İLAYI KELİMETULLAH

İLAYI KELİMETULLAH

Sahabe ölüm korkusu nedir bilmezdi. Bundan dolayı onlar cesaret ve kahramanlıkta tarihe altın harflerle kazınmışlardı. Daha yaşı çocuk yaş denecek kadar küçük olmalarına rağmen, kimlikleri kişilikleri yaşlarının çok çok fevkindeydi. Onlar İlayı Kelimetullah (Allah kelimesini yükseltmek. Allah kelimesini herkese duyurmak. ) uğruna, Rasulullah –aleyhissalatü vesselam- Efendimizin ifadesiyle hepsi birer yıdızdı ve hangisine tabi olursak olalım yolumuzu aydınlatacaklardı.

Onlar, son din İslam’ı yaşayarak gittiler

                        Onlar, bu din uğruna canlar feda ettiler

                        Onlar, öyle geldi ki, “Örnek Nesil” oldular

                        Onlar, o gün kendini tarihe mal ettiler.

 

                        Onlar, saadet asrında hepsi bir yıldızdı

                        Onlar, yol aydınlattı, onlar tarih yazdı

                        Onlar, fedakârdırlar onlar candan kuldurlar

                        Onlar, Resulden uzak bir an bile olmazdı.

İşte bunlardan bir iki tablo sunacağım ve şöyle sızlanacağız:

–     “Aman yarabbi! Geçmişte ne şahsiyetli, kaliteli, fedakâr, cefakâr ve cesur insanlar varmış diyeceğiz.” Kendimize bakacağız, çevremize bakacağız, kimlik ve kişilik bunalımında olduğumuzu, değerlerimizden ne kadar çok şeyler kaybettiğimizi göreceğiz. İşte bunlardan biri, Abdullah b. Cahş radıyallahu anh. Uhud’da “Seyyidüş şühedâ” ya’nî, “Şehîdlerin efendisi” dayısı Hz. Hamza’yla omuz omuza yatan mübarek sahabi.

     Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hz Abdullah bin Cahş’la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:

            “Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı Abdullah bin Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti Bana şunları söyledi:

            Şimdi burada sen duâ et, ben “âmin” diyeyim Sonra ben duâ edeyim, sen de “âmin” de!

  •       Kıyasıya vuruşayım. Ben de, “Peki!” dedim ve şöyle duâ ettim:
  •  Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder Onlarla kıyasıya vuruşayım Hepsini öldüreyim Gâzi olarak, geri döneyim Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle “âmin” dedi Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı:                                                     
  •        Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım Cihâdın hakkını vereyim

Hepsini öldüreyim En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin

            Gönlüm böyle bir duâya “âmin” demek arzu etmiyordu Fakat o istediği ve önceden söz verdiğim için mecbûren “âmin” dedim Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücûmlarını tazeliyordu “Allah Allah! diye çarpışırken kılıcı kırıldı O anda sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı Birçok düşmanı öldürdü” (Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı En son bir Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır)Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu Şehîd olunca, kâfirler, bu mübârek şehîdin cesedine hücûm ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler Her tarafı kana boyandı

            Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehîd edilmiş bulan Hz Sa’d, durumu ve onun yaptığı duayı Peygamber Efendimize anlattı Rasûlullah Efendimiz de, onun duasının kabul edildiğini ve bu dünyada istediğine kavuştuğunu, âhirette de istediğine kavuşacağının anlaşıldığını bildirdi

            Hz Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı “Seyyidüş şühedâ” ya’nî, “Şehîdlerin efendisi” Hz Hamza’yı aynı kabre defnettiler

            Hz Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi Peygamber Efendimizi pek ziyâde severdi Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allah-ü Teâlâ’nın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir

            Ashâb-i kirâm arasında lâkabı, “El Mücâhidü fillah”, ya’nî “Allah yolunun fedâisi” idi Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi

           Bir başka tablo… Hanım bir sahabi Hint bin Amr radıyallahu anha validemiz. Hanım kardeşlerin bu örnek şahsiyetten çok şeyler öğrenmesi lazım. Sadece hanım bacılar mı? İnanın günümüz erkeklerinin kahır ekseriyetini toplasanız bu muhtereme annemize ulaşacaklarını zannetmiyorum.

