İki Yol Arasında: Akıl

“Allah, ayetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır.” (Bakara2/242)
Akıl sahibi olmasının kendisiyle özdeşleştiği, dini yükümlülük ve sorumluluklara muhatap olmasının ilk nedeni olmasıyla insan, yaşadığı âlemin merkezinde yer almaktadır. Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, insanı bu şekilde dinen mükellef ve âlemin merkezi haline getiren “akıl” üzerinde önemle durulmaktadır. Sözlükte men etmek, engellemek, alıkoymak, bağlamak gibi anlamları olan akıl kelimesi (el akl), İslâm âlimleri tarafından insanın anlama, kavrama, düşünme, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma kabiliyeti olarak da tanımlanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de üzerinde durulan, dinen mükellef olmanın gereği olarak zikredilen akıl, kendisiyle doğru bilgi edinilmekle beraber, bu bilginin yaratılış gayesine uygun olarak kullanılmasını sağlayan faal bir akıldır. Çünkü insan, ancak aklı sayesinde âlemdeki düzeni, sebep ve gayeleri anlayabilmekte; Allah’ın varlığı, birliği ve eserlerinin farkına varabilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah, ayetlerini akledesiniz diye açıklamaktadır.” (Bakara2/242) “And olsun biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır.” (Ankebut 29/35) “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gidip gelişinde selim akıl sahipleri için gerçekten açık, ibretli deliller vardır” (Âl-i İmrân 3/190) gibi pek çok ayetle aklın önemi ısrarla vurgulanmaktadır. Bu anlamda İslâm açısından insanın hakikatleri gören gözü olmayan ve onu dosdoğru bir yola (istikâmet) yöneltmeyen bir aklın değerinin söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de sırat-ı müstakimin Müslüman’ın ortak özelliği olduğu (Bakara2/177) belirtilerek, “Emrolunduğun gibi dosdoğru hareket et. Seninle beraber tövbe eden mü’minler de istikamet üzere olsunlar.” (Hud11/112,113) “Doğrularla beraber olun” (et- Tevbe 9/119) gibi ayetlerle, insanın hayatı boyunca istikamet üzere kalmayı başarması gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Aynı şekilde Rasulullah (S.A.V) da, Kur’an’ın bu düsturunu hayatında en iyi şekilde uygulamış olup, sahabeden Abdillahi’s Sekafi’nin (R.A) rivayet ettiği üzere kendisine “Ya Rasûlallah, İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden sonra hiç kimseye sormayayım.” dediğinde “Allah’a iman ettim de ve istikâmet et(Dosdoğru ol!)” (Ahmed b. Hanbel, Müsned,3/413) buyurarak, ümmeti için de İslâm dininin ana felsefesini bu şekilde, kısa ve öz olarak ortaya koymuştur.
Buna göre, İslâm açısından bir hayat düsturu olan “bireyin istikamet üzere olmasında” kendisine verilmiş olan aklın ne tür bir işlevi olmalıdır? Bununla birlikte modernliğin ve beraberinde getirdiklerinin dünyanın istisnasız olarak her köşesine yayıldığı günümüzde aklın işlevlerini sağlıklı olarak yerine getirebilmesi için bireyin nelere dikkat etmesi gerekmektedir? Gibi sorulara verilecek cevaplar büyük önem taşımaktadır.
Öncelikle istikâmet etmek üzerinde duracak olursak; istikamet kelimesi, dini terminolojide “ yeme, içme, giyinme gibi davranışlar başta olmak üzere, dini ve ahlaki hükümlere uygun bir hayat sürme, orta yolu takip edip, aşırılıktan kaçınma; İslâm’ı kabul edip, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan inanç, düşünce ve niyette, tutum ve davranışta sürekli olarak Allah rızasına uygun olarak hareket etmek; hak yolda olma, hak yola girme, doğruluk, dürüstlük, adalet, denge, dürüstçe yaşama” (Dini Terimler Sözlüğü,2009: 182) gibi anlamları taşımaktadır. Bu tanımlarda görüldüğü gibi istikâmet etmek hayatın yalnızca belli bir dönemini değil, tümünü kapsamaktadır. Ancak ne var ki toplumsal bir varlık olan insan, böyle bir hayat tarzını yakalayabilmek ve devam ettirebilmek için muhakkak ki büyük gayret sarf etmek zorundadır. Birey, kendisini etkileyen (nefs, şeytan vb.) şahsi faktörlerin yanı sıra, yaşadığı çevrenin ve toplumun da etkisiyle zaman zaman yanlışlar yapabilmekte, tamamen aksi yönde bir hayat seçebildiği gibi, bazen de hâlisane niyet taşımakla birlikte farkına varmadan İslâm adına doğru olmayan düşünce kalıplarına sıkışmakta, toplumsal ve dini hayatını, bütünüyle, yetişmiş olduğu aile, çevre; mensup olduğu etnik kimlik, siyasi parti, dini cemaat, mezhep vb. oluşumların bakış açısıyla anlamlandırabilmekte, Kur’an’ın bakış açısının gereği olan, olayları araştırmaya, üzerinde düşünmeye ve neticesinde doğru bilgi elde etmeye tamamen kapalı bir şekilde davranabilmektedir.
Oysaki Kur’an’da, daha önce de üzerinde durduğumuz gibi, düşünmenin, akletmenin, doğru bilgi elde etmenin ve o şekilde inanıp, yaşamanın önemini vurgulanmakla birlikte, ele aldığımız konuyla ilgili olarak “Onlara: Allah’ın indirdiğine uyun.” Dendiği vakit de: “ Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” Dediler. “Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi omlara uyacaklar?” (Bakara2/170)buyrulmakta ve modern dönemin de yaşadığı benzer krizlere bin dört yüz yıl öncesinden en güzel cevabı verilmektedir.
Konuya tamamıyla günümüz açısından bakacak olursak, bugün bireyin her türlü bilgiyi elde edebilmesi için sınırsız imkânlar bulunmaktadır. Her türlü kitap, dergi, dokümana kolayca ulaşmanın yanı sıra medya, internet gibi uzay teknolojisinin ortaya çıkardığı vasıtalarla, bir yönüyle bireyin yaşadığı âlemi daha iyi anlamasını, varlığı hakkında düşünmesini, kendisine verilmiş olan aklı ve düşünme hürriyetini en iyi şekilde kullanmasını sağlayabilirken, maalesef diğer taraftan da onu, yaratılış gayesinin dışına taşımakta hatta bazen de yalnızca teknolojinin kölesi haline gelmiş, toplumdan ve sorunlarından uzak mekanik bireyler haline getirebilmektedir. Nitekim bugün internet bağımlılığının bir psikiyatrik hastalık olarak kabul edilmesi tıbbî bir tedavi prosedürü uygulanması bu durumun yarattığı bir hezimettir.
Bu bağlamda, sonuç olarak diyebiliriz ki, yaşadığı âlemin odağını teşkil eden insan, ancak aklını doğru kullanabildiğinde yaratılış gayesini gerçekleştirebilecektir. Aksi takdirde geçmişten bugüne, adı, şekli ve uygulamaları farklı olabilmekle birlikte, kendisini sırat-ı müstakimden uzaklaştıracak pek çok sebep, vasıta var olmuştur ve olacaktır da. Bu nedenle Kur’an’ın ifadesiyle “en güzel biçimde yaratılan insan”(Tin 95/4) kendisine verilen akıl nimetini, yine kendisine hitap eden Kur’an’ın beyanları doğrultusunda kullanmalı, hayatını bu doğrultuda kurgulamalıdır.