İLMİHAL-Ahlak-ı Hamide (Güzel Ahlak)

Ahlâk; ahlâk-ı hamide ve ahlâk-ı seyyie yani iyi ahlâk, kötü ahlâk olmak üzere iki kısma ayrılır.
İslam, bütün insanları İslam’a davet eder, onların kötü ahlâktan uzaklaşıp güzel, iyi ahlâklarla donanmasını ister. Nefis, şeytan ise, kötü çevrenin, kötü ortamların da yardımıyla hep kötülükleri, kötü ahlâkı telkin eder. İnsanları hak ve hakikatten uzaklaştırmak için her türlü yolu dener.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, kötülüklere daldıran da ziyan etmiştir.” (Şems/9-10)
Her türlü kötülüklerden, kötü ahlâklardan arınmak, Muhammedî ahlâklarla donanmak için öncelikle, Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılıp nefis, şeytan, dünya ve kötü çevrenin tuzaklarından, hile ve hud’alarından korunmak gerekir. Şu hususa bir daha işaret etmeliyiz ki, yaptığımız bütün güzel ameller, ibadet ve hizmetler güzel ahlâkı, Muhammedî ahlâkı elde etmek için birer vesiledir. Şâyet yaptığımız ameller, ibadet ve hizmetler bizi kötü ahlâklardan, kötülüklerden arındırmamışsa, kulluğumuzu, Allah Teâlâ’nın istediği şekilde yapamıyoruz demektir.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, güzel ahlâkla ahlâklanmak Müslümanın şiarı olmalıdır. Güzel ahlâk demek, nebevî, Muhammedî ahlâk demektir. Kur’an ahlâkı demektir. Biz burada birbirini takip eden bir yazı dizisi şeklinde bir kısım güzel ahlâktan bahsetmeye çalışacağız.
HAYÂ
Hayâ imandandır. Müslümanın zîynetidir. Hayâsızlık her dinde, inancı olan her toplumda kınanmış kötü bir huydur.
Bir fert ve bir toplumda hâyâ duygusu dumûra uğradığı zaman o fert ve toplum çeşit çeşit kötülüklere, çeşit çeşit ahlâksızlıklara kapısını aralamış demektir. Hayâsı tam olan, utanma duygusunu kaybetmeyen kişi ve toplumlar ise kötülüklere, iffetsizliklere, ahlâksızlıklara karşı kendilerini koruma altına almış olurlar.
Gerçek hayâ, gizlide, açıkta, tenhada, kalabalıkta, her zaman her yerde hayâ etmektir. Çünkü hayânın en üstünü Allah Teâlâ’dan hayâ etmektir. Allah Teâlâ ise; her zaman, her yerde bizimle beraberdir. Bize bizden daha yakındır.
Allah Teâlâ’dan hayâ etmek, Allah Teâlâ’nın emrettiklerini, emrettiği şekilde, yerine getirmek, nehyettiklerinden de nehyettiği şekilde sakınmaktır. Sonra insanlardan hayâ etmek gelir ki, elbette öncelikle Peygamberimiz, Efendimiz, Rehberimiz Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden hayâ etmek gerekir. Ondan hayâ etmek demek, O’nun sünnetine muhalif bir şey yapmamak, bilâkis sünnet-i seniyyesine sımsıkı sarılmaktır. Üstadlarımıza, anne, baba, diğer büyüklerimize karşı hayâ sahibi olmalıyız. Sonra da büyük küçük demeden bütün insanlara, bütün mahlûkâta karşı hayâlı olmalıyız.
