İÇERİ GİREMEYENLER

Nevşehir ili Avanos ilçesi Belediye başkanı sayın Mustafa Körükçü bu sene çok güzel bir faaliyete imza atıyor. 2010 yılını kültür yılı ilan ederek Türkiye’nin belli alanlarda mütehassıs seviye sahibi aydın ve sanatçılarını Avanos ilçesinde sevenleri ve ilgilenenleri ile söyleşilerle buluşturuyor. Rasim Özdenören’den İpek Çalışlara, İskender Pala’dan Fatma Barbarosoğlu’na, Hilmi Yavuz’dan Mustafa Kutlu’ya kadar çok geniş bir yelpaze. M. Armağan, Altan Tan,Dücane Cündioğlu…ve niceleri
Hilmi Yavuz Bey’in sohbetinde ben de bulundum. Entellektüel kişiliği ile hemen dikkat çeken Hilmi Bey serbest ve özgün görüşlerini içten bir tarzda takdim ediyor. Kendi şiirlerinden oluşturduğu şiir dinletisi de harikaydı. Bu söyleşide bir dinleyici Mehmet Akif’le Yahya Kemal’i karşılaştırıcı bir soru yöneltti. Bunun üzerine Hilmi Bey, Akif için “itikat” Yahya Kemal için de “medeniyet” şairi ifadesini kullandı. Ben de” caminin içine girenler ve caminin dış estetiğine takılıp içine giremeyenler.” şeklinde konuşmaya katılınca Hilmi Bey “ Yahya Kemal bir kere girdi.”diyerek esprili değerlendirmesini yaptı. Bu husus beni düşündürdü ve iki şair bu yönden dikkatimi çekti.
Bakmak ve görmek, farklı. Hepimiz bakarız iki gözümüzle ama hepimiz göremeyiz. Çünkü görmek dikkattir, görmek duyarlılıktır, görmek fark etmektir. Bakanlar genel, görenler sanatçı, özel. Ama bu sanatçılar da bazen görmeleri gerekeni göremiyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar Süleymaniye Camii’nin pencere demirlerini sımsıkı tutmuş ağlıyor. Bir arkadaşı görmüş:
-Ahmet Hamdi ne yapıyorsun?
-Ağlıyorum.
-Niçin?
-Boş ver.
-Boş veremem, neden ağlıyorsun? Derdin nedir?
-Şu camiinin içine giremiyorum da.
Buna çok şaşıran arkadaşı kabuktan bir söz söyler, alacağı cevabı düşünmeden.
-Derdin bu mu, bende önemli bir şey sandım. Hadi gir içeri, bundan kolay ne var. Hadi beraber girelim. Hadi.
-Hayır ben bedenimle değil, ruhumla giremiyorum. Fizîken orada olsam bile ruhen orayı yaşayamıyorum.
Arkadaşı ”Aman sen de “diye söylenerek gitmiştir herhalde. Bu şair, bu Tanpınar “Bursa’da Zaman” şiirini yazan şairdir,
Bursa’da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdayan su;
Yeşil türbesini gezdik dün akşam,
Duyduk bir mûsikî gibi zamandan
Çinilere sinmiş Kur’an sesini.
Fetih günlerinin saf neşesini
Aydınlanmış buldum tebessümünle…
Şadırvanın suyunun sesi, Kur’an sesi, fetih günleri… Bu unsurların meydana getirdiği tebessüm. Aydınlık bir tebessümün sebebi o mekanda yatmanın mutluluğunun hissedilişidir. Onu istemek ebediyeti arzu etmek.
İsterdim bu eski yerde seninle
Baş başa uyumak son uykumuzu,
Bu hayâl içinde… Ve ufkumuzu. ………
Billûr bir âvize Bursa’da zaman.
Şair bu mısraları yazar yazmaya ama camiye ruhen veya bedenen girdi mi girmedi mi bilinmez. Girdiğini göreni okumadım.(Bilen varsa söyler.) Güzelliği dışarıdan fark eden, balı kavanozdaki rengiyle çok güzel anlatan, seyreden ama tadamayanlardan biridir galiba Tanpınar. Medeniyetin eserlerini ve güzelliğini gören ama kaynağına inemeyen o kaynaktan su içemeyen anlayış.
Bir başkası. Yahya Kemal Beyatlı: O bir medeniyet şairi. Güzel sanatların, eserlerin şairi. İstanbul şairi. Milletvekili olunca sormuşlar:”Ankara’nın en çok neyini seviyorsun? ” Demiş ki cevap olarak: “ İstanbul’a dönüşünü.” İstanbul’u da Osmanlı yani İslam medeniyetinin eserlerinin yansıması olduğu için sever.
O da için değil dışın, özün değil kabuğun, mazrufun değil zarfın güzelliğine takılıp kalanlardan. Kaynaktan su içemeyenlerden. Medeniyetine hayran ama İslam’a kayıtsız. O, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” nı yazmış. Abide şiirlerden. Fark edişin, hissedişin, yansıtışın zirvesi.
Ordu-milletlerin en çok dövüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı.
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarının
Mabedi, severken bile milletinin eseri olduğu için seviyor şair. Onun mimarisi de ilgilendiriyor. Sonra içine bakıyor:
Ulu mabed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir varisin olmakla bugün mağrurum;
Bir zaman hendeseden abide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhura bakarken şimdi,
Hendesenin ötesinde bir özelliği de varmış mabedin. Henüz cami denmiyor. İçindekiler de cemaat değil cumhur.
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Asker ve mabet. Tekbir alışı vecd ile dinlemesi bile asker itaati. O mabedin mimarı değilse bile banisidir.
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbir’i
Ne kadar saf idi siması bu mü’min neferin!
Kimdi? Banisi mi, mimarı mı ulvi eserin?
“Nasip” kavramının anlamının tam yerine oturduğu bir şiiridir şairin diğer eseri. “Atik-Valde’den İnen Sokakta ” Bir oruç ,bir iftar vakti bu kadar anlatılır bu kadar hissedilir. Oruçlu fakir insanların iftar huzuru. Efendimizin övdüğü güzelliği ifadedeki mükemmellik. Şairin o huzuru özlemesi, arzusu. Ama yine de oruçsuz. Sonra bu duyguya bile şükredişi.
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
…………
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
…………
“Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Mademki böyle duygularım kaldı, çok şükür.”
Hani demiş ya Tanpınar’a arkadaşı “Hadi girsene.” Bilmiyorum Yahya Kemal’e de dediler mi ”Hadi tutsana şu orucu.” O da diyecektir” Bedenen yemeyeyim-oburluğuma rağmen-ama ruhen tutamıyorum ki orucu.”İşte buna nasip derler. Allah kime, neyi, nereyi, ne zaman, nasıl nasip eder bilemeyiz.
Sanat eserinin şaheserliğini; caminin ihtişamını; orucun, iftarın yüceliğini; cemaatin ruhî yükselişini; havanın uhrevîliğini, manevîliğini… gören, görme özelliğini, duyarlılığını yakalayan ama tadamayanlar. Balı kavanozda seyredip, hatta tadını bile anlatıp kendileri tadamayan sanatçılar. NASİP. Onları inandıklarına havale ediyoruz.