İMBİK – Acemi Ateist

Ramazan Bayramı geçip gideli bir ay olmuştu. Haziran’ın yarısına yaklaşılmasına rağmen Melendiz sıra dağlarının en yücesi Hasan Dağı bembeyaz zirvesi ile gelinlik giymiş bir genç kızı andırıyordu. Yağmurların sürekli ve bol olması, havaların serin gitmesi, yeşilin canına can katmış, her Mayıs sonunda karlarına veda etmek zorunda kalan Hasan Dağı’nın bu yıl imdadına yetişmişti. Bütün didişmelerine karşılık tabiat -girmek için kapıda beklemekte olan yaz mevsimine rağmen- bahar mevsiminin eteğini bir türlü bırakmıyordu.
Güney tarafta bir sınıfta ders yapıyor olmaları Serkan için önemli bir avantajdı. Sevmediği ve dikkatinin dağıldığı derslerde ara sıra bu güzelim manzaraya fırlattığı bakışlarla can sıkıntısından bir nebze kurtulabiliyordu. Okul, şehir merkezinden uzak olmasına uzaktı; lakin etraf ferah, bahçe geniş ve yeşil, binanın manzarası -hem kuzeyden hem güneyden- boldu. Kafeler Caddesi’nden uzak olmanın getirdiği olumsuzluk, görsel zenginliklerle olumlu hale dönüşebiliyordu. Ah bir de okulda kız olsa!
Hah işte! “Gel gör beni aşk neyledi” ilahisinin müziğinden kotarılmış çıkış zili sesi de duyuldu. Rahatladı Serkan. Hemen kantine indi. Bir Freşa içmeliydi şimdi. Sıraya geçti. Önünde on birinci sınıf öğrencilerinden Efecan ve Rıdvan vardı. Rıdvan’ı pek severdi. Komik çocuktu Rıdvan. Az sonra elinde kapağı açılmış, limonlu içeceği ile Z Kütüphanenin girişinin sağ tarafındaki eski somyalara benzer ama oldukça yeni ve konforlu şark usulü uzun oturaklara ilişti. Freşa’sından yudumladı, karşıya baktı. Duvarın üst kısmında ahşaptan yapılmış -arı peteğini andıran- geometrik şekillerin birinin ortasında büyük bir soru işareti vardı. Kantine her uğradığında kişisel gelişimcilerin üniversite sınavlarına motive etmek için oluşturdukları bu soru işaretine bakardı. Bakarken altındaki “Başarılı olmak için neyin eksik?” “Başarı beklemez!” “Sensiz başarı başarı değildir.” gibi mottolara takılmadan başka şeyler düşünürdü.
On ikinci sınıflardan Enes Emre ve İsmail Can Mutlu kantine girdi. Herkesi susturup Batı Karadeniz gezisi son başvuru tarihinin bugün olduğunu söyleyip çıkıp gittiler. Bu geziye katılmalıydı Serkan, kendini tutamadı. Aniden Safranbolu sokaklarında tarihi evler önünde dolaşmaya başladı. Oradan Amasra’ya geçti. Öğle yemeğini öğretmen evinde yedikten sonra Amasra’dan Abana’ya geçti. Abana’da deniz şenlikleri… Hayallerinin, geziyi düzenleyecek olan kulüp hocasının tanıtım yaparken akıllı tahta üzerinde anlattığı ve görsellerini paylaştığı malzemelerden oluştuğunu düşündü. Hemen kendisine geldi.
Beş dakikalık süre doldu. Bu sefer Itrî’nin bestelediği tekbir seslerinden oluşan öğrenci zili çaldı. Sınıfa giderken zemin kattaki nöbetçi hocaya bakmadan hızlıca yanından geçti. Hocalara selam vermeye bir türlü alışamamıştı. Evde de babasının ısrarlarına rağmen selamlaşmayı benimseyememişti. Sadece “Selamün aleyküm” değil; “merhaba”, “günaydın”, “iyi geceler” demeyi de sevmiyordu. Kendine has oluşturduğu duygu dünyasında; çalışma odasında, sosyal medya yağmurunun altında selamsız, sabahsız yaşamaktan hoşlanıyordu.
Sınıfa girdi. Pencereye yöneldi. Ufukta Hasan Dağı’nın, yakında salkım söğütlerin sunduğu eşsiz manzaraya gözlerini çevirdi. Bir süre bakışlarını ayırmadı. Gürültü kesilince fizikçinin derse girdiğini anladı. Hoca öğrencileri selamlayıp herkes yerine oturduğunda, Serkan da pencere kenarındaki yerine hemence sığıştı. Yoklama yapıldı. Mutat olduğu üzere Erhan Bey dersine başlamadan önce öğrencilerin sorularını aldı.
Serkan, Erhan hocayı seviyordu. Şen şakrak bir öğretmen idi. Ayrıca şehrin en iyi fizikçisi idi. Bu sebepten olsa gerek fizik derslerinin nasıl geçtiğini bir türlü anlayamazdı. Akıllı tahtada bu soruların cevabını oluşturan iki problem çözüldükten sonra normal müfredata geçildi. Ders yine süratle akıp gitmişti. Öğleden önce son ders ve dersten önce bir Freşa içmiş olması Serkan’ı biraz daha acıktırdı. Teneffüste günlerdir süregelen sorgulamalarının sonucunu ilk olarak sınıfta açıklamaya karar vermişti. Derse girince, “Evet evet, artık zamanı geldi” dedi içinden. Zile beş dakika kala fizikçi dersi sonlandırıp öğrencileri serbest bıraktı. Zil çaldı. Hoca çıktıktan hemen sonra öğrenciler sınıfı boşaltmadan Serkan heyecanla ayağa kalktı ve “Arkadaşlar ben ateistim. Allah’a inanmıyorum” diye bağırdı. Hızlıca kapıya yöneldi. Sınıftaki uğultu, karmaşa meydana getirdi. Herkes Serkan’ın yanında toplandı.
