İKİ CİHAN ARASINDA 

İKİ CİHAN ARASINDA 

“Her şey bize karşı muhtefîdir

Bir lâhikayız bu seyl-i dehre

Mebde’ neresi, me’âd nerde?

Bilmez gideriz diyâr-ı gayre”

Şerefeddin, Mart 1317

 

Ait olamama, kök salamama… Belki içinde bulunduğumuz zamana has sandığımız bir his, belki ebediyeti arzulamanın bariz göstergesi… Hep bir yarım kalmışlık, bir eksiklik. Sanki kemâlin vücut bulma yerinin burası olmadığını fısıldıyor insana.

Bir dönem yergisi yapmak gerekirse bunun yolu çoktur elbet. Fakat unutmayalım ki bizler dünyanın herhangi bir dönemine savrulmuş insan yığınları değiliz. Her şey Rabbimizin muradı ve takdiri neticesinde oluşmuştur. Her dönemin ayrı şartları olsa da insan hep aynı insandır ve aynı zaaf noktalarıyla imtihan olunmuştur. O halde Rabbimizin “De ki: benim namazım da diğer ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir” buyruğuna uymaktan başka bir iç huzuru yoktur.

Modern döneme gelince… İnsan, anlamı kaybetmiştir bugün. Yitik bir miras gibidir şimdi o. Ötesi, onu nerede ve nasıl arayacağını da bilememektedir. Kıymetli olan nedir, nerededir? Yapay, fenomen, somut ve test edilebilir olanın kabul gördüğü bir çağda “anlam”ın peşinden koşmak ne derece mümkündür? Çağının şartlarına göre yaşayan insan, safi niyet üzere kalabilir mi? Zamana ayak uydururken kaybettiklerimiz, bizim sorumluluğumuzda değil mi?

Tam bir sıkışmışlık, bir ruhi bunalım. Hangi zamana ait olduğunu bilememe sorunsalı…
            Rene Guenon, modern insanın bunalımda oluşunu onun dört vasfı üzerinden açıklıyor: Bireyci, faydacı, yenilikçi ve kendi varlığına yabancı olmasıyla… Gerçekten de bugün baktığımızda insan git gide yalnızlaşmakta ve yalnızlığa itilmekte, kendisine sadece dünyevi anlamda fayda sağlayan şeyin peşinden koşmakta, ilerlemeci ve öncekini reddeden bir anlayışla yenilik aramakta ve kendine yabancılaşmaktadır. Bu tam anlamıyla bir bunalımdır!

İslam bu noktada sayılanların aksi bir duruş sunmaktadır. Cemaat olmanın bereketine vurgu yapmakta, kişinin, ahiretine fayda sağlayacak işleri öncelemesini emretmektedir. Önce gelenin daima reddedildiği bir yenilik anlayışına, 1400 küsur yıldır değişmeyen sabiteleriyle cevap vermektedir. Ve nihayet insanı özüyle barışık kılmaktadır.

Söz konusu ruhi sıkıntıdan kurtulmanın ise İslam’da, sağlam niyet ve salih amelden başka bir yolu yoktur. En başta Hz. Peygamber’in (s.a.v.) “Kişiye ancak niyet ettiğinin karşılığı verilir” sözünü hayatın merkezine almak lazımdır. “Ne için yaşıyoruz? Gayemiz nedir? Niyetimiz ne üzeredir?” Bunları sorguladıktan ve yaratılış gayemize uygun bir yol belirledikten sonra sabır ve dua ile o yolda ilerlemek ve mücadeleden korkmamak gerekir. Bu uğurda sarf ettiğimiz her bir emeğin yoldaki heyecanımızı artırdığını fark etmeliyiz. Niyetimizi amelimiz ile ispat etmeyi, Rabbimizin lütfunu hak etmeyi ve O’ndan gelecek vehbî tecellilere medar olabilmeyi dilemeliyiz.

Duaların en güzelleri Peygamberimize aittir. O ne güzel istemiştir: “Allah’ım! Ben zayıfım, zaaflarımı senin rızanı kazanma hususunda kuvvetlendir. İslâm’ı rızâmın en son noktası kıl!”

Âmin!

YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.