           Medine-i Münevvere’deki hanımlar Uhud günü harp sahasından gelecek bir haber alma ümidi ile şehrin dışına çıkmışlar ve uhud yoluna dökülmüştüler. Bunların arasında Hz. Aişe –radıyallahu anha- validemizde vardı. Aişe validemiz Harre  mevkine gelince, saliha  bir kadın olan Hint b. Amra rastladı. Hind, kocası Amr b. Cemuh, oğlu Hallad ve kardeşi Abdullah’ın şehid bedenlerini bir deveye yüklemiş götürüyordu. Hz. Aişe ona:

  •      “Geride ne haber?” diye sordu. Hint b. Amr radıyallahu anha :
  •      “Hayırdır, Rasulullah sağdır. O sağ olduktan sonra her musibet hafif kalır. Diyor.

            Şu metanete ve diriliğe bir bakın… Günümüzde kaç Müslüman da bu yüreği görebiliriz? Bırakınız bu kadar yürekli olmayı, Müslüman evinde çocuğunu namaza kaldıramıyor. Kızını, gelinini çarşı pazar dolaşmaktan alıkoyamıyor. Hele hele boğazından hiç taviz vermiyor. Aman ya Rabim… Ne kadar yıpranmışız, meğer ne kadar kimlik kişilik kaybına uğramışız.

Fuhşiyyat diz boyu çirkeflik dolmuş,

           Ağaçlar kokmuyor, sümbüller solmuş,

           Filizlenen canım gençlik kaybolmuş,

           Neşeler, Özlemler elden gidiyor!

 

           Oğlum “namaz kıl” dediği zaman,

           Evladın isyanı pek mi pek yaman,

           Babayı polise vermeden aman

           Yetişin Mus’ablar elden gidiyor!

            Yetişin; iz’an gidiyor, irfan elden gidiyor, ilim elden gidiyor, edeb gidiyor, hayâ gidiyor. En kötü olanı- maazallah- iman elden gidiyor, İslam elden gidiyor… Kendimize gelelim. Bu din uğruna nice fedakârlıklar yapılmış. Ne canlar bu yolda feda olmuş. Biz ne yapıyoruz? Biz bu davanın neresindeyiz? Yarın hesabı nasıl vereceğiz. Amr bin Cemuh topal ayağıyla cepheden cepheye koşarken derdi neydi?

            Evet, günümüz dünyası; çarşısıyla, pazarıyla âdeta bir günah deryası haline gelmiş ya da getirilmiştir. Bugün şeytan ve onun avanesi her yerde kol gezmekte, her köşe başında kendi ağına düşecek kurbanlarını beklemektedir. Her yer “Heyte lek” yani “bana meyletmez misin?” diyenlerle dolmuş… Bu meyletme işini sadece şehvet noktasında değil; para-pul, makam-mevki ve tüm menfaatlerde de düşünebiliriz. İşin tuhaf yanı, toplum artık bu durumu kabul etmiş, yadırgamamaya başlamış, sanki çok normal bir şeymiş gibi görmeye başlamıştır. İşte tehlike bu noktadan başlıyor. Bu, toplumun bozulmasının en belirgin özelliğidir.

            Mümin, böyle bir toplum içinde ne yapmalıdır? Bu sorunun cevabı “Maazallah”, Allah’a sığınırım olmalıdır. Yusuf gibi…

             Züleyha:“Heyte lek”, beri gel dediğinde, Hazreti Yusuf “Maazallah” demesini bilmiştir. Nefsine hâkim olmuş, Mısır’a sultan olmuştur.  İnsan bir anlık nefsine yenik düşerse kalitesini, onurunu ve haysiyetini ayaklar altına almış olur. Çok dikkatli olmak lazım. Hele hele şu ortamda…

Yaptığı hiçbir şeyin yanına kâr kalmayacağı; bir gün mutlaka bütün ef’alinden hesaba çekileceği, zerre kadar iyiliğin karşılıksız kalmayacağı ve zerre kadar kötülüğün de cezasız kalmayacağı şuurunda olan insan elbette sorumluluğunu bilmeli, olgun ve kaliteli insan olma yolunda çaba sarf etmelidir.

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.