İLMİHAL-CİHAD (1)

İLMİHAL-CİHAD (1)

Allah yolunda, Allah rızası için cihad yapmak büyük bir fazilettir. Çünkü cihadda bezledilen, insanın en kıymetli varlığı, canıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir yerdir.” (Tevbe 9/73)

“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Çünkü onunla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka, sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir. Siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal 8/60)

Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Müslümanlar dînî vecibelerini layıkıyla yerine getirebilmek, namuslarını, vatanlarını korumak için cihad etmekle görevlidir. Allah yolunda cihadı terk eden, cihada hazırlanmayan milletlerin zillete düşmesi, İslam düşmanlarının boyunduruğu altına girmesi mukadderdir.

Müslüman milletler savaş günü gelip çatmadan, savaş için hazırlanmalıdırlar. Aksi takdirde gâfil avlanırlar, kendi nefsî isteklerinin peşinde koşarken, sefahat içinde yüzerken perçemlerinden yakalanır, tüm izzet ve şereflerini kaybedebilirler. Yakın ve uzak tehlikeler, yakın ve uzak düşmanlar vardır. Uzak tehlikeler ve uzak düşmanlar ile meşgul olunurken, yakın düşman taarruza geçebilir. Zayıf olsalar da çok büyük bir tehlike oluşturabilirler. Onun için öncelikle yakın düşmanla cihad etmek gerekir. Ancak yakın düşmanla uğraşırken elbette uzak düşman göz ardı edilemez. O da sürekli olarak gözaltında tutulur. Gerekli tedbirler alınır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Kâfirlerden size yakın olanlara karşı savaşın ve onlar (savaşırken) sizde bir sertlik bulsunlar. Biliniz ki Allah muttakilerle beraberdir.” (Tevbe 9/123)

Müslüman sulhta yumuşak, halîm, selîmdir. Ancak kılıçlar sıyrıldığı, savaş kızıştığı zaman kükreyen aslan gibidir. Allah Teâlâ, Müslümana cihad esnasında her zamankinden daha fazla bir mehabet verir. Düşmanın kalbine korku salar. Şehadete susayan, bir an önce Rabbine kavuşmaya sevdalı bir Müslümanın yılgınlık ve bıkkınlık göstermesi, korkak ve ürkek davranması düşünülemez. Can ve mallarını Allah’a satan bir Müslüman, bir mücahid için cihad, bir düğün şenliğidir.

“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O halde onunla yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük kurtuluştur.” (Tevbe 9/111)

Ne mübarek, ne kârlı bir alışveriş ya Rabbi! Satıcı, mahlûkatın en mükerremi, en mükemmeli insan, satılan metaı, bu mükerrem insanın en değerli varlığı canı ve halk arasındaki tâbiri ile canın yongası olan malı, alıcı ise âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Allah celle celâluhu. Mal ve cana karşılık olarak verilen ebedî cennet ve cemalullahı temâşa…

Mü’min olan, Müslüman olan böyle bir alışverişe sevinmez de ne yapar?

Onun için böyle bir alışveriş bir Şeb-i Arus olmaz da ne olur?

İşte bu; muhabbet pazarı, aşk pazarıdır.

Bu meydan, cihad-ı fillah meydanıdır.

Can alınır, can satılır.

Hak yolunda canını feda eden bir şehid:

Kınalanmış kurbanlık bir koç gibi,

Alnından kırmızı kanlar akarak,

Dudaklarında tebessümlerle,

Vaat olunan cennete girmek için Rabbine yükselir.

Müslüman milletler, İslam düşmanlarına karşı devamlı uyanık olmak, asla gaflet etmemek, ribatlarda, sınırlarda nöbet beklemek, savaşa hazırlanmak, her an hazır olmak, savaş başlayınca da sabır ve sebat göstermekle yükümlüdürler. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Sabredin, sabırda yarışın. Uyanık olun, (sınırlarda) nöbet bekleyin, hazırlıklı olun ve Allah’tan korkun. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Âl-i İmran 3/200)

Demek oluyor ki, dünyada da ukbada da kurtuluşa ermek, her türlü tasalluttan kurtulmak için Allah yolunda cihad etmek, hizmet etmek gerekmektedir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a inanarak ve O’nun vaadini tasdik ederek, onun yolunda bir at beslerse, ona verdiği otlar, su ve gübresi, idrarı kıyamet gününde birer sevap olarak mizanında yer alacaktır.” (Buharî, Nesâî, İbn Mâce, Tirmizî)

“Kim Allah yolunda bir gaziyi teçhiz ederse, harbe iştirak etmiş gibi sevap alır. Kim geride kalıp gazinin çoluk çocuğuna bakarsa o da savaşmış gibi olur.” (Buharî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî)

“Allah yolunda bir gün nöbet tutmak, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Birinizin cennetteki bir kamçılık yeri, dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır. Kulun Allah yolunda yola çıkması, bütün dünya ve üzerindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhârî, Tirmizî)

