HATİM-İ ESAM

Evliyanın büyüklerinden. Adı Hâtim bin Anvân bin Yusuf el-Esam, künyesi Ebu Abdurrahman’dır. Belh’te doğmuştur. Doğum tarihi belli değildir. Hâtim-i Esam, Şakîk-i Belhî’nin talebesi, Ahmed-i Hadraveyh’in hocasıdır. 852 (H.237) senesinde Belh’in bir nahiyesi olan Mâhcer’de vefat etmiştir.
Kendisine “Esam” (sağır) denilmesinin sebebi şudur: “Birisi onunla konuşurken kazayla yellendi. Hâtim-i Esam o şahıs utanmasın diye;”Yüksek sesle konuş, ancak yüksek sesle konuşulanları duyabiliyorum” dedi ve bu hâlini o kişinin ölümüne kadar kırk yıl sürdürdü. Bu yüzden ona Esam denilmiştir.
Akıl baliğ olduğu andan itibaren, Şakîk-i Belhî’nin sohbetlerine devam etti. Onun talebesi oldu. Şakîk-i Belhî’den İslâm ilimlerini öğrenerek âlim oldu.
Muhammed Razi anlatır: “Senelerce Hâtim-i Esam’ın hizmetinde bulundum. Sâdece bir kere hâriç, hiç kızdığını görmedim. O da, pazardan geçerken bir bakkal, talebesini yakalamış; “Malımı alıp yedin, parasını ver.” diyordu. Hâtim bunu görünce; “Ey Efendi! Biraz yardımcı ol, borcunu ödemesi için biraz mühlet tanı.” dedi. Fakat bakkal “Olmaz” diye dayattı. Bunun üzerine çok üzülen Hâtim-i Esam, yanında taşıdığı havlusunu yere vurdu. Bir anda pazarın ortası altınla doldu. Hâtim-i Esam, bakkala; “Alacağın ne kadarsa onu al, fazlasını alma, sonra elin kurur.” dedi. Bakkal alacağını aldı. Fakat para hırsından biraz daha almaya kalkınca eli kurudu ve çolak oldu.
Bir gün Belh’deki meclisinde; “Ya Rabbi! Bu meclistekilerden bugün kim günah işlemiş, kimin defteri siyah olmuş, kim günaha cesaret etmiş ise onu bağışla” dedi. Orada mezar açıp, devamlı kefenleri soyan birisi vardı. Gece olunca, eskisi gibi kabristana gitti. Bir mezarı açarken mezarın içinden, “Utanmaz mısın ki, Esam’ın huzurunda bağışlandın ve şimdi aynı günahı işlersin.” sesini duydu. Adam kalktı ve Hâtim’in huzuruna geldi. başından geçenleri anlattı ve tövbe etti.
Birisi Hâtim-i Esam’a; “Nasıl namaz kılarsın?” diye sordu. O da şöyle buyurdu:
“Namaz vakti gelince temiz bir kalp ile niyet ederek abdest alırım. Abdest uzuvlarımı yıkar, kalben de tövbe ederim. Sonra câmiye giderim. Mescid-i Harâm’ı gözümün önüne getirir, Makâm-ı İbrahim’i iki kaş arasında tutar, Cennet’i sağımda, Cehennem’i solumda, Sıratı ayaklarımın altında, can alıcı meleği arkamda düşünür, kalbimi Allah Teâlâ’ya ısmarlar, sonra tâzimle Allahu Ekber der, hürmetle kıyam, heybetle kıraat, tevazuuyla rükû, tazarru ile (kendini alçaltarak) secde, hilm ile cülûs (tehiyyattaki oturuş), şükürle selâmı yerine getiririm. Benim namazım böyledir.”