Ebû Said radıyallahu anh şöyle demektedir: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem örtüsü içindeki bâkire kızdan daha utangaç idi. Hoşlanmadığı bir şey gördüğü zaman biz, O’nu yüzünden anlardık.” (Buhari, Müslim)
Bütün peygamberler, ümmetlerini hayâlı olmaya teşvik etmiş, her türlü hayâsızlıktan sakındırmışlardır. Kendileri de her hususta olduğu gibi hayâ hususunda da insanlara en büyük bir örnek teşkil etmişlerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Peygamberlik kelamından insanların idrak ettiği ilk söz: Utanmadığın zaman istediğini yap, sözüdür.” (Buhari)
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin: “Utanmadığın zaman istediğini yap.” kelamından hayâsız insanların, utanma duygusunu kaybetmiş insanların her türlü kötülüğü yapabileceklerini anlamış oluyoruz.
Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Dilediğinizi yapın. Allah yaptıklarınızı görüyor.” (Fussilet/40)
Gerek hadis-i şerif ve gerekse ayet-i kerimeden anlıyoruz ki insanlar utanmazlar, Allah’tan, Peygamber’den ve diğer insanlardan hayâ etmezler ve nefislerinin istediği şekilde, istediklerini yaparlarsa, zannetmesinler ki, bu yaptıklarından dolayı ceza görmeyecekler, hesaba çekilmeyeceklerdir. Allah Teâlâ, her şeyi biliyor ve görüyor. Öyleyse yaptıklarımıza dikkat edelim. Her yaptığımızdan hesaba çekileceğimizi iyi bilelim. Hayâlı, iffetli olalım.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Hayâ imandandır. İman ise cennettedir. Yüzsüzlük cefâdandır. Cefâ ise cehennemdedir.” (Tirmizi)
Abdullah ibni Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Allah’tan nasıl hayâ edilmesi gerekiyorsa öyle hayâ edin, buyurdu. Dedik ki: Ya Rasûlullah! Allah’a şükür biz Allah’tan hayâ ediyoruz. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
(Hayâ) sizin yaptığınız değildir. Allah’tan hakkıyla hayâ etmek başını ve içindekileri, karnını ve içindekileri koruman, ölümü ve kabirde çürümeyi hatırlamandır. Kim âhiret yurdunu isterse, dünya ziynetini terk eder ve âhireti dünyaya tercih eder. İşte kim bunu yaparsa, Allah’tan hakkıyla ve kemaliyle korkmuş, hayâ etmiş olur.” (Tirmizi)
Hadis-i şerifte zikredilen; başın içindekiler, akıl, göz, kulak ve dildir. Karnın içindekiler ise kâlb ve midedir.
Müslüman, aklını, kalbini kötü düşünce ve hayallerden, kötü niyetlerden, kötü ahlâktan korumalıdır. Dünyanın geçici zevk ve âlâyişini terk edip âhiretin ebedî nimetlerine, cemalullaha tâlip olmalıdır. Bunun için de Allah Teâlâ’ya, Allah Teâlâ’nın istediği şekilde kulluk yapmaya azmedilmelidir.
Bütün azâlarımızı koruma altına almalıyız. Aslâ gaflet etmemeliyiz. Bilelim ki:
Aklın zinası, düşünmektir.
Kalbin zinası, niyet etmektir.
Gözün zinası, bakmaktır.
Dilin zinası, konuşmaktır.
Kulağın zinası, dinlemektir.
Bir Müslüman, zinayı ve fuhşiyatı sürekli düşünürse, böyle çirkin bir şeye niyet ederse, nâmahrem olan kadınlara ısrarla bakarsa, bu tiksindirici şeyi konuşur, diline dolar veya konuşulanları dinlerse ve bunlardan bir nevi zevk alırsa netice itibariyle Allah korusun o çirkin, o iğrenç fiili yapabilir. İşte gerçek hayâ bu gibi kötülüklerden sakınmaktır. Bunu başarabilenler Allah Teâlâ’dan gerçek mânâda hayâ etmiş olurlar.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Hayâ, bulunduğu bir şeyi süsler. Fuhşiyyat ise bulunduğu bir şeyi ayıplı kılar.” (Edebül Müfred, Buhari)
“Her dinin (önde gelen) bir ahlâkı vardır. İslam’ın ahlâkı ise hayâdır.” (Muvatta)