İLİM BİLMEZ TARİH HATIRLAMAZ ŞERH VE HAŞİYE MESELESİNE DAİR BİRKAÇ NOT ADLI ESERİN DEĞERLENDİRMESİ

İLİM BİLMEZ TARİH HATIRLAMAZ ŞERH VE HAŞİYE MESELESİNE DAİR BİRKAÇ NOT ADLI ESERİN DEĞERLENDİRMESİ

İsmail Kara’nın kaleme almış olduğu İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not isimli eser ilk defa 2011 yılında basılmıştır. Bu çalışmamız ise 2018 yılında Dergâh Yayınlarından basılan beşinci baskısı üzerinden olacaktır. Eser ekler dahilinde 214 sayfa olup orta hacimlidir.

Akademik bir yazım şekline sahip olunan eserde açıklamalara ihtiyaç duyulan yahut orijinal metinle ilişkili olarak tefsire gereksinim duyulan yerler dipnotlarda açıklanmıştır. Konu ile ilgili olan beyitlere, yazarın daha öncesinde yapmış olduğu çalışmalara atıflar bulunmaktadır. Yer yer uzun ve ağır sayılabilecek cümlelere yer verilse de anlaşılmayacak bir kapalılık bulunmamaktadır. Mukaddime, iki kısım, sonuç yerine ve ekler bölümlerinden oluşmaktadır. Dönemin şerh ve haşiye geleneğini anlamak ve somut birer örnek olabilmesi açısından eser içerisine özel arşivlerden alınan klasik metin görselleri ilave edilmiştir. Bu geleneğin yalnızca İslami ilimlerde olmayıp, fizik bilimleri içinde kullanılmış olduğunu vurgulayan yazar, görsellere matematik gibi farklı bilim dallarından örnekleri de yerleştirmesi etkileyiciliği arttırmıştır.

İslam düşünce tarihi, Osmanlı tarihi, felsefe, Arap-Osmanlı edebiyatı ve bu alanların eserleri ile ilgilenen ayrıca ilmi gelişim ve ilerleme-dönemleri- ile uğraşan her bir kimse yazarın hedef kitlesidir-denilebilir-.

Klasik eserler bilime, medeniyete, geçmişin düşünce yapısına kaynaklık etmesi bakımından oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu eserleri ‘’gelişimden ve orijinallikten (özgünlükten) uzak’’ olarak değerlendirmek elbette ki bir ön yargı oluşturacaktır. Özellikle şerh ve haşiye literatürünün bu bağlamda okunması o dönemi ‘’başarısız ve durağan’’ olarak nitelendirmeye sebep olmaktadır. Yazarın hedefi de bu bakış açısını ortaya koymak ve bunu değerlendirmektir.

Yazar, şerh geleneğinin 12.yy. ve sonrasında ortaya çıkan bir gelişme olmadığını İslam düşünce tarihinde Hz. Peygamber ile başladığını onun Kuran-ı Kerim’deki muhkem ve müteşabih ayetleri açıkladığını aktarmaktadır. Öyle ki bu sürecin yalnızca İslam tarihi ile ilişkisini değil, diğer kutsal kitapların, dini-felsefi metinlerin, kanunların ve farklı telif türü eserlerin çok önceden şerh geleneğine tabii tutulduklarını aktarmaktadır. Nitekim Klasik felsefe söz konusu olduğunda “felsefe yapmanın nerede ise şerh yazmak demek olduğunu” kaydetmektedir.[1]Eserin birinci kısmında bu ana temayı işleyen yazar daha sonra şerh, tedris ve medrese bağını ilişkilendirmiştir. Şerhin yalnızca metnin problemlerini çözmek işini üstlenmediğini bunun yanı sıra okuyucunun kapasitesini yukarı merhalelere taşıdığını söylemektedir. Medrese geleneğinden söz ederken medresenin önce metnin sonra şerhin ve daha sonra haşiyenin talebeye okutulma üslubunu benimsediğini bu yöntemle ana metne bağlı kalınırken şerhlerle metnin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır. İlmin yukarıdan aşağıya doğru bir akışının olduğunu Allah’tan peygambere, peygamberden insanlara aktarıldığı fikri ile hocadan da talebeye doğru bir yön izlediğini belirtmiştir. İcazet geleneği bu yöntemin temsilcisi olmuş ve icazet sahibi talebenin bir sonraki vasfı “taşıyıcılık ve aktarıcılık” olmuştur. Bu sayede öğrenci kendi üslubunu benimseyecek sonraki aşama olan telif, şerh, haşiye, …süreçleri başlayacaktır.[2]