Hâtim-i Esâm israf konusunda çok titiz idi. Bir âlimin çok israf ettiğini duydu. Onun evine giderek; “Ben Acemli bir kimseyim, bana dinîmi öğret.” dedi. “Önce ne öğrenmek istiyorsun?” diye sorunca, Hâtim-i Esâm; “Bana abdest almayı öğret.” dedi. O zât bütün uzuvlarını sırayla ve üç defa yıkadı. Abdesti tamamlayınca Hâtim-i Esam; “Ben senin huzurunda bir abdest alayım da, benim yanlışlarımı düzelt.” dedi. Hâtim-i Esam abdest alırken kollarına gelince dörder defa yıkadı. Bunun üzerine o zât; “Suyu israf ettin.” deyince, Hâtim-i Esam “Ben nerede israf ettim?” dedi. O zât da; “Kolunu üç kere yıkayacağın yerde dört defa yıkadın.” dedi. Hâtim-i Esam da; “Ben bir avuç suyu israf ettim. Sen ise çok ve güzel şeyleri israf ediyorsun.” dedi. O zât anladı ki Hâtim-i Esam dinî bilgi öğrenmeye değil, ders vermeye gelmiş. Evine girdi ve kırk gün kimsenin yüzüne bakmadı.
Nükteli ve hikmetli sözler söyleyen Allah dostu Hâtim-i Esam buyurdu ki:
“Dünya için üzülmen kötü, ahiret için üzülmen iyidir.”
“Tövbe; gafletten uyanmak, günahı hatırlamak, Allah Teâlâ’nın lütfunu, hükmünü zikretmektir.”
“Tövbekâr dört şeyi yapar: Lisanını gıybetten, yalandan, hasetten, boş sözden korur. Kötü arkadaşlardan ayrılır. Günahını hatırladığı zaman, Allah Teâlâ’dan hayâ eder. Ölüme hazırlanır. Böyle olup da Allah’ın rızası dışında iş yapmayan kimseyi, Allah Teâlâ sever. Şeytandan korur ve Cehennem’den emin kılar.”
“Her söz için doğruluk, her doğruluk için iş, her iş için de sabır gerekir.”
Hâtim-i Esam hazretlerine; “Bizden bir kimse nasıl ve ne zaman dünyaya ibret gözü ile bakanlardan olabilir?” diye sorduklarında; “Dünyada her şeyin sonunun harap, herkesin gideceği yerin de toprak olduğunu gördüğümüz zaman! Bir kimsenin evinden veya yakınından bir cenaze çıkar da o kimse bundan ibret almazsa, ona ne ilmin, ne hikmetin, ne de vâz ve nasihatin bir faydası olur.”
“Ey kul! Allah Teâlâ’ya isyan ettikleri için insanlara buğzettiğin halde, kendin Allah Teâlâ’ya isyan edince, kendi nefsine buğzetmeyişin sende insafın olmayışındandır.”
Bir kimse Hâtim-i Esam hazretlerinden nasihat istedi. Bu kimseye nasihat olarak şöyle buyurdu: “Eğer dost istersen Allah Teâlâ kâfi, yol arkadaşı istersen Kirâmen kâtibin melekleri yeter. Eğer arkadaş istersen, Kur’ân-ı kerîm yeter. Eğer iş istersen, Allah Teâlâ’ya ibadet etmek yeter. Eğer vâz, nasihat istersen, ölüm yeter. Eğer bu söylediklerimi kabullenmemiş isen sana Cehennem yeter.” buyurdu.
“Şu üç halde iken seni ölümün yakalamasından sakın! Kibir, hırs ve böbürlenme halleri. Çünkü Allah Teâlâ kibirlenen kimseyi en miskin kimseden gelen bir zillete düşürmeden, gururlanan kimseyi aç ve susuz bırakmadan, yemek istediği bir şeyin boğazından geçmesine mâni olmadan, hırslı kimseyi de idrar ve necasetin içinde bırakmadan bu dünyadan ayırmaz.”
“Beş türlü kalp vardır. Kalp vardır ölüdür, kalp vardır hastadır, kalp vardır gâfildir, kalp vardır mühürlüdür, kalp vardır sapasağlamdır. Kâfirin kalbi ölüdür. Günahkârın kalbi hastadır. Nasipsiz kimsenin kalbi gâfildir. Kalbimizde perde vardır diyerek fena iş yapanın kalbi de mühürlüdür. Allah Teâlâ’dan korkup daima ibadette bulunan kimsenin kalbi de sağlam olan kalptir.”
KAYNAK: EHLİ SÜNNET BÜYÜKLERİ