İhtilaller İhtimaller İhmaller

FETÖ’nün teröristi şimdi üniformalı,
Devletim, alçaklardan hesabını sormalı!
Türk Askeri olamaz Yunan’a sığınanlar,
Söz konusu VATAN’sa akan sular durmalı…
Dünyada hiçbir ihtilâl görülmemiştir ki; yıkmakta gösterdiği başarıyı, yapmakta da göstermiş olsun.
II. Abdülhamid Han
Evet, bütün ihtilâller, darbeler yakmakta, yıkmakta, kan dökmekte göstermiş oldukları başarıyı, yapmakta imar etmekte göstermemiştir. Bu alçak darbeciler, kendilerine darbe yapma görevini ve emrini veren iç ve dıştaki hain mihrakların çizdiği fasit daire içersinde son kullanma tarihlerini doldurduğunda, pis bir mendil gibi buruşturulup çöpe atılırlar!
27 Mayıs 1960 ihtilâlini gördük… Millî irâdemize çok ağır bir darbe vurdular. Meclis feshedildi… Milletvekilleri hapsedildi. Yassı Ada’da kurdukları yuvarlak mahkemenin vermiş olduğu, “Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor.” kararıyla, iki “Bakan”la bir “Başbakan”ı idam ettiler. Astıkları ipin parasını Merhum Başbakan Menderes’in ailesinden aldı darbeciler. Sesimiz çıkmadı millet olarak… Tuz bastık yaramıza… Hâlâ bir yerleri sızlıyor yüreğimizin…
22 Şubat 1962… 20 Mayıs 1963… 20 Mayıs 1969… 9 Mart 1971’de, başarısız darbe girişimlerine şahit olduk… 12 Eylül 1980 de ikinci bir darbe daha yedik… 11 Eylül akşamına kadar akan kan ve gözyaşı, tırmanan terör 12 Eylül’de sona erdi… Gece saat 04’te, “Damdaki Kemancı” filmini seyreden ABD başkanına müjde verdi adamları: “Efendim, bizim çocuklar Türkiye de işi başarıp, idareyi ele aldılar!” Keyifle bir kahkaha atarak oturduğu yerde arkasına yaslanan ABD başkanı; “Güzeeel, getirin şimdi bana bir kahve” dedi…
Evet, bugün dâhil, bu aziz milletin kendisine, inancına, tarihine, kültürüne, diline darbe vuranlar, muhtıra verenler, mukaddesatına saldıranlar, adı sanı, makamı, mansıbı, mevkisi, rütbesi ne olursa olsun, bu asil milletin değil, hep onların şımarık ve ahlâksız çocuklarıdır. “Şartların olgunlaşmasını beklediklerini” belirten Evrensel Paşa; “Bir Sağdan, bir Soldan” gençleri asarak ne kadar adil(!) olduklarını göstermiş, böylece önce vatanı, sonra kendilerini kurtarmışlardır.
28 Şubat 1997’de bir de “Post modern Darbe”miz oldu. Darbe severler ülkeyi bir daha kurtardılar. Yoksa “İrtica”(!) hortlayacaktı… Çok soğuk bir Şubat’tı… Çiçek açacak tomurcukları, meyveye duracak dalları kasıp kavurdu… Kürsüde ağlayan, Loca’da gülen birisi; bu post modern darbenin mucidi, oldukça atik ve çevik birine yazdığı mektuplarla saygıda kusur etmiyor, başarılarının devamı için duada bulunuyordu.
27 Nisan 2007’de yayınlanan küçükanıt muhtırası, milleti rahatsız etmekle birlikte Millî İrâde karşısında hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan bir belge olarak kaldı arşivlerde… Ay ışığı, Yakamoz, Sarıkız, Ergenekon vs. darbe planlarıyla kafamızı ne kadar da karıştırdılar. Genel Kurmayımızın kozmik odasına kadar girip devletin en mahrem sırlarını nasıl da alıp teslim ettiler, tasmaları ellerinde olan sahiplerine… Nasıl bir narkoz vermişlerdi topluma…
Ülke olarak, Millet olarak; her iki dünyadaki hayatımızın hudutlarını çizen, yol üstüne ikaz ve işaret levhaları koyan bir inancımız, kadim ve köklü bir medeniyetimiz, engin bir devlet tecrübemiz olduğu halde; “dost” ve “düşman” tefrikini yapamayışımızın, ölçüyü ve dengeyi yitirişimizin, dualarla koynumuzda yılan besleyişimizin neticesini, yediğimiz son 15 Temmuz 2016 darbesiyle ancak fark edebildik…
Rabbimiz buyuruyor ki: “Ey iman edenler! Birbirinizi bırakıp da, sizden olmayanları dost, sırdaş edinmeyin. Onlar sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların size olan düşmanlıkları, ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri ise daha şiddetlidir” (Âl-i İmran, 118) Evet, bizden görünüp de bizden olmayanları dost edinmenin, sırdaş edinmenin faturasını çok ağır ödedik… İnşaallah bütün bu olanlardan ders alırız da tarih bir daha tekerrür etmez.
