HELAL VE HARAM

“Ey iman edenler… Allah’ın size verdiği rızıklardan helal ve temiz olarak yiyin ve inandığınız Allah’a karşı gelmekten sakının.” ( Maide: 88)
Kuranın hayatın anlamlandırılması düşüncesi içerisinde en önemli vurgu, Allah ve insanın konumları etrafında döner. Kuralları kim koyacak yani ilah kimdir. Yüce Rabbimiz her defasında kural koyucunun kendisi olduğunu ve kullarının kendisine iman etmeleri gereğine işaret olan birçok bilgi ve belge sıralar. “LAİLAHE İLLALLAH” “ALLAHTAN BAŞKA İLAH YOKTUR” u vurgular. Kurana göre ilahın sahtesi dahi olmaz. Zira sahte ilah denenler gerçek ilah olan Allah’a hiçbir yönü ile benzemezler. Ama insanlar dillerine geldiği gibi söylerler.
Yukarıdaki ayetlerde de dikkat çeken kavramlar; İman, rızık, helal, haram ve takva kavramlarıdır.
Kuralsız, başıboş hayatı kabul etmemek, ferdi ve sosyal kuralların gereğine inanmak, bu gerekçe ile bir hayat felsefesi belirlemek, kendi üzerinde bir otorite kabul edip etmemek insana has özelliklerdir. Ya kendini her şeyin merkezi kabul eder. Kendi helal ve haramlarını kendisi belirler, ya da bir yaratana inanır, onun emir ve tavsiyelerine göre hayatını idame ettirir.
Bizim konumuz inançsızlar, nefsini kendi rabbi edinmişler oluşturmaz. Onları önce imana davet etmeli sonra Rabbimizin kurallarını uygulamalarını istemeliyiz. Biz kendimizi Müslüman fert ve toplum kimliğimizi değerlendirecek olursak; Ne Allah’ın nimetlerini beğenmemek, onlardan kaçınmak gibi nankörlük, ne de bu dünya nimetlerini son gaye zannedip Allah’dan ve ahiretten gaflet ederek hırsın ve şehvetin esiri olamayız.
Biz müminlerin imanımızın ilk şartı Allah’a mahsus bulunan ilahlık özelliklerini kendimizde görmememizdir. Biz “İyyake na’budü ve iyyake netse înü” “Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”Diyerek ulûhiyet makamına da rububiyet makamına da nefsimizi değil, Rabbimizi oturtmuş müminleriz. Hal böyle olunca biz, Allah’ın helal kıldığı tertemiz nimetleri haram yapamayız. Aynı şekilde haram kıldıklarını da helal sayamayız. “Şu helaldir, şu haramdır” demek yetkisine de yalnız O sahiptir.
Dünya ve üzerindekiler Allah’ındır. Yeryüzünün her hangi bir bölgesinde yaşayan müminler şerî yönetim, ateist yönetim, laik ve demokrat yönetim krallık ya da cumhuriyet hangi sistem ve yönetim biçiminde yaşadıklarına bakılmaksızın Allah’ın kurallarına uymak zorundadırlar. Özellikle yiyip içtikleri şeylerin hem helalliğine hem de temizliğine dikkat etmeliler. Bunlar Allah’ın maharimi ve koyduğu sınırlarıdır. Kim Allah’ın helal ve haram sınırını aşarsa kendine zulmetmiş olur.
Avrupa, Amerika ve Çin gibi ülkelerde yaşayan kardeşlerimiz haramlığı kesin olan domuz eti ve besmelesiz kesilen hayvanlar başta olmak üzere şüpheli şeyleri dahi yiyemezler. İslam ülkelerinin dışında ikamet eden işveren ve işçi kardeşlerimiz önce dünyada varlık nedenlerini ve o bulundukları ülkelerde bulunma sebeplerinin Allah’ın bizden istediği yaşam tarzına ne kadar uygun olduğunu kendi nefislerinde sorgulamalılar ve gereğini yapmalılar. Oralarda mutlaka bulunmaları gerekiyorsa fakirliklerini bahane ederek haram gıdalarla beslenemezler.