Hep beraber yürürken Tahir Gülmez, “Nasıl olur! Sen dindar birisisin, ateist olamazsın!” diyerek tepkisini biraz sertçe gösterdi.
Yaşar Ferli, “Vay Serkan vay! Hele canım son zamanlarda Siyer’ciye acayip acayip sorular soruyordun!” dedi.
Serkan sağa sola bakıp şaşkınlıkla “Evet ateistim” diyerek cevap verse de etrafındaki kalabalık başka başka şaşkınlık ifade eden cümleler telaffuz ediyordu. “Cehennemlik oldun oğlum” diyenlerden, “Vay be! Bu okulda bile ateist var.” diyenlere kadar birçok kişi kendini bir şeyler söylemek zorunda hissetmişti. Dahası soruların ardı arkası kesilmiyordu.
Grup kapının önüne çıktığında, Enbiya, “Ülen bacanak, bana sormadan ateist mi olunur!” diyerek bir kahkaha attı. Millet hep beraber gülmeye başladı. Serkan yüzünü astı.
Bu arada, Hüseyin Candan, bir elinde çantası bir elinde sendika reklamlı bardak/termos ile koridorda aheste aheste ilerleyen meslek dersleri öğretmeni Medet Bey’in yanına koşturdu. Soluk soluğa: “Hocam bizim sınıfta ateist var!”dedi.
Medet Bey, “Kim oğlum o?” diye sordu. Hüseyin’in arkasından gelmiş olan Mustafa Can Kaplanhan, “Serkan, Serkan hocam, ateist oldu!” diye titrek bir sesle verdiği cevaptan sonra “Günahları silindi mi hocam?” sorusunu eklemeyi ihmal etmedi.
Medet Bey, soruya kafasını sağa sola sallayarak “Evladım günahları silinir mi? Sanırım karıştırdın.” diye cevap verdi. Mustafa Can “Evet hocam, sevapları silindi mi demek istemiştim.” diye düzeltti Medet Bey, “Tabi ki Mustafa Can, ateist olmak basit bir olgu değil. Gerçekten bilinçli bir şekilde Allah’ı reddediyorsa ne iman kalır ne amel!”dedi.
Serkan ve etrafındaki grup yemekhaneye doğru ilerlerken haber okul öğrencileri arasında tez yayıldı. Yemekhaneye varıncaya kadar Serkan’ı tanıyan tanımayan herkes bakışları ile olayı sorguladı.
Yemeğini alıp masaya oturduğunda Serkan kendini hesaba çekmeye başladı. “İyi mi yapmıştı?” İyi yapmıştı tabi ki! “Sınıfta en çok araştıran kendisi idi. Ha inkâr etmemek lazım bir de Muhammed Cabir fena değildi. Hatta Kur’an’ın baştan sona mealini okuyan iki kişi kendileri idi. Yani geliştirmişti kendisini. Bunu yaparken meal okumanın yanında ne kadar ateist, deist site varsa ziyaret etmişti. Sorularını dini konularda uzman olan herkese iletiyordu.
Serkan sınıfın çoğunluğu gibi edilgen değildi. Ana-baba dinini benimsemek zorunda olmadığını biliyordu. Kur’an bile “Atalar dinini” eleştiriyordu. Evet, evet ateist olmakla iyi etmişti; bunu açıklamakla daha da iyi bir iş yapmıştı. Siyer, fıkıh ve hadis derslerinde herkes mum gibi ders dinliyordu. Sadece Muhammed Cabir destekleyici sorular -yardımcı sorular ki bu sorular Serkan’a göre çanak sorular idi- soruyor ve bazen de dersi özetliyordu. Serkan ise hep aykırı soruları zihninde canlandırarak farkındalık gösteriyordu. Lakin sorularına istediği cevapları alamadığı gibi kimi zaman cevap verilmeden azarlanıyor ya da alay edilmekten kurtulamıyordu. Nadiren güzel cevaplar alabiliyordu. Bunlardan birisi “Allah bizi yaratmadan ne yapıyordu?” sorusuna verilen “Hem Allah’ı kabul etmiyorsun hem de mahlûkatı yaratmadan önce ne yaptığını merak ediyorsun!” cevabı idi.
***
Müdür yardımcısı Nurullah Hoca yemekten sonra mescide geçerken yemekhane ile mescit arasındaki boşlukta bir öğrenci grubundan gelen karmaşık sesleri duyar duymaz o taraf yöneldi. Gruba selam verdi ve ekledi:
“Gençler, haydin bakalım namaza!” Grubun en uzun boylusu Mehmet Pektaş, “Hocam haberiniz var mı? Serkan ateist oldu.” diye heyecanlı bir çıkış yaptı. Nurullah Hoca başını yukarı kaldırıp çakmak çakmak bakışlar eşliğinde sert bir ses tonu ile “Ne ateisti oğlum! Geçin bakalım mescide, kimse kalmasın!” dedi.
Serkan ve arkadaşları öğle namazını kılmak için yavaş adımlarla mescide doğru yürümeye başladı. Kimse de itiraz etmedi.