“İşte siz o kimselersiniz ki, onları (o münafık kâfirleri) seversiniz, onlarsa sizi sevmezler. Siz kitabın tamamına inanırsınız. Onlarsa sizinle karşılaştıkları zaman (inandık) derler; fakat yalnız kaldıklarında size olan öfkelerinden parmaklarını ısırırlar. Onlara de ki: “Öfkenizle geberin!” (Âl-i İmran, 119) Rabbim; bizlere şuur ver… Gayret ver… Dostlarına dost, düşmanlarına düşman eyle bizi. Dostumuzu, düşmanımızı tefrik edecek ve ona göre ortaya tavır koyacak basiret lütfeyle biz günahkâr kullarına…
Fert, millet ve devlet planında bir kez daha gördük ve yaşadık ki; hayatta hiçbir şey, en ufak bir ihmâle gelmiyor… Ehl-i imanın ihmâl ettiği her alan, inkârcılar tarafından mutlaka dolduruluyor. Binde bir nispetinde de olsa, “ihtimâl”lerin ihmâl edilmesi, “ihtilâl”lere ve “inkirâz”a imkân hazırlıyor… Fakat yaşadığımız veya yaşatılan bunca acılara, atlattığımız bunca badirelere rağmen, hainliğin en alçağını, kahpeliğin en katmerlisini, ihanetin her türlüsünü, Papa’nın elini öptükten sonra, Vatikan da ölüp de, o topraklara gömülmeyi çok istediğini söyleyen Pensilvanya Cambazından ve o cambazın ipinde oynayan ipsizlerden gördük! Gözlerimizden uyku mahmurluğunu silerken anladık, her insanın görünmeyen bir tarafı olduğunu… Düşmanların en büyüğü düşmanlığını gizleyen, insanın en tehlikeli düşmanı, kendisine en yakın olanmış meğer…
*Senin düşmanlarının en korkuncu, kendine güven beslediğin kimselerdir.
*Düşmanın sana yapabileceğini sen de ona yap… Ama elini ondan çabuk tut.
*Zayıf bir düşman sana itaat ve dostluk gösterirse, maksadı vakit kazanarak kuvvetli bir düşman olmaktır.
*Yüzüne gülen, çok yakınlık gösteren kimseden kendini sakın! Sana en büyük fenalığı yapmaya hazırlanan bir düşmandır…
Bu sözleri söyleyen bilge kişilerin haklılığını, sözlerin doğruluğunu yaşayarak bir daha gördük… Bu olay, büyük şeytan ABD’nin ve CIA’nın, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesinde düşürülmesi gereken son kale olarak gördüğü Türkiye’yi işgal planıdır. Bu planlarını gerçekleştirebilmek için de inanç coğrafyamızda ki mazlumların, mağdurların, muhacirlerin, öksüz ve yetimlerin dualarını alan, bütün bir ümmetin umudu olan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’ı (Allah korusun) ortadan kaldırarak, kardeşi kardeşe düşürerek, bir iç savaş çıkararak ülkeyi böleceklerini zannettiler. Bunu da yıllar yılı bu topraklarda besleyip büyüterek, devletin kılcal damarlarına kadar sızdırdıkları sinsi, şahsiyetsiz, yılışık uşaklarıyla yaparlarsa başaracaklarını düşündüler… Tabi onlar bu hesapları yaparken, Allah’ın hesabını hesaba katmadılar!
İnananların ihmâlliğinden istifade ederek Yurdumuza uğrayan alçaklar; Başkomutan ERDOĞAN’ın daima güven veren dik duruşu, imanı, cesareti ve kararlı bir şekilde yaptığı çağrıya, anında koşarak gelen bu asil millet, göğsünü siper ederek bu hayâsız akını da durdurmuştur Elhamdülillâh. Bu ilk değil, sonda olmayacaktır. Anadolu’da yaşamanın ve yaşatmanın bir bedeli var… Ve biz bu bedeli ödemeye her zaman hazır olmak mecburiyetindeyiz… Şimdilik 246 şehit verdik… 78 milyon yaralımız var… Vatan sevgisini İman’dan bilerek, can verirken gülerek “Şehadet Rütbesi”ni takan yiğitler var oldukça, daha çok alçakların omuzlarına yük olan rütbeleri sökülecektir…
Selam sana, saygı sana, Ey Asil Milletim… Selam sana, hürmet sana, Ey yoluna dikenler dökülen YİĞİT… Allah yâr ve yardımcımız olsun…