Ebu Said radıyallahu anh’tan şöyle bir rivayet vardır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Peygamber olarak Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den razı olursa, cennet ona vacip olur. Bu söz Ebu Said radıyallahu anh’ın hoşuna gitti ve dedi ki: Ya Rasûlullah! Bunu bana tekrarla. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tekrarladı ve sonra şöyle buyurdu: Bir başka şey daha vardır ki Allah, onunla kulun cennetteki makamını yüz derece yükseltir. Her iki derecenin arası gökle yer arası kadardır. O nedir ya Rasûlullah, diye sorduklarında: O, Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır. Allah yolunda savaşmaktır.” buyurdular.” (Müslim, Nesâî)

“Müşriklere karşı, mallarınız, canlarınız ve dillerinizle savaşın.” (Ebû Dâvûd, Nesâî, Ahmed)

“Cihadı terk ettiğiniz zaman, Allah size zilleti musallat kılar. Tekrar dininize dönünceye kadar, onu üzerinizden atamazsınız.” (Ebu Dâvûd)

Peygamberimiz, Efendimiz, Önderimiz, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mübarek kelamlarında görüldüğü gibi, cihad Müslümanın hayâtıdır. Cihadsız bir Müslüman, cihadsız bir toplum düşünülemez. Ayet ve hadislerin yüce meallerinden anlıyoruz ki, cihad:

Can ile olur.

Mal ile olur.

İlim ile olur.

Dil ile olur.

Dil ile yapılan cihad, tebliğ, emr-i bil maruf, nehy-i anil münker yapmaktır. Yani İslam’ın hakikatlerini, Kur’an ve sünnetin mesajlarını ulaşabildiğimiz herkese, tebliğ usûlüne uygun bir tarzda duyurmak, anlatmaktır. Bu konuda hizmet heyecanımızı kaybetmeden, yılmadan, bıkmadan, asla ümitsizliğe düşmeden, bu yolda uğranılan bela ve musibetlere sabrederek, ne kadar kötü şartlar içinde bulunursak bulunalım, hâlimize şükrederek, kulluk yolunda çekilen çileleri zevk edinerek çalışmak, çalışmak, çalışmak… Hizmet etmek, hizmet etmek, hizmet etmektir…

Tebliğ, İslam’ı bilmeyen, İslam’dan uzak kalmış, ondan, onun güzelliklerinden habersiz insanlara yapılır. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker ise, Müslüman ve fakat Müslümanlığın vecibelerini yerine getirmeyen, günah işleyen, haramlara dalan, ibadetlerini terk eden veya bu konuda tembellik gösteren, ahlâken düşük davranışlarda bulunan kişileri uyarmak için yapılır. Bu konuda Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa kalbiyle değiştirsin (yani buğzetsin). İmanın en zayıfı da budur.” (Müslim, Tirmizî, Nesâî, İbn Mace, Ebu Dâvûd)

Dil ile cihad, yani İslam’ı tebliğ etmek, iyilikleri emredip kötülüklerden nehyetmek, ilim ister. İslamî hakikatleri en güzel bir şekilde bilmek ister. Tebliğ usulünü bilmek ister. Onun için dil ile cihadı ve bütün cihad çeşitlerini en iyi bir şekilde, İslam’a en uygun bir tarzda yapabilmek için ilim öğrenmek, ilim öğretmek gerekir. İşte bu da cihaddır. İlim ile cihaddır. Çünkü İslam’ı bilmeyen, tebliğ usullerinden habersiz kişiler İslam’a faydalı olayım derken, zararlı olurlar. İnsanları İslam’a ısındırayım derken İslam’dan soğuturlar. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Âlimin âbide üstünlüğü, benim sizden en aşağı derecede olan kişiye üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz Allah, melekleri, gökler ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere salât ederler.” (Tirmizî)

“Her kim ilim talep etmek için bir yola girerse, cennet yollarından birine girmiş olur. Melekler kanatlarını ilim talebesine, ondan hoşlandıkları için indirip gererler. İlim talep edene, göklerdekiler, yerdekiler, su içindeki balıklar bile, günahının affı için Allah’tan mağfiret dilerler. Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayda ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Şüphesiz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmışlardır. (İlim miras bırakmışlardır.) Kim o ilmi alırsa, çok büyük bir nasip almış olur.” (Tirmizî, Ebû Dâvud, İbn Mâce, Dârimî)

Aralarında ilmiyle âmil, gerçek âlimlerin bulunmadığı veya söz sahibi yapılmadığı toplumlar, behîmi bir yaşantıya mahkûm olurlar. İlmiyle âmil, gerçek âlimlerin yönlendirmediği hareketler, hizmetler zamanla tefessüh eder, bozulup haktan uzaklaşır ve zararlı hale gelirler. Onun için İslam’ı öğrenmek, öğretmek, ilmi ile âmil âlim, öncü, iyi insan, iyi Müslüman yetiştirmek, bu yolda bütün imkânları kullanarak çaba göstermek, her devirde olduğu gibi hele her şeyin tefessüh ettiği zamanımızda çok daha büyük bir hizmettir. Çok büyük bir cihaddır.

