HİZMET AŞKI

Fani aşklar bile insanlara dağlar denizler aşırıp dünyayı dört dolandırırsa ilahi aşklar insanlara neler yaptırmaz ki.
Bunun en güzel örneklerini Allah’ın (c.c) Rasullerinde ve O’na aşkla tabi olanlarda görüyoruz. Onlar Allah’ın dinine aşkla hizmetin muallimleri ve talebeleriydi. Onları ne yaşlılıkları, ne hastalıkları, ne sakatlıkları, ne de meşakkatleri Allah’ın dinine aşkla hizmetten alıkoyabiliyordu.
Amr bin Cemuh yaşlılığı ve sakatlığı nedeniyle kendini cihattan alıkoymaya çalışan çocuklarını Rasulullah (sav)’e şikâyet ederek;
“Ya Rasulallah! Ben cennetin kokusunu alıyorum” diyordu. Onların hayattaki tercihlerini, dünya çıkar ve menfaatlerinden çok ahiret çıkar ve menfaatleri belirliyordu. Dünya çıkar ve menfaatlerini ahiret çıkar ve menfaatlerine tercih edenler, samimi hizmet eri olamazlar. Hizmete muhabbeti olmayan hizmet yolunda kemale eremez. Ashabcasına bir anlayışla dine hizmet etmenin yolu gönülleri güzel ahlakla fethetmeden geçer.
Ashap fethedip cizyesini topladığı Şam bölgesinde Bizans’ın büyük bir ordu ile geldiği haberini alınca bölgenin emniyetini sağlayamadığı için topladığı cizyeyi tekrar dağıtınca bölge insanının gönüllerini fethetmiş ve insanların hidayetlerine vesile olmuştur.
Türk Japon dostluğu adına II. Abdülhamit tarafından 121 sene önce Japonya’ya hediyelerle, nişanlarla gönderilen Ertuğrul Firkateyni, Tokyo sokaklarında görkemli bir törenle karşılanır. Amiral Osman Paşa Japon İmparatoruna ve devlet görevlilerine hediyeler takdim eder. Gazeteler Osmanlı denizcilerinin “diğer ülke denizcileri gibi ayyaş ve içki müptelası olmadıklarını, meyhanelerin dahi önünden geçmediklerini” yazıyor. Japon halkı ise Türk heyetinin topluca camiye gidip ibaret etmelerine, nezaketlerine ve kültürlerine hayran kalıyorlardı.
Mevlana Hz.:
“Allah aşkı için çalış, Allah aşkı için hizmette bulun; halkın kabul etmesi veya reddetmesi ile senin ne işin var? Bu fani dünya pazarında sana bol bol kazandıracak bir müşteri olarak Allah kafi değil mi? Allah’tan alacağın karşısında insanların vereceği ne ki!.. O halde gönlünü insanlardan gelecek teşekküre değil, Allah’tan gelecek mazhariyete döndür!..” buyurur.
Allah aşkı ile çalışılıp Allah aşkı ile hizmette bulunulursa bu çalışma ve hizmetler bereketli ve sürekli olur. Allah aşkı kâmil bir imanın tezahürüdür. Hizmet aşkını, hizmet heyecanını, hizmet enerjisini kendisi üretir.
Allah aşkı olanda hizmet aşkı olur. O, insan başta olmak üzere hayvanlara ve bütün varlık âlemine hizmeti yegâne gaye edinir.
Hizmet, nafile ibadetlerden üstün tutulmuştur.
Rasulullah (sav) Efendimiz, ashabı ile çıktığı bir seferde konaklamışlardı. Sahabenin bir kısmı oruçlu bir kısmı ise oruçlu değildi. Oruçlu olanlar yorgunluktan uyuyakaldılar. Oruçlu olmayanlarsa onların gerekli hizmetlerini görerek iftar hazırladılar.
Rasulullah (sav) Efendimiz:
“Bugün oruç tutmayanlar daha fazla ecre nail oldu” buyurdu. (Müslim)
Oruçla kişinin nefsi kazanırken, hizmetle toplum faydalanmaktadır. İslam’da toplumsal kazanımlar her zaman ferdî kazanımların önünde tutulmuş, ümmet menfaati ferdin menfaatine tercih edilmiştir.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz: “İnsanların en hayırlısı insanlara hayırlı olandır” buyurarak insana yapılan her türlü iyiliğin, insanı en hayırlı mertebeye çıkaracağını müjdelemiştir.
Gerçekten hayırlı olmak isteyen, insana hayırlı olacak faaliyetlerle haşır neşir olmalıdır. Onun hem ruhuna hem de maddesine yapılacak iyilikler en büyük hayırdır. O’na yapılan iyiliğin en kıymetlisi de O’nun hidayetine vesile olmak, Rabbi ile barışık bir hayat sürecek nesiller yetiştirmektir. İnsana yapılan, insanın kâmil kul olmasına yapılan yatırım, en kıymetli yatırımdır. Kişilerin hem dünyasını hem ahiretini mamur eder.
Akıllı Müslüman’ın hayattaki yegâne müsabakası hizmet yarışıdır. Bu öyle tatlı bir yarıştır ki, müsabıklar asla birbirine kötü davranmaz. Çelme takmaz, diğer müsabıkları diskalifiye etmeye çalışmaz; yardım eder. Bu öyle bir yarıştır ki, müsabıklar bu yarışta birbirine ne kadar yardımcı olurlarsa o kadar güzel bir yarış olur. Müsabıklar bu müsabakada ne kadar çoğalırsa müsabakanın tadı artar. Bu müsabakada hiçbir müsabıkın başarısı diğer müsabakacıları rahatsız etmez. Onların başarılarına gıpta ederek onların başarılarına ulaşmaya gayret ederler.
