizmin tuzaklarına düşmemeye azami gayret sarf etmektedir. Öbür yandan Şii geleneğini asırlardır sürdüregelen İran toplumu, geleneklerin muhafazası konusunda müspet anlamda dikkatimizi çekmektedir.
Dahası “Gelenek” denildiğinde hemen aklımıza İran gelmektedir. Şii kültürünün alel ekser duygulara hitap ediyor olması yanında, İran toplumunun binlerce yıllık Pers kültürüne bekçilik etmesi de İran’ın muhafazakâr olmasına vesile olmuştur. İran halkı hiçbir gevşeme göstermeden kendi inandıkları değerleri geleneksel kalıplarla taşımaya devam etmektedir. Bilhassa direkt dinden çıkmış örf adetler İran halkının birlik ve beraberliğini devam ettiren en önemli saik konumundadır.
Din bir gelenektir. Ama her gelenek dinden değildir. Önümüzde uygulamaya hazır bir din bulabiliyorsak bunu gecesini gündüzüne katıp elde ettikleri ilim ve marifeti aktarmaya çalışan ilim adamlarına borçluyuz. Bu noktada zengin bir geleneğe sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. İlim aktarma konusunda en güzel örnekler de yine Müslümanlar arasında tebarüz etmiştir. Daha Hz. Peygamber’in Medine Dönemi’nde ilmik ilmik dokunmaya başlanan İslâm Kültür ve Medeniyetinin temel dinamikleri ve uygulamaları daha sonra yazı kültürünün gelişmesi neticesinde aktarımı kolay olan bir geleneğe dönüşmüştür.
Senet ve isnat sistemi aklımıza gelen ilk metodik teamüllerdir. Hatta senet sistemi dünya tarih bilimcilerine Müslümanların bir hediyesi olmuştur. Yine Hz. Peygamber döneminde ilk örnekleri görülen birçok uygulama da günümüze kadar hiç değişmeden aktarılmış ve şimdilerde çok önemli geleneklerimizden olmuştur. Mescid-i Nebevi örnek alınarak ortaya çıkartılmış cami projeleri geleneksel formunu hala korumaktadır. Bütün dünyada gördüğümüz minare şekilleri de Hz. Peygamber döneminden sonra değişik kültürlerden etkilenerek oluşan ve bariz farkları olmayan numûne geleneklerimizdendir.
İslâm’ın sosyal hayata yansıttığı geleneklerin en önemlileri tabi ki ibadetlerin gerçekleşmesi aşamasında zuhur eder. Namazın cemaatle kılınmasının öncelenmesi birçok teamül ve kurumu ortaya çıkartmıştır. Örneğin abdesthanesi olmayan cami garip karşılanır. Abdesthane caminin olmazsa olmaz geleneğidir.
Kurbanla ilgili gelenekleri göz önüne aldığımızda, gelenek kapsamındaki örf ve adetlerin insanlar arasında ne denli bir muamelat ve dayanışma gerçekleştirdiğini daha iyi görürüz.
Bayramlar ise başlı başına canlılığını her daim koruyan ve her dönem yenilenen önemli geleneksel formlardır. Bayramların içerisinde mündemiç olan nevi şahsına münhasır uygulamalar toplum nezdinde kahir ekseriyetle kabul edildiğinden kimse bunların gereksiz olduğunu düşünemez.
Ailelerimize hâkim olan geleneklerimiz de her ne kadar yıpranmaya ve hor görülmeye maruz kalsa da ayakta tutulması gereken önemli geleneksel uygulamalardır. Erkeğin aileden sorumlu olması ve karşılıklı saygı ve sevgiye dayanan, kadının annelik rolünü belirleyen, aile içerisinde mahremiyeti önceleyen bu teamüllerin aslı zaten din geleneğinden gelmektedir. Bu yönüyle aileyle ilgili teamüller aynı zamanda manevi huzur ve sükûn sağlayıcı geleneklerdendir.
Yukarıda önemine değinmeye çalıştığımız kimi gelenekler toplumsal hayatta hala varlığını sürdürüyor olsa da, daha kısa bir süre önce topluma hâkim olan bir kısım güzel geleneklerimizin nasıl yok olduğunu tefekkür ettiğimizde bu konuda dikkatli olmamız gerektiği gerçeği ortaya çıkar.
Gelenek olmadan gelecek olmaz. Bilhassa dini kaynaklı gelenek ve teamüller toplumun çimentosu hükmündedir. Bununla birlikte unutulmuş gelenekleri gün yüzüne çıkartmak ve Efendimizin “yeni bir çığır açmak” olarak adlandırdığı yeni yeni örf, adet ve gelenekler üretmek durumundayız. Diğer bir söyleyişle, bidat-i hasene üreten fabrikalar olmalıyız.