İMBİK- Eren’i Beklerken

Vatsap grubumuzda “Eren gelecek” diye bir mesaj okudum. Sevindim. Akşam saat 20.00’da vakıfta toplanılacakmış. Pandemi nedeni ile gönüldaşlarla epeydir bir araya gelemiyorduk. Eren’i de özledik. Aradan yıllar geçti. İstanbul’a taşınmasından sonra, telefon görüşmeleri de seyrekleşmişti. Eren’in iş icabı başka şehirlere geçerken mola yerlerinde teşehhüt miktarı hal hatır sormakla tam anlamı ile muhabbet hâsıl olmuyordu. Salona girip köşeye oturdum.
Fakülte yıllarında Eren ile başlayan dostluğumuz hali hazırda devam ediyordu. Karşımdaki insanın hemşerim olup olmaması benim için önemli değildi. Buna rağmen ilk tanışmamızda birbirimize ısınmıştık. Tabi ki bizi hemşeriden, dosttan öte kardeşlik mertebesine yükselten en önemli saik ortak bilincimiz idi.
Geçmişe döndüm. Tezekkür melekeme çalışması için emir verdim. Hatırladım. Zihnimdeki hatıra izlerini adım adım takip etmeye başladım: Beş yıl,tam beş yıl, gurbet acısını hissetmeyecek derecede bir talebelik süreci ile geçip gitmişti. İlk zamanlarda küçük bir Anadolu kasabasından büyük şehre geçişin sıkıntılarını yaşamadım değil. Otobüse binmeyi bile bilmiyormuşum! Sarsıntı anında ya da araç firen yaptığında savrulmamak için tutulan üstten sarkık deri halkaların ikisini birden tutardım. Bu arada tam ortada kalıp otobüsün koridorunu kapatmış olurdum. Daha sonra baktım ki diğer yolcular tek halkayı tutup sağa ya da sola çekilerek savrulmaktan kurtuluyorlar. Ben de görerek öğrenme yönteminin öğrencisi oldum.
İzmir’e ayak bastığımda insanların yaşadığı hızlı hayatı anlamlandıramamıştım. Her tarafa akan kadınlar, erkekler, çocuklar, gençler… Sanki dünyanın dengesini bozmamak için tercih ettikleri yönlere doğru koşuşturuyorlardı. Şimdilerde görselleri hızlandırılarak gösterime sunulan reklam videoları gibi otobüsler, trenler, vapurlar arkalarında kalın bir şerit çizercesine akışıp gidiyorlardı. Sokaklarda bağrışan seyyar satıcıların cırtlak sesleri, korna seslerine karışıyor; kulakların hoşlanmayacağı bir tınıya dönüşüyordu.
Ders bitimi eve döndüğümüzde altı kişilik bir gençlik topluluğu ile aile hayatı sürmeye gayret ettik. Sabah kahvaltısını ve akşam yemeğini atlamazdık. Nöbetleşe yemek yapılırdı. Niğdeli Yaşar Baba genellikle patates yemeği, Çorumlu Mustafa bulgur pilavı, Giresunlu Mehmet balık ve ıspanak pişirirdi. En çok Diyarbakırlı Hacı’nın nöbeti dört gözle beklenirdi. Hacı çiğ köfte yoğururdu. Ayrıca apartmandaki diğer öğrenciler de davet edilirdi. O gün akşam yemeğinde gariban talebe evimiz şenlenirdi. Ben Nevşehir yöresinde yaygın olan kesme el mantısı pişirirdim. Kimi arkadaşlar ‘’Yoğurdu telef ediyorsun.’’ deseler de ısrarla, kesme mantı yemeğini benimsettim. Yemek konusunda Eren’in becerisi pek yoktu. İlk zamanlarda sofraya naneli makarna gibi icat yemekler koysa da sonraları makarnayı aslına uygun pişirmeyi öğrendi.
İzmir’in, insanı kendi köşesine iten kasveti ve alışık olmadığımız modern hayat tezahürleri ev ortamında etkisini yitirirdi. Hane sakinleri birbirlerine saygıyı önce ev kurallarına uyarak gösterdikleri için evdeki hayatın deveran etmesinde engelleyici unsurlara rastlanmazdı. Bir de muhabbet! Hafta sonları yapılan sosyal faaliyetler sayesinde ruhen mutmain olurduk. İnsanlara bir şeyler sunmakla mensubiyet şuuru elde ediyorduk. Akşamları mahalle eşrafının araçları ile iki grup halinde Şevki Yılmaz’ın VHS kasetlerini; köy kahvelerinde vatandaşlara seyrettirirdik. Bundan büyük heyecan duyardık.
