İLMİHAL-CİHAD (4)

GANİMETLERİN TAKSİMİ
Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer Allah’a ve hak ile batılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı (Bedir savaşı) günü kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah’a, Resûlüne, onun akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir.” (Enfal 8/41)
Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere savaş sonrası elde edilen ganimetler beşe bölünür. Beşte biri ayet-i kerimede zikri geçenlere tahsis edilir. Kalan kısmı da savaşa katılan gaziler arasında taksim edilir. Ganimetler taksim edilmeden, ondan bir şey çalmak, bir şey almak, kullanmak asla caiz değildir. Büyük bir günahtır. Bu hususta pek çok hadis-i şerif varid olmuştur. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor:
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hayber savaşına çıktık. Allah Teâlâ bize fetih müyesser kıldı. Fakat altın ve gümüş olarak hiçbir ganimet elde edemedik. Ancak mal, yiyecek ve elbiseler elde edebildik. Sonra Vadi’l-Kura’ya gittik. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in beraberinde Cüzam kabilesinden Dudeyb oğullarından Rifaa bin Zeyd adında bir adamın bağışladığı bir köle vardı. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in bu kölesine bir ok isabet etti ve olduğu yere yığılarak öldü. Dedik ki: “Ne mutlu ona, şehid oldu.” Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin ederim ki, hayır. Hayber günü taksimatta hakkı olmayarak ganimet malından aldığı o büyük elbise (şu anda) üzerinde alev alev yanmaktadır.” Bunun üzerine insanlar paniğe kapıldılar. Bir adam hemen bir veya iki pabuç kayışı getirdi ve: İşte Hayber günü ele geçirdiklerim, dedi. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bir ateş kayışı ya da iki ateş kayışı.” buyurdular. (Buhari, Muvatta, Ebû Dâvud)
Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet mallarından olan bir hayvana zayıflayıncaya kadar binip de onu (o haliyle) geri vermesin. Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, Müslümanların (henüz taksim edilmemiş) ganimet mallarından olan bir elbiseyi eskitinceye kadar giyip de (bu haliyle) geri vermesin.” (Ebu Dâvud)
HARAÇ VE CİZYE
Haraç: Gerek savaş yoluyla ve gerekse sulh yoluyla fetholunup Müslümanlar arasında taksim edilmeyen, gerek o beldenin halkına ve gerekse oraya başka beldelerden getirilip yerleştirilen gayrimüslimlere tahsis edilen arazilerden alınan arazi vergisidir. Bu verginin miktarı:
1- Sulanır olmasına
2- Kıraç olmasına
3- Verimlilik durumuna göre tespit edilir. Bu vergi her yıl ilgili memurlar tarafından toplanır.
Cizye: Sulh veya savaş yoluyla, Müslümanlara tâbi olan gayrimüslimlerin erkeklerinden her sene alınan şahıs vergisidir. Cizye iki çeşittir:
1- Sulh yoluyla alınan cizye: Bu cizyenin miktarı, gayrimüslimlerle yapılan anlaşma şartlarına bağlıdır. Antlaşma esnasında ne miktar cizye vereceği tespit edilir. Daha sonra bu miktar değiştirilemez.
2- Devlet reisi tarafından tespit edilen cizye: Bir ülke savaş yoluyla zabtedilir, o beldenin gayrimüslim halkı da yurtlarından çıkarılmaz, tebaa olarak bırakılırsa bu kişilere devlet reisi bir cizye takdir eder ve o takdir edilen cizye vergi olarak alınır. Bu çeşit bir cizyenin miktarı:
a- Zenginler için senelik 48 dirhem
b- Orta halli olanlar için 24 dirhem
c- Fakir olanlar için 12 dirhem gümüştür.
Cizyeye tâbi olanlar: Kendisinden cizye alınacak şahıslarda şu altı şartın bulunması gerekir. Aksi takdirde kendilerinden cizye alınmaz.
1- Erkek
2- Akıllı
3- Bulûğa ermiş
4- Hür
5- Sıhhatli
6- Selamet
Cizyeye tâbi olmayan kişiler:
1- Kadınlar
2- Çocuklar
3- Deliler
4- Bunaklar
5- Körler
6- Topallar
7- Köleler
8- Çok yaşlı olanlar
9- Senenin altı ayından fazlasını hasta olarak geçirenler
10- Cizye veremeyecek kadar fakir olanlar.
Görüldüğü gibi cizyeye tâbi tutulan kişiler savaşmaya gücü olan kişilerdir. Bizatihi savaşmaya güç yetiremeyenlerden cizye alınmamaktadır. Gayrimüslim bir kişi Müslüman olunca artık ondan cizye alınmaz. Çünkü cizye gayrimüslimlerden alınan bir vergidir. Cizye alınan gayrimüslimlerin deve, sığır, koyun gibi diğer mallarından ayrıca vergi alınmaz. Cizye toplanırken zımmîlere asla eziyet edilmez, tahkir edilmez. Çünkü bu gayrimüslim vatandaşlar, İslam devletinin himayesi altındadır. Onların canları, malları ve namusları Müslümanlarınki gibi tecavüzden berîdir.
Bir gün Hz. Ömer radıyallahu anh yolda giderken, bir kapının önünde durup dilenmekte olan, ihtiyar ve iki gözü kör bir dilenci gördü. Hz. Ömer radıyallahu anh dilencinin omzuna iki eli ile dokunarak: Sen ehl-i kitabın hangisindensin diye sordu. İhtiyar: Yahudiyim dedi. Hz. Ömer radıyallahu anh: Gördüğüm bu hâle, seni mecbur eden şey nedir dedi. Yahudi dilenci: İhtiyaç ve vermekle mükellef olduğum cizye beni bu hale getirdi, diye durumunu arz etti. Bunun üzerine Halife-i müslimîn Hz. Ömer radıyallahu anh, o kimseyi alıp evine götürdü, ona bazı şeyler ihsan ettikten sonra beytülmal memuruna:
Buna ve bunun gibi olan kişilere, insaf ve merhamet nazarı ile bakınız. Biz bu adama insafla mukabele etmiyoruz. Zira sadece kendi yiyeceğimizi yiyoruz. Bu gibi kişileri ancak cizye toplanırken düşünüyoruz. Hâlbuki “Muhakkak ki sadakalar, fakirler ve miskinler içindir.” (Tevbe 9/60) ayet-i kerimesindeki “fukara” gerçi Müslüman olan fakirler demektir, ancak bu adam da ehli kitap miskinlerindendir.” demiş ve o dilenci Yahudi’den ve durumu ona benzeyenlerden cizyeyi kaldırmıştır. (Ebu Yusuf, Kitabü’l-Harac)
Görüldüğü gibi İslam devletinin âdil, şefkatli kanatları altında gerek Müslümanlar ve gerekse gayrimüslimler asla zulme uğramamışlardır. Din, ırk farkı gözetilmeden hak ve hukuklarına riayet edilmiş can, mal ve namusları korunmuştur.