Hayat Döngüsünde Özgürlüğün Dengesi

Özgürlük her insanın içinde bir sevdadır. Yaşamak gibi yemek, içmek gibi vazgeçemeyeceği bir varlık kaynağıdır. Onur, inanç, sevgi gibi kutsal bir duygudur.
Doğu, zengin kültür kaynağı sebebiyle hayatın temel kavramlarını fikir akımlarının sloganları haline getirmemiştir. Batı ise yüzyıllardır yaşadığı basit kültür seviyesinden yeni yeni çıkmaya başlaması sebebiyle bu kavramalarla da yeni tanışmıştır. Bunlar fikir dünyalarının birer lüksü olmuştur.
Her zamanki yaygaracılığını da ekleyince çalıp da sahiplendikleri bilimsel buluşlar gibi temel kavramların tek mucidi ve savunucusu konumuna hemen oturmuştur. Bu makamdan ürettikleri özgürlük sloganlarıyla ortaya çıkan her batılı düşünce, özgürlük kavramını kendi arzularının zindanında mahkûm etmiştir.
Özgürlük, israf nedir bilmeyen kapitalizm için sınır tanımadan tüketeceği bir gıda olmuş, kendi insanlarının hayatı boyunca ayak basmayacağı topraklarda özgür olması için o toprakların halkını köleleştirmeye dönüşmüştür.
Nefsinin müptelası olanlar için biyolojik bir enzim olmuş. Bedenindeki birkaç hormonun sürekli yüksek değerlerde olmasından öteye gidememiştir.
İdeolojik gruplar için kendi ideolojilerinin alt bir başlığı haline getirilmiş, ideolojinin reddi halinde adından bile bahsedilemeyecek bir kavram olarak kabul edilmiştir.
Özgürlük Sömürüsünün Zirvesine Çıkmak
Batıda özgürlük kılıfı altında ortaya çıkan bu abes durumların kaynağında fikrî önderlerinin büyük payı vardır. Bir kısmı kendi ihtiraslarına ulaşmak için sömürmenin zirvesine çıkmış, diğer bir kısmı ise çocukluklarında yaşamış oldukları sosyal travmaların kendilerinde bıraktıkları psikolojiden kurtulamamıştır. Bütün dünyayı bu travma merkezinde yorumlama gafletine düşerek kendi küçük dünyalarının sorunuyla tüm dünyayı hesaplaşmaya davet etmişler. Hayatı bu kadar dar bir pencereden aldığı birkaç veri ile yorumlayan batı, elbette özgürlüğü de bu dar sınırlara hapsetmiş durumdadır.
Hala denge kavramına ulaşamamış batı medeniyeti edindiği birkaç ibadeti ne kadar ileri seviyede yaparlarsa o kadar mükemmele gittiğini düşünmüştür. Hayatı değerlendirmek için bilim diye yutturdukları sloganlardan başka hiçbir materyali olmayan batının denge kavramına ulaşamaması gayet doğaldır.
Oysaki evreni güneşten aya, okyanustan ırmaklara, sudan toprağa, minerallerden bitkiye, hayvandan insana, düşünceden maddeye muhteşem bir döngü halinde yaratan Allah bu evrende nasıl bir dengede yaşanılacağının ilmini de bize göndermiştir.
En kutsal ibadetlere bile sınırlar koymuş, hepsinin belli bir dengede ve hayatın diğer unsurları ile girdiği döngüyle değer kazandığını bildirmiştir. Örnek olarak dinin direği olan namazı hayatın tek ibadeti haline getirenleri uyarmış. Yaptığı bu ibadetin değerini de düşüncesinde ve diğer sosyal hayatında göstereceği değişiklerle değer kazanacağını bildirmiştir. Bu sebeple hayatı İslamî bir pencereden değerlendirirken denge bizi aydınlatacak bir ışık kaynağıdır.
Özgür Olayım Derken Dengeyi Kaybetmek
Özgürlük anlayışı insanın sahip oldukları ve ihtiyaç duydukları arasında bir dengededir. İnsan ihtiyaç duyduğu bir şeye ulaşmak için ne kadar özgürlüğünden vazgeçiyorsa aynı şekilde o ihtiyacına ulaştığında da kaybetmemek için özgürlüğünden vazgeçer. İnsanın sahip olduğu düşünceler dahi insanı sınırlayan yani özgürlüğü elinden alan konumdadır.
İnsanın hareketi de durağanlığı da kendine bir sınır çizer. İnsan öncelikle sahip olduğu bedeni yaşatabilmek için dahi birçok sınırla karşı karşıyadır. Ruhunu besleyen duygularını koruyabilmek için de birçok sınırı benimser. Özgürlük duygusunu korumak için dahi birçok fikre sınır çizerek kendini sınırlar.
Dibi ve tepesi olmayan böyle bir kavramın en zirvesine çıkacağım şeklinde sloganlar üretmek düşünceyle izah edilemez. Bu, sloganlar uğruna özgür düşüncesinden vazgeçmekten başka bir şey değildir.
Belli bir dengeye oturttuğumuz bu kavramı bir de hayat döngüsü içine yerleştirmek gerekir. Özgürlük diğer duygular gibi insanın ruhunu besleyen bir duygudur. Hayat içerisinde her duygu her an aynı derece değerli değildir. Değerli bir insanla birlikteyken sevgi duygumuzdan aldığımız doygunluğu zalim bir kişinin karşısında nefret duygusu ile alırız.
Bir yakınımızın başarısında beğenme, takdir etme duygularıyla aldığımız doygunluğu da zor durumda kalmış birine acıyarak yardımcı olma duygusuyla alırız. Özgürlük de duygulardan bir tanesi olduğu için bu döngüye yerleştirmeli ve ruhumuza yaşatacağı doygunluğa göre hayatımızda yer vermeliyiz.
Batı’nın Dengesiz ve Döngüsüz Özgürlüğü
Her yerde özgürlük duygusunu hâkim kılmak, insanı yaşayabileceği birçok duygudan mahrum kılarak hayat döngüsünde çarkların durmasına ve ardından da tıkanmış bir hayatın buhranlarına sürükleyecektir. Örnek olarak aile, özgürlük kavramının karşısında duran bir kurumdur. İnsanı hem direk emirlerle hem de dolaylı olarak sorumluluklarla sınırlar.
Bunun yanında aile; karşılıksız sevgi, mantıktan öte bir bağlılık, yaşamları etkileyecek sorumlulukları yaşatarak insanın ruhunda büyük bir alanı doyuracak bir kurumdur. Kendini batının dengesiz ve döngüsüz özgürlük anlayışına kaptırıp da ruhunu sürekli aynı besinle hem de her geçen gün daha da kalitesizleşmiş hali ile beslemek akılla açıklanamayacak kadar saçmadır.
“Sahip olduklarımız, özgürlükten daha mı değerli?” sorusuna verdiğimiz cevabın ‘Evet’ olduğu sınırı çizip, diğer taraftan da “Bu ihtiyacım özgürlükten daha değerli.” dediğimiz sınırı çekip, kendi özgürlüğümüzün dengesini kurduğumuz zaman özgürlüğün kölesi olmaktan kurtulacağız.
Bu sınırlarımızı ne kadar doğru çizdiğimizin cevabını da ruhumuza dönüp baktığımızda bulacağız.