Müslümanların çoğunlukta yaşadığı ülkelerde hatta azınlıkta olduğu belki de tek başına olduğu bir ülkede dahi yediği şeylerin helal ve temiz olup olmadığını bilmesi, insani ve İslami hakkıdır. Türkiye’de yaşıyor olmak, yiyecek diye sunulan her şeyin helal ve temiz olduğunu göstermez.
Diyanet işleri başkanlığı hac işleri ile ilgilendiği gibi, kurban işleri ve deri ile ilgilendiği gibi, fitre ve zekâtlarla ilgilendiği gibi Müslüman halkın yediklerinin ve içtiklerinin helal olması için de çalışmalıdır. Domuz çiftliklerinin olduğu, binlerce domuzun kesiminin ve satışının yapıldığı, alkol üretiminin ve tüketiminin yıllar içerisinde sürekli artış gösterdiği ülkemizde, din işlerimizi anayasal olarak üzerine alan diyanet işlerinin de en azından Yahudilerin kendi inançlarına göre yaşamak isteyen dindaşlarına “Yahudi dinine göre helaldir.” Seçeneklerini sunduğu gibi biz müslümanlara da alternatifler oluşturmalıdır. Bunu talep etmek ülkemiz müslümanlarının da en doğal haklarıdır.
“Helâl” ve “Haram” kavramlarının asıl anlamları daraltılmamalı. Kesilen bir hayvanın, yenecek bir yemeğin, içilecek bir içkinin, giyilecek bir elbisenin, kıyılacak bir nikâhın sınırlarını aşamaz hale getirmemeli, hayatın tamamını kapsayacak genişlikte ele almalıdır. Allah’ın helal ve haramlarına bir bütün olarak iman eden kimse, mümindir ve Allah’ın dinindedir. Bir tek hükmünü dahi inkâr etse, hatta hafife alıp alay etse, imanı reddetmiş olur. Allah’ın ilahlığına baş kaldırmış ve Allah’ın dininden dışarı çıkmış olur.
Müslüman’ın midesine, İslam sofrasına, İslam çarşı ve pazarına pis şeyler değil, hoş şeyler girer. Haramlar Kuran’da ifadesini bulan; mükemmel bir kıvamda yaratılış olan insanlığımızı bozar. Ferdi hastalıklara neden olur, hatta bazen çocuk ve torunlarına kadar sirayet edebilecek kalıtsal hastalıklara neden olabilir.
Helal rızık, helal lokma tevhidi inançların temelidir. Nefsi korumak, nesli korumak, malı, canı ve aklı korumak hep helal rızıkla mümkündür. Bu temel değerler sadece maddi gıdaların yanlış alınması ile bozulmaz. Çalıntı malların kullanımı, faizli muameleden gelen menfaatler, yetim malları, hâkimleri yanıltarak ya da rüşvet vererek elde edilenler, gasp v.s. yolu ile bizzat kendileri helal olsa dahi, Allah’ın ve kulların hakları çiğnenerek elde edilen mallar da bize kötü bir akıbet hazırlar.
“Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş tıkmış olurlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir.”(Nisa:10)
“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.” (Bakara:188)
“Faiz yiyen kimseler, şeytan çarpan kimse nasıl kalkarsa ancak öyle kalkar.” (Bakara:275)
Her şey ama her şey helal lokmadan geçer. Temel helal olmalıdır. Malımızı, mülkümüzü helalden kazanmalı, çoluk-çocuğumuzu helal lokma ile beslemeliyiz. Böyle yapmak hem bizim bu dünyadaki ferdi ve sosyal hayatımızın, hem de ahiret hayatımızın teminatı olacaktır. Haram gıdalar, kişinin maddi hayatını ve sağlığını bozmakla kalmaz; manasını, dolayısıyla psikolojisini de bozar. Kaba, vicdansız, bencil, nemelazımcı, paragöz bir karakter oluşturur. Bu kişiler de İslam toplumunun evlerine, caddelerine, kısaca ümmetin kucağına atılan bir bomba gibidir. Mutlaka tedbir alınmalıdır.