Yarışmalarda müsabıkları bekleyen en büyük tehlike hastalanmalarıdır. Müsabakalara katılma şartlarından en önemlisi sağlıklı olmaktır. Sağlık raporu getirmeyenler müsabakalara kabul edilmez.
Hizmet yarışına katılmak isteyenlerden beden sağlığı raporu istenmez. Görmeseler de, elleri ve ayakları tutmasa da onlar istedikleri takdirde hizmet yarışından onları kimse men edemez. Ama ruh sağlığı raporu istenmelidir. Grup yarışmalarında nasıl ki sağlıksız bir müsabıkın başarısızlığı tüm takımın başarısını tehlikeye sokarsa, hizmet yarışında ruhu hasta olan bir kişinin hali de tüm ekibin hizmetine zarar verir ve hizmetin güvesi olurlar. Bunlar üstelik kendi hastalıklarının farkında olmayıp diğerlerini hasta zannederler. Nefisleri de kendilerini haklı çıkaracak yalan yanlış pek çok delil bulabilir. Bunlar tedavi edilmez veya engellenmezse kanserli hücrenin çok kısa zamanda vücudu sardığı gibi hizmetleri sarar ve hizmetlerin de hastalanmasına, hatta yok olmasına sebep olabilirler.
Rabbimiz bu gibileri bize çok güzel tasvir etmektedir:
“Onlara yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiği zaman; biz ancak ıslah edicileriz derler. Şunu bilin ki onlar fesatçıların ta kendileridir, lakin farkında değillerdir.”(Bakara 11-12)
Aklını vahyin denetimine veren hiçbir Müslüman nefsanî arzu ve isteklerini Rabbinin rızasının önüne geçiremez.
Mevlana Hazretleri de bu gibilerden şöyle bahsetmektedir:
“Kimileri vardır ki insan yiyen canavar gibidir. Onların selam vermeleri ve ağızlarından dökülen la havle sözleri hep bulanıktır. Çünkü gönülleri şeytan yatağıdır, kendileri de insan şeytanıdır.”
“Kimileri de dostunun postunu yüzmeye benzeyen kasaplara benzer. Bir yanda canım dostum der, diğer yanda bıçağını hazırlar. Hâsılı derini yüzmek için seni kandırır. Yüzüne güler. Tatlı okşayıcı söz söyler. Hal böyle iken düşmanların sunduğu afyonu yutanın vay haline.”
“Böyleleri eline bir gül bile alsa, o gül başkalarına diken olur. Bir dostun yanına gitse onu yılan gibi sokar.”
Hizmet ehlini bekleyen en büyük tehlikelerden biri de Allah’ın dinine hizmetin hadimi olmak değil de hâkimi olmak arzu ve isteğidir. Hâlbuki hadimlik kolay, hâkimlik ise çok zor, meşakkatli ve veballi bir iştir. İslam tarihine baktığınızda aklı erenler hep bu sorumluluktan kaçmıştır.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz de ashabını bu hususta uyarmıştır. Abdurrahman bin Semure (r.a), “Hz. Peygamber (s.a.v) bana; ‘Ey Abdurrahman bin Semure, idareciliği isteme. Şunu bil ki bunu istemen neticesinde sana verilirse bununla baş başa bırakılırsın. Eğer istemeden sana verilirse bu konuda yardım görürsün’ buyurdu” demiştir. (Müttefekün Aleyh)
Hizmette idareci olmak, insanlara tepeden bakmak, onlara zulmetmek, onlara haksızlık etmek, onlara efelenmek değildir. Hizmette idareci olmak yönettiklerinin hizmetkârı olmaktır.
Rasulullah (sav) Efendimiz; “Bir kavmin efendisi, onlara hizmetkâr olandır.” buyurmuştur. (Deylemî)
Allah’ın dinine hizmet bir ekip işidir. Ne tek başına bir yönetici ne de kendi başına buyruk yönetilenler ilahi rahmeti celp edecek hayırlı hizmetlere imza atabilir. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin Müslüman tasvirlerinden hareketle Allah’ın davasını birlikte yüklenmede bir bina gibi kenetli ve muhkem, hizmetleri ifa ederken ortak harekette bir vücut gibi uyumlu olamadığımız müddetçe ne dünyamızı imar, ne de ahiretimizi mamur edebiliriz.
Mesafelerin hızlı ulaşım araçlarıyla adeta dürüldüğü zamanımızda hizmet anlayışımızı ne sadece ailemiz, ne sadece mahallemiz, ne sadece şehrimiz, hatta ülkemizle sınırlı tutabiliriz. Tüm dünyayı içine alan cihanşümul bir hizmet anlayışını hâkim kılma gayretinde olmalıyız.
Rasulullah (s.a.v) Efendimiz; “İmanlar da eskir…” buyurduğu gibi hizmet aşkı da nefisten ve çevreden gelen etkilerle küllenebilir.
Hizmet aşkını nefsimizde ve çevremizde yeniden alevlendirebilmek için bir hizmet tamamlandıktan sonra hemen yeni bir hizmete koşmalıyız. Hizmetleri külfet değil nimet bilip, bu hizmetleri bizlere nasip eden Rabbimize sonsuz şükürler etmeliyiz. O’nun yoluna tüm varlığımızı feda etmekten çekinmemeliyiz.