Eren, medeni cesaretini daha lise yıllarında kazanmıştı. İktisat okumasına rağmen çoğu ilahiyat öğrencisinin sahip olamadığı bir cesaretle mahalle sohbetlerine konuşmacı olarak katılırdı. Bir defasında yirmi beş, otuz kişilik esnaf topluluğuna George Orwell’ın 1984 adlı romanından yola çıkarak insanların nasıl maskaralaştırıldığını, zihin yapılarının nasıl yok edilebildiğini, bedenlerin nasıl makinaya dönüştürülebildiğini dünya ülkelerinden örneklerle anlatmıştı. Arkasından alternatif Hayat Nizam’ının güzelliklerini serdetmişti. Mukayese ve muhakeme erbabıydı.
Eren’in aynı zamanda teknik konularda da eli uz idi. Necmeddin Erbakan siyasi yasaklı iken kurulan Refah Partisi’nin Karşıyaka mahallesindeki toplantılarında kahvehanelerin ışık ve ses sistemlerini kurmak o’nun işi idi.
Fakülte öğrencisi iken bireysellik rüzgârına kapılmamıştık. Bencil değildik. Doğum günü kutlamazdık. Sınıflarımızdaki kızlarla konuşmak haramdı. Kısa kollu gömlek giymek caiz değildi. İstikbal tasavvurumuzda mal mülk edinmek ancak davaya hizmet için olursa var olabilecekti. Okul dönüşleri yolculuklarda el değiştirerek yenilenmiş olan Milli Gazete’yi oturduğumuz yerden kollarımızın açılabildiği oranda etrafımıza -meydan okurcasına- yayarak okumayı birbirimize telkin ederdik. Çünkü bu bir tebliğdi, bize göre.
“Selamün aleyküm” sesiyle irkildim. Düşüncelerden sıyrıldım. Kapıya doğru başımı çevirdim. Selam veren Eren’di. Gözlerini oturanların gözleri ile tek tek temas ettirdi. Başı ile sağdan sola bir hayırlı akşamlar kavisi çizerek yanımdaki boş yere oturdu. Bana baktı. Birebirimize gülümsedik. Hal hatır sorma faslı bitince dört gözle kendisini bekleyen topluluğun sorularına cevap verdi. Aktüel konulara değindi. Sonra kendi alanı ile ilgili mevzulara girmeye başladı. İhracat ve ithalattan iyi kazanmalarına rağmen, daha kârlı bir alan olan inşaat sektörüne niçin yöneldiklerini izah etti. Sadece apartman yapmanın yeterli olmadığını, yabancılara konut yapıp satmanın daha kolay olduğunu ve yüksek meblağlarda getiri sağladığını gülümseyerek anlattı. Arapların bu konuda önemli bir kaynak olduğunu vurguladı. Bir ara doğum gününü face’den kutlayanlara teşekkür etti.
Söz arasında birisi Eren’in yaşına rağmen nasıl bu kadar genç kaldığını sordu. Başka birisi spor yapmış olabileceğini söyledi. Eren söze başlayamadan bir başkası sporun faydalarını anlattı. Bir diğer arkadaş iyi ve dengeli beslenmenin faziletlerini sayıp dökme gayretine girdi. Eren araya girdi. Ellili yaşlarda olmasına rağmen bu kadar genç kalmasını seher vakti uyanık olmasına bağladı. Bunun talebelikten kalma bir alışkanlık olduğuna işaret etti. Bana bakıp “Öyle değil mi?” diyerek tasdik ettirmek istedi. Ben de “Evet öyle, üzerimize güneş doğmazdı o günlerde.” dedim.
Sonra uykuya dikkat etmenin de önemli olduğunu söyledi. Salonda bulunanlardan kimlerin genç kaldığına temas edildi. Saçı ağaranlara şakalar yapıldı. Evden arabadan konu açıldı. Türkiye’nin yerli arabasının nasıl olabileceği ve hangi fiyattan satılabileceği Eren’e soruldu. İyi bir evin vasıfları belirlendi. Ev alırken komşunun önemi, kimsenin aklına gelmedi. Ama nelere dikkat edileceği konuşuldu. Son zamanlarda önemli ilerleme kat eden yerli savunma sanayinden bahsedildi. Yeni nesil için en ideal meslekler tartışıldı. En ideal mesleklerin en çok para getiren meslekler olduğu üzerinde icma edildi.