İkinci kısımda 12.yy. sonrası şerh ve haşiye geleneğinin tenkidi ve tartışmaları örneklendirilmiştir.  Bu geleneğe bakılarak ‘yetersizlik fikri’ ne ulaşmanın İslâm tarihinin yarısını esir altına almış[3] demek olacağını söylemektedir ki bu ihmal ve göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir vurgudur. Cem ve tahkik dönemine yapılan genel eleştiri “tekrar ve taklitten ileri gidememe” olmaktadır. Bu bağlamda yazar kelimelerin anlamlarını kendinden açıklamakta “dağınık duran bilgilerin toplanması derli toplu hale getirilmesi” anlamına gelmekte iken niçin olumsuz bir anlam yüklenmiştir? Sorunu gündeme getirmektedir. Bu fikir etrafında yazar ilk olarak kelam ilmini ele almış yapılan tenkitleri aktarmıştır. Sonrasında fıkıh ilminden örnekler getirerek fıkhın gerileme çağına girdiğini hukuki meselelerde çözümsüz kaldığı eleştirilerini aktarmıştır. Son olarak 1995 yılında Ankara İlahiyat ’ta hadis alanında yapılmış bir tez çalışmasından bahsetmektedir. Disiplinler bazında değerlendirilen eleştiriler ile birlikte 19 ve 20. yy. lardaki tutumları aktarmış Mehmet Akif özelinde örnekler getirmiştir. İslam kültür ve medeniyeti denilince akla gelen İslam felsefesi ve felsefenin Müslümanlara aktarımını oryantalist bir bakışla yalnızca bir geçiş dönemi ve taşıyıcı bir konumda olduğu eleştirilerini dile getirmektedir. Mustafa Demirci’nin ifadeleri ile İslam medeniyetinin ‘’aracı bir medeniyet’’ olarak görülmesi bu eleştirilerin de bir uzantısıdır. Oysa İslam medeniyeti aracı bir medeniyet değil zira  ‘’merkez medeniyettir.’’[4]                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     

Bütün bu tenkitlerin ardından yazar sonuç yerine bölümüne geçmektedir: Şerh ve haşiye geleneğinin ‘’ilim, kültür, bilgi ve irfanın ancak bir miras ve zemin üzerinde inşa edilebileceğini ancak bu yolla anlam kazanabileceğini ve nihayet başarısızlıkların, sıkıntıların, zaafların bu kanal mutlaka işler tutularak üstesinden gelinebileceğini derinden hisseden ve bunun icaplarını yapan bir zihniyetin kökleriyle ilgisi vardır.’’ şeklinde ifade etmektedir. İnsanların herhangi bir yere bağlı olmadan ilim yapabileceğine inanıp bunda ısrarcı olmalarını bir ‘’itibarsızlık’’ olarak yorumlamakta ve zaafa düşürdüğünü aktarmaktadır.

Sonuç olarak her dönemin ilmi birikim ve mirası o dönemi okuma ve anlamlandırma da oldukça önemli izler taşımaktadır. Oldukça fazla yeküne sahip olan şerh ve haşiye geleneği hangi kültür söz konusu olursa olsun bu ilmi birikimin bir mirasıdır. İlimlerin yalnızca niceliksel olarak artışı değil niteliksel olarak büyüyüp gelişmesi de bu mirasın bir sonucudur. İlimlerin gelişimi tıpkı küçücük bir kar topunun birikip kocaman bir çığ haline gelmesi misali gibidir. Bizler şerh ve haşiye kültürünü özden kopmadan bir gelişim olarak anlamalı özgünlük adı altında geçmişi ve birikimi elimizin tersi ile bir kenara itmemeliyiz.


[1] İsmail Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz Şerh ve Haşiye Meselesine Dair Birkaç Not (İstanbul: Dergâh Yayınları, 2018), 15.

[2] Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz,46.

[3] Kara, İlim Bilmez Tarih Hatırlamaz,64.

[4] Mustafa Demirci, ’’Antik Bilim ve Düşünce Mirasının İslam Dünyasına Tercümesinde Abbasilerin Kurduğu Beytü’l-Hikme’nin Rolü’’, Muhafazakâr Düşünce Dergisi 11/44(2015),99-119.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.