Cihadın çeşitli yolları ve vasıtaları vardır. Cihadın alanı ise çok geniş ve çok şümûllüdür. İslam düşmanlarının kasıtlı olarak vurguladıkları veya bir kısım cahillerin zannettikleri gibi cihad sadece savaştan ibaret değildir. Savaş cihadın sadece bir parçası ve son çaredir. Sulh yolları kapandığı veya İslam toprakları düşman saldırılarına maruz kaldığı zaman yapılması ve yapıldığı zaman da hakkı verilmesi gereken bir yoldur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Birbirinizi aldatarak faizle alış veriş yaptığınız, öküzün kuyruğuna yapışıp ziraata razı olduğunuz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, tekrar dininize döneceğiniz vakte kadar Allah sizi asla üzerinizden kaldırmayacağı bir zillete duçar eder.” (Ebû Dâvûd)

Dünyaya dalıp cihadı terk eden Müslümanların akıbeti zillettir, aşağılanmaktır. Zamanımızda olduğu gibi. Cihad yapılması gereken alanları şöyle özetleyebiliriz:

1- Nefsimizi tüm kötülüklerden arındırmak için cihad.

2- Toplumu kasıp kavuran küfür, şirk, nifak, İslam dışı her türlü kötülük ve ahlâksızlıkla ve bunların öncülüğünü yapan şerir kişilerle, mihraklarla cihad.

3- Mazlum, bîçâre, mustaz’af insanları ve toplumları zalim ve zorbaların, zulüm düzenlerinin tasallutlarından, baskı ve dayatmalarından kurtarmak ve korumak için cihad.

4- İslam’ın cihanşümûl esaslarını, güzelliklerini, imânî, amelî ve ahlâkî hükümlerini peygamberimiz, efendimiz, rehberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnet-i seniyyelerini öğrenmek, öğretmek, yaşamak, tebliğ etmek ve topluma hâkim kılmak için cihad.

5- Ve nihayet savaşmak suretiyle cihad.

Her Müslüman, özetlemeye çalıştığımız cihadın bu alanlarında imkânı ve gücü nisbetinde:

  1. Canıyla
  2. Malıyla
  3. İlmiyle
  4. Diliyle cihad etmekle mükelleftir.

Cihaddan kaçmak büyük günahtır. Dünyada da ukbada da rüsvaylıktır. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın Resulüne muhalefet etmek için (savaştan) geri kalanlar (geri kalıp evlerinde) oturmaları için sevindiler. Mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler ve (savaşa katılmak isteyenlere de) bu sıcakta sefere çıkmayın dediler. De ki: Cehennem ateşi daha sıcaktır. Keşke anlasalardı?” (Tevbe 9/81)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Helâk edici şu yedi şeyden sakınınız.

1- Allah’a şirk koşmak.

2- Sihir yapmak.

3- Hak ile olan hariç Allah’ın haram kıldığı cana kıymak.

4- Faiz yemek, faizcilik yapmak.

5- Yetim malı yemek.

6- Savaştan kaçmak.

7- Evli, mü’min, hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu kadınlara iftira etmek.” (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî)

Ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerden anlaşılacağı üzere savaştan, cihaddan kaçmak kişi ve toplumların helâkine sebep olan büyük bir günahtır. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız cihad alanlarının başında, kendi nefsimizle mücadele etmek, nefsimizi arındırmak, onu hakka mutî kılmak gelir. Çünkü nefsimizi terbiye etmeden, ona boyun eğdirmeden, diğer cihad alanlarında muvaffak olmak çok zordur. Nefis serkeştir. Başına buyruk yaşamak ister. Zora gelmez. Rahatı sever, isyankârdır. Boyun eğmek istemez. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere daldıran ziyan etmiştir.” (Şems 91/9-10)

Nefs, içimizdeki düşmandır. Hile ve tuzakları çok ve çeşitlidir. Onu kötülüklerden arındırmak için cihad, hem de sulhü olmayan bir cihad gerekir. Bu zorlu, bu büyük cihadı başarabilmek için Kur’anî ve sünnetî güzelliklerle donanmak gerekir. Nefsimizi emmâre, levvâme ve mülhime mertebelerinden kurtarıp mutmainne, razıye, merziye, kâmile derecelerine çıkarmak gerekir. Aksi takdirde nefis ve şeytanın elinde esir ve oyuncak olmaktan kurtulmak mümkün değildir. Bu büyük düşmana karşı Cihad-ı Ekber ilan etmek gerekir. Allah Teâlâ’nın şu hitabına muhatap olabilmek için nefse karşı açtığımız Cihad-ı Ekber’i başarmak gerekir.

“Ey itminana ermiş nefis! Sen Allah’tan râzı, Allah da senden râzı olarak Rabbine dön. Seçkin kullarımın arasına katıl ve cennete gir.” (Fecr 89